5 Eylül 2008 Cuma

YENİ DÜNYA VE BİLİMDE DEVRİM (*)
ALİ BULUNMAZ

Bilimde devrim mümkün müdür? Bu sorunun yanıtı 17. yüzyılda aranmalı. Galileo Galilei'nin Evren ve Yerküre'nin yapısı üzerine getirdiği görüşler, o zamana değin geçerli, mutlak, sarsılmaz olan ve olduğu sanılanlara karşı filizlendirdiği başkaldırı, kolayca devrim olarak adlandırılabilir. Ama bu devrim, elbette içinde bazı bedelleri de taşır.

Tarihte önemli ve acı sonuçlar doğuran tartışmalardan biri olan, dünyanın Evren'in merkezi olup olmadığına ve Güneş'in etrafında dönüp dönmediğine dair tartışma, Galileo'nun Engizisyon tarafından yargılanmasıyla doruk noktaya ulaşır.

Engizisyon'un Galileo'yu yargılamasına neden olan metinler “İki Büyük Dünya Sistemi Hakkında Diyalog” ismini taşıyor. Bu diyaloglar, halkın kolay anlaması için Latince yerine İtalyanca kaleme alınmış ve mahkemenin Galileo'yu yargılamasında hızlandırıcı etki yapmıştır.

Merkez Sorunsalı
Galileo dönemine gelene dek genel görünümü belirleyen başlıca birkaç unsur bulunuyordu. Yerküre'nin Evren'deki yeri ve konumu üzerine, başta Aristoteles olmak üzere, hem Kilise yöneticilerinin hem de diğer otoritelerin fikir ve görüşlerine sadakat esastı. Bunun yanında Kilise'nin toplumu biçimlendirici gücü de belirgindi.

Dolayısıyla Yerküre'nin Evren'deki yerine dönük kavrayış da, belli başlı bu kaynak ya da yetkelerin ortaya koyduğu biçime uygun olmak durumundaydı.

Galileo'ya kadar baskın olan Aristotelesçi ve Batlamyusçu (Ptolemaiosçu) görüş ile bu görüşün fizik anlayışı duyulur algı üzerine kurulu, matematiğe mesafeliydi. Aynı görüş temsilcileri, duyulur deneyle matematiğin kavramlarının farklı olduğundan ve matematiksel fiziğin olanaksızlığından dem vuruyordu.

Galileo “Yerküre'yi gökyüzüne çıkarmayı” amaçladığını belirtirken, hem bu görüşle hesaplaşmayı hem de Evren'in merkezinde Yerküre'nin bulunduğu ve hareketsiz olduğu tezini çürütme amacı taşıdığını ifade eder.

Galileo “Evren'in merkezi diye bir şey yoktur, Yerküre'nin kendine ait bir merkezi var, tıpkı diğer gezegenler gibi” derken, devrimci kimliğinin ilk nüvelerini gözler önüne serer. Bir başka deyişle, Galileo'nun ortaya koyduğu bu görüş, bilimin ilerleme hedefinin en önemli sıçrama noktalarından birini oluşturur.

Bilimin ilerleme anlayışının ve aynı zamanda Rönesans'ın da taşıyıcısı olan kuşku, Copernicus ve Galileo'nun bilimde devrim anlamına gelecek açılımlarının da başlıca unsurudur. Kuşkunun tetiklemesi sayesinde, Yerküre'nin Evren'in merkezi olduğu şeklindeki tezin temelleri sarsılmaya yüz tutar.

Felsefeyi bilim olarak niteleyen, göz önüne alınması gereken temel noktanın da doğa kitabı olduğunu söyleyen Galileo'ya göre, insanın öğrenmesi gereken ilk şey Evren'in yapısıdır. Dolayısıyla Yerküre'nin, Evren'in merkezi olup olmadığına dair tartışma ve Galileo'nun kendisinden önceki görüşleri çürütme aşamaları da, bu öğrenme sürecinin bir parçasıdır.

Örneğin Aristoteles, Yerküre'nin yapısı ile ilgili olarak “dünya genişlik ve derinlik unsurlarıyla donanmış, üç boyutlu ve mükemmel bir cisimdir” der (s. 2). Bir anlamda “Evren'in merkezi” şeklinde nitelenen Yerküre, Aristoteles tarafından kusursuz biçimde betimlenir. Kitabın Peripatetik konuşmacısı Simplicio ise, “Evren'in merkezindeki” ve “mükemmel” Yerküre'yi anlamaya çabalarken “her zaman matematik yoluyla ispatlama gereğine başvurulmamalıdır” savıyla, otoritenin görüşünü tekrarlamış olur.

Ancak 17. yüzyılın belirleyicisi konumundaki matematik, aynı zamanda bu çağa adını verecek temel etkinlik olacak ve Galileo'nun da başat izleği haline gelecektir.

Hareket Sorunsalı
Simplicio, Aristoteles'in “a priori düşünceyi merkeze aldığını ve gökyüzünün değişmezliğinin gereğini doğal, açık seçik ve belli ilkelerle ortaya koyduğunu; ardından da değişmezliği a posteriori olarak, yani duyulara ve eski insanların bıraktığı geleneklere dayandırdığını” belirtir (s. 63).

Galileo ise doğanın, matematik yoluyla anlaşılabileceğini savunur. Bir diğer ifadeyle matematik, doğanın dilidir. İşte Galileo, yeni bilimi gerçekler üzerine inşa edilen, matematiği (geometri ve aritmetiği) esas alan bir bilim biçiminde niteler.

Söz konusu yeni bilim, Aristoteles'in tüm görüş ve ortaya koyduklarına yönelik eleştirel bir tavır takınır. Bu edim bir anlamda Aristoteles'in bütün yapıp etmelerinin kesinkes doğru olduğuna dair inancın ve görüşlerine bağlılığın sorgulanmasıdır. Copernicus ve Galileo'nun öncüsü olduğu yeni bilim, Evren'in hareketine ilişkin kabullere de aynı eleştirel gözle bakar.

Örneğin Aristoteles “Yerküre kendi merkezi etrafında ya da merkezin dışında dairenin çevresinde dönseydi zorlama bir hareket olarak dönerdi, çünkü doğasında dönme hareketi yoktur” der (s. 170).

Aristoteles, hareket sorunsalı bağlamında doğal (hafif cisimlerin yukarı, ağır cisimlerin aşağı doğru yollanması) ve zorlama (devamsız) hareketi gündeme getirirken, “Yerküre'yi ve gezegenleri döndüren; cisimleri aşağı yukarı hareket ettiren kim?” sorusunu sorar.

Galileo'ya kadar Yerküre'nin yerinden kımıldamadığı, gezegen ve cisimlerin hareketinin belli bir amaca yönelik olduğu şeklindeki görüş mutlak olarak kabul ediliyordu. Peripatetikler, Aristoteles'in Evren görüşünü takip ederken, deney ve gözlemden olabildiğince uzak durur, “Evren'in yapısının, doğanın istediği biçimde değil Aristoteles'in yazdığı gibi olduğunu” ifade eder (s. 444). Galileo ile beraber “Evren'in merkezinde Yerküre'nin değil Güneş'in bulunduğu” kanıtlanır (s.445), gözlem ve deneyin yanında matematik de etkin hale gelir.

Evrenin yapısı ile ilgili şüpheleri gideren ilk isim olan Copernicus ile beraber Galileo, yeni bilimin kuruluşunda yer alan ve Evren'nin yapısına ilişkin devrimsel nitelikteki şu belirlemeyi ortaya koyar: “Merkür, Venüs ve diğer gezegenlerin Güneş; Ay'ın Yerküre etrafında döndüğünü öğreniyoruz” (s. 622).

Galileo'nun görüşleri, Copernicus sistemini hem destekler hem de aşar. Bunu yaparken de “gezegenlerin hareket ve yörüngeleri ile Yerküre'ye göre konumları; gezegenlerin Güneş etrafındaki hareketleri ve denizlerin gelgit olgusu” gibi önemli kanıtlar ortaya atar (s. 631).

Paradigmanın Değişimi
Galileo'ya göre, Evren'in yapısı ile ilgili olarak en çok kafa yoranlar Ptolemaios (Batlamyus) ve Copernicus'tur. Copernicus, dünyayı hareket eden bir gezegen biçiminde niteler. Galileo'nun devriminin temelinde de bu yatar.

Matematiği öne çıkaran yeni bilim, dünyanın Güneş etrafında döndüğünü kanıtlayınca, Aristoteles ve Batlamyus'un Evren görüşü de alt üst olur. Kuşkudan hareket eden Copernicus ve Galileo ile bir anlamda, Evren paradigması devrimsel bir değişikliğe uğrar.

Thomas Kuhn'un 20. yüzyılda ortaya koyduğu “paradigma” kavramı bağlamında değerlendirildiğinde Galileo'nun çabası, Aristoteles ve Kilise gibi otoritelerle; bir başka deyişle, o güne kadar geçerli olan Evren paradigmasıyla bir hesaplaşma ve onun yerine kanıtlara dayanan yeni bir görüş getirme şeklinde nitelenebilir.

Bu çaba, yalnızca bir paradigma değişikliği biçiminde isimlendirilemez; aynı zamanda bir devrimdir. Çünkü yerleşmiş anlayışı tamamen değiştiren ve bunu güçlü delillere dayandıran, insanların zihninden geçmişin karanlık tortusunu kazımaya baş koyan ve bilimi rayına oturtup, bilimi bilim kılan ilkeleri gün ışığıyla buluşturan bir yapıdadır. Kısacası Galileo'nun kotardığı bilimsel devrim, bilinen (ya da bilindiği sanılan) dünyanın sonunu getiren kimliği ile dikkat çeker.

Türkçeye 375 yıl sonra, Reşit Aşçıoğlu tarafından titizlikle çevrilen “İki Büyük Dünya Sistemi Hakkında Diyalog”, bilimsel devrimin anlaşılması açısından önem taşıyor ve kitap, bu alandaki bir eksikliği daha gideriyor.

İki Büyük Dünya Sistemi Hakkında Diyalog/ Galileo Galilei/ Çeviren: Reşit Aşçıoğlu/ Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları/ 636 s.

(*) Cumhuriyet Kitap, 04.09.2008