27 Haziran 2012 Çarşamba



ÇOCUK DÜŞLERİMİZ YOK ARTIK (*)
Ali BULUNMAZ

Alexandre Jardin’in anlatmaya koyulduğu öykü, aslında hepimiz için geçerli. İçindeki çocuğu diri tutmaya uğraşan, bununla da yetinmeyip gerçekten çocuk olduğu döneme bir günlüğüne bile olsa geri gitmeyi isteyenler, Jardin’in Alexandre Eiffel ya da bir zamanların “Küçük Vahşi”siyle aynı yolun yolcusu.

Eiffel’in bir sabah uyandığında evcilleşmiş ve heyecansız bir yetişkin olduğunu kavraması, yaşadığı dehşetin ilk hali. Yaşamın ve kendisinin sürprizsiz gidişiyle alt üst olan kahramanımız, “Küçük Vahşi” diye çağrıldığı dönemin hayalini kurar. Bunun nedeni hem basit hem de bir ölçüde yıkıcı: Dünyaya, çevresine ve yaşamındaki hemen her şeye koşulsuz uyum sağlamış olması. Çıkar uğruna yalan söyleyen bu adam, sadece hayatı güzelleştirmek adına yalanın kapısını çalan o saf çocuğu özlerken sınırsızlığı da o özleme ekliyor. “Takım elbiseli zavallılar” dediği çevrenin ona heyecanını denetlemeyi öğretmesinden de hayli rahatsız.

Özetle yapaylık içinde nefes alamaz hale gelen bu adam, işinin ve o naylon ortamın kendisini yönetmesine katlanamıyor. Derinlerde bir ses “ah nerede o düzensiz ve tasasız zamanlar” diyor: “Neredeyse kırk yaşımdaydım; ölümüm yaklaşıyordu. Beyaz bir saç bana bunu hatırlatmıştı. Özgürlüğe bağlılığıma gem vurmaktan, yetişkin rolünü, bu kötü, uyuşturucu rolü oynamaktan yorulmuştum. Düşüncesizce davranmaya susamıştım.”

HER ŞEY OLUNABİLİR AMA YETİŞKİN ASLA”
Jardin, Eiffel’in çocukluğuyla randevusuna yetişmek üzere çıktığı yolculuğu bize aktarırken bu adamın çok uzun zaman sonra ilk kez zorunda olmadan ve içinden gelerek hareket edişinin heyecanına katılmamızı istiyor. O heyecan, beraberinde muzırlıkları da getiriyor; Küçük Vahşi’nin muzırlıklarının ve eğlencelerinin özlemi, içinde “büyük insan yaşantısıyla ilgili her şeye karşı daha da canlı bir iğrenme duygusu” yaratıyor. Küçük Vahşi, Eiffel’i yetişkin insan akılcılığından kurtardığı için önemli. Bu yüzden Alexsandre, kendisiyle uzun zaman sonra gurur duyuyor.

Doğruyu söylemeyi hiçbir şeyin engellemediği, kendini mecbur hissetmeyenlerin yaşadığı zamanları, incitmeme zorunluluğunun bulunmayışını, tutarlı olmamayı ve uyumlu hale gelmemeyi temsil ediyor Küçük Vahşi. Aynı zamanda yalan söylemeyi ama hile yapmamayı, kurnazlığı fakat bunu hesaplayarak gerçekleştirmemeyi.

Karşımızda kendini parçalanmış hisseden bir adam duruyor; ikilemde kalmış ve bir karar arifesinde: “Küçük Vahşi’ye doğru kanatlarını açmış gidiyordum ama aynı zamanda varlığımın dengesini bozmaktan da korkuyordum. İçine battığım alışkanlıklar yumağı omurga görevi görüyordu. Hâlbuki yeni bir hayata başlamam, Mösyö Eiffel’i Paris’te bırakmam, beklentilerinin hakkımdaki düşüncelerine uymaya yönelttiği sıkıcı insanlardan kaçmam gerekiyordu. Kendini çocuk olarak yaratmak için yetişkinliği terk etmek, ancak yetişkinlerin gerçekler döngüsünden uzaklaşılırsa anlaşılabilir görünüyordu bana.”

Eiffel burada bir oyun oynuyor aslına bakılırsa. Üstüne çöken tüm ağırlık ve zorunlulukları geride bırakıp yarı uyur yarı ayık bir şekilde yolculuğa çıkıyor. Oyunun ana kuralı da belli: Her şey olunabilir ama yetişkin asla. Çünkü bu oyunun temel ilkelerinden biri de “uyum sakatlar, uyumsuzluk iyileştirir.” Oyunun bir sonraki aşaması satırlara şöyle yansıyor: “Alexsandre Eiffel’in karakterini baskı altında tutan ihtiyatlılıktan kurtulmayı diliyordum. Küçük Vahşi, o enerjileri sağlayan ve bazen de gerçeği ortadan kaldıran bilinçsizliğin sırrına vakıftı.” Bu sırra erişmenin yolu da eski dostlarla eski mekânları ziyaretten geçiyor ve Eiffel, yolculuk içinde bir başka yolculuğa koyuluyor. Tekneler, mağaralar ve Crusoe Derneği’nin üyeleriyle buluşmalar sayesinde Küçük Vahşi uyuduğu yerden kalkıyor.

TATLI BİR UYKU
Eiffel’in Küçük Vahşi’yle yeniden buluşması bir tür kıyıya vurma gibi algılanabilir. Tek başına ve kendiyle barışmış olarak ayak bastığı bu kumsalda, “şimdiye kadar siyah beyaz bir dünyada yaşamış gibiydim; Küçük Vahşi’nin koku alma duyusuna yeniden kavuştum” diyen bir adam yürüyor. Bunun anlamı duygularına, isteklerine ve sözcüklerine ket vurmayan Küçük Vahşi ruhunun ete kemiğe bürünmesiydi.

Bir adada Robinsonvari şekilde “yaşayan” ve “herhangi bir engel tanımayan biriydi” şimdi. İstediği tek bir şey vardı: Ya dünya çocukken hayalini kurduğu kadar güzel olacaktı ya da ölecekti.

İlk seçeneğin gerçekleşme olasılığı bulunmuyor ne yazık ki. İkincisi ise bir tümör şeklinde hızla geldiğinden mümkün olduğunca çok şey hatırlamaya çabalıyor. O düşlediği adaya yollanmak için fazla vakti kalmadığını biliyor ne de olsa.

Jardin, Küçük Vahşi’yle masal tadında, yer yer fantastik ve genelde bilinci açılıp kapanan bir adamın ön planda olduğu bir hikâye anlatıyor. Küçük Vahşi, Alexsandre Eiffel’in son günlerinde sığındığı vicdanı, masumiyeti ve beri yandan en sağlam hayaline dönüşüyor.

Anlatılan olaylar, yerler ve insanlar adeta bir rüya gibi. Satırlar arasında gezinirken Eiffel’in dalıp çıktığı ve Küçük Vahşi’yle buluştuğu uykunun kollarındasınız sanki. Geri gelmeyecek bir düşün peşinde koşar gibi…

Küçük Vahşi/ Alexandre Jardin/ Çeviren: Nil Çayan/ Yapı Kredi Yayınları/ 200 s.

(*) Cumhuriyet Kitap, 21.06.2012


Hiç yorum yok: