SEN HİÇ BÜYÜME KÜÇÜK
KIZ (*)
Ali BULUNMAZ
“Punk’ın vaftiz
annesi” diye anılan Patti Smith, ilk albümünü çıkardığı
1975’ten bu yana müzik dünyasının gündeminde. Yalnızca
bununla kalsa iyi, şairliği ve yazarlığı da müzisyenliğiyle at
başı gidiyor. Dünyaya disko yavanlığını pompalayan ABD'de,
gençlere on dokuzuncu yüzyıl Fransız şiiriyle seslenen Smith’in
farklı sesi her zaman ilgi uyandırdı.
Cazcı annesinden gelme
müzisyenliğini, hayranı olduğu dizelerin anavatanı Fransa’da
uğraştığı sokak çalgıcılığıyla pekiştiren Smith’in bir
başka özelliği aktivist olması.
Siyaset, müzik, şiir ve
edebiyatı harmanlayan Smith’in yakın geçmişte ses getiren en
önemli eylemlerinden biri Guantanamo’da haksız yere hapsedilen
iki “mahkûm” için iki şarkı bestelemesiydi. İnsan hakları
ihlalleri nedeniyle öfkelenip “Qana” ve “Without Chains”
adlı parçaları yazan Smith, ne yapmaya çalıştığını
kendisiyle gerçekleştirilen bir söyleşide şöyle açıklamıştı:
“Bu iki şarkıyı
öfkelendiğim olaylar için yazdım. Bir tür tepkiydi. Saçma ve
haksız yere hapsedilen çocuk, genç erkek ve kadınlar var. Ben bir
Amerikalıyım, ödediğim vergilerle İsrail gibi ülkelere
milyarlarca dolar aktarılıyor ve İsrail’le onun yandaşları, bu
paralarla ‘savunma teknolojisi’ geliştirip bombalar üretiyor.
Ardından bunları Qanalılar üzerine bırakıyor. Bu, mide
bulandırıcı bir şey ve daha da önemlisi bir insan hakları
ihlali.” Smith’in duyarlılığı ve eylemci kişiliğini ortaya
koyan güzel bir örnek bu.
“PERİ MASALI”
DEĞİL, GERÇEK
Ondaki duyarlılık sadece
haksızlıklarla sınırlı değil. Yazarlığıyla hem iç dünyasını
açıyor hem kendi yaşamından parçaları yansıtıyor hem de
okurun ruhuna dokunmayı başarıyor. Çoluk
Çocuk bu anlamda elle tutulur bir kitaptı.
Şimdi bir yenisi karşımızda: Hayalperestler.
Aslında burada “yeni”
nitelemesini kullanmak pek yerinde değil, çünkü kitap ABD’de
Smith’in kırk beş yaşına bastığı 1991’de yayımlanmıştı.
Smith, Hayalperestler’de
biraz geriye gidip küçük bir kız çocuğunun gözünden yaşamı
tartıyor deyim yerindeyse. Kitabı yazmaya başladığında “haylaz”
ve türlü yabani otlarla çiçeklerin bittiği bahçesinden
esinlendiğini söylüyor:
“Çocukları okula
gönderip günlük işlerimi hallettikten sonra saatlerce söğütlerin
altında oturur, düşüncelere kapılıp giderdim. Hayalperestler’i
yazmaya başladığımda, yaşamıma işte böylesi bir ruh hali
hâkimdi.”
Smith’in, kitabı
babasına ithaf ettiğini not düşmek gerek. Bunda etkili olan şey,
belki de ona ulaşmanın zorluğuydu. Smith’in ilk kopyayı
babasına verip biraz da endişeyle beklemesi, hatta kitabı
okuyacağını bile ummamasının nedeni de bu olabilir. Ancak her
şey beklentisinin tam tersi yönde gelişir, ölümüne yakın bir
zamanda babası Hayalperestler’le
ilgili düşündüklerini açıklar: “Bana ‘Patricia, kitabını
okudum’ dedi. Eleştirel bir yorum duymaya kendimi hazırladım,
gerçi böylesi kısa bir metne kitap demesine şaşırmıştım.
‘İyi bir yazarsın’ dedi, sonra da bana bir kahve yaptı. Bu,
babamdan hayatı boyunca aldığım tek övgüdür.”
Smith, Hayalperestler’i
bir tür “peri masalı” diye niteleyenlere katılmıyor, çünkü
onun deyişiyle kitaptaki her şey gerçek ve olduğu gibi kaleme
alınmış. Peki, nedir onlar?
Çocukluk bir insanın
ışıltısının veya karanlığının kaynağı çoğunlukla. Tüm
hayatı ve hayalleri etkileyen önemli bir dönem kısacası.
Smith’in bu döneme bakıp gördüklerinin bir dökümü
Hayalperestler. Uzun
zaman yazmayı düşündüğü bir metin. Hiç büyümeyecekmiş gibi
görünen; hep o pencereden bakan veya yatakta oturup misketlerini
(ya da Smith’in deyişiyle “ganimetlerini”) saymaya koyulan
küçük kızın öyküsü bu biraz da: “Gitmiştim, artık orada
değildim ama kimse bunun farkında değildi. Çünkü hepsine hâlâ
oradaymışım gibi geliyordu; küçük yatağımın üstünde
oturmuş, oyuna dalmış gibi görünüyordum.”
Smith,
Hayalperestler’i küçüklüğünü ya da
kendini bilmeye başladığı dönemi kapsayan bir tür anı kitabı
gibi kurgulamış. O kurgunun en önemli yanı, metnin sözcüklerle
çizilen bir resme benzemesi. Bugünün Smith’i küçük kızın
yanına çökmüş, onun çizdiklerini, görüp duyduklarını ve
hayallerini kelimelere döküyor.
Yeri gelmişken Smith, o
yaşlarda hayal kurmanın bir çocuk için adeta “bir iş” veya
“görev”, yani çocukluğun gereği olduğunu söylüyor; çocuk
aklının fırdöndülüğünün bir ürünü anlayacağınız.
Smith, her şeyi tüm çıplaklığıyla görüp söyleyen ama öbür
taraftan da olmadık şeylere kafa yoran o çocukluk haliyle bir
bakıma saklambaç oynuyor:
“Küçükken başka bir
yerden gelme duygusuyla coşkuya kapılıp etrafı gözetleriz.
İçimize bakar, inceler, yabancı olanı çekip çıkarırız. Göz
alabildiğine açık, altından bir alana varırız ya da çoğu kez
bir buluta rast geliriz; bulutlarda yaşayanlardan bir ırka. Bunlar,
çocukkenki düşüncelerimizdir.”
Bir çocuk için hemen her
günün doğum günü coşkusuyla ilerlediğini belirtiyor Smith. O
heyecanın, bütün yaramazlıkları ve hareketi yönlendirdiğini de
ekliyor. Bulutların üzerinde gezinmenin nedeni bu işte. Kimsenin
görmediğini fark etmenin de. Naiflik elden gitmeden yaşanması
gereken büyük bir özgürlük bu.
Smith’in satır
aralarından anladığımıza göre, o kız çocuğunun çılgınca
bir öğrenme dürtüsü var. Öğrenmek de en beklenmedik şeyleri
kavramak da bir çeşit hayal. Örnek mi? Mesela yazı: “Tüm el
yazılarını tek tek iyice öğrenirsem biraz olsun yazarların
ruhunu, hatta bağımsızlık duygusunun kendisini yakalayacağımı
hayal ederdim.”
Yazar, o günleri bazen
bir patika yolda yürür bazen hiç tanımadığı bir şehirdeki
garip yerleşim yerlerini izler, kimi zaman bir balıkçı ağına
takılmış kimi zaman da bir atın peşine düşmüş gibi
anlatıyor. Birden bire bir resmin içinde buluyoruz kendimizi:
“Beyaz bir çizim oldu. Kuşlar gitmiş, gökyüzünü terk etmiş
(…) St. Gottard Geçidi’ni geçerken Rimbaud’nun fotoğrafladığı
beyaz ıstırap gibi. Ölülerin ağlarken gözlerine bastırdığı
tülbent gibi. Uzaklarda bir yerin ya da terk edilmiş bir kafenin
boş duvarlarını süsleyecek, beyaz bir çizim.”
“NEDENSİZ NEŞE”
Kendini o yaşlarda bile
korkusuzca farklılaştırabilen ayrıksı yollara girmeyi aklına
koyan bir Smith göz kırpıyor bize. Çizime kendini kaptıran ve
sonra bir gün bundan vazgeçen bir kız çocuğu: “Bazı şeyler
ve bazı şeylerin biçimi beni heyecanlandırırdı. Kolalı, beyaz
bir yaka… Koyu renk bir paltonun üzerinde kontrast oluşturan
muhteşem eller… Bu rahatsızlık verici ölçütlerden kendimi
kurtarabilmek için çizerdim ama belli bir süre sonra çizim
yapmanın kendisi gereğinden fazla önem kazandı ve bir tür işe
-hiç uzatmadan terk ettiğim bir işkenceye- dönüştü.” Smith’e
bunları söyleten ise o zamanlarda ayırdına vardığı çok önemli
bir gerçek: “Emin olabileceğim tek bir şey var: Değişim.”
Resme merak salmışken
kendini sözcüklerin kucağında bulan, zaman zaman bocalayan
Smith’in çığlık atmaya, içinde ne varsa kurtulmaya yeltendiği
anlar da olur. Şiir kalıntılarıyla renklenen gökyüzünün
altında dolanan o çocuk, en sonunda “ucu bucağı olmayan bir
genişlikte, bir hayalet gibi oradan oraya koşarak yüce ağaçlara
sarılır ve kendini onların saf, melun kucağına bırakır.”
Yazdıklarına
baktığımızda 1957’nin Smith’in yaşamında hayli önemli bir
yeri olduğunu görüyoruz. O yıl, en küçük kardeşi doğunca
aile hareketleniyor, bu sürpriz herkesi etkiliyor. Bu neşeli
çocuğun ismi de bir televizyon reklamından esinlenerek Kimberly
konuyor. Özetle tesadüfler birbirini izliyor. Bu doğum, kökten
değişiklikleri de getiriyor: Şehir değişikliği, evdeki
hayvanlardan vazgeçme bunlardan sadece ikisi. O dönemde Smith hiç
olmadığı kadar hayalperestlere sığınıyor, onlardan güç
alıyor.
Sürgit değişimde yol
alırken araya Smith’in özlemleri de giriyor. Hayalperestler
mesaiye ara veriyor bu anlarda: “Alna yazılan başa geldi;
atalarımdan çok farklı bir yolda yürüdüm. Ancak yine de onların
hayat felsefesine sahip olmayı hep sürdürdüm. Seyahatlerimde ne
zaman otlayan koyunlarla dolu bir bayır ya da kestane ağaçlarının
altında duran bir değnek görsem derin bir özlem duygusu kaplar
içimi. Yeniden, hiç olmadığım biri olmak için duyduğum bir
özlemdir bu.”
Öğle uykusuna dalan bir
çocuğun huzurlu halleri gibi anlatılan yıllar içinde Smith’in
zamanı durduramayıp büyümesiyle yavaş yavaş hayalperestlerden
uzağa düşüşüne de rastlıyoruz. Dertleştiği, yolculuklarını
anlattığı ve bazen de “akıl aldığı” bu dostlar, Smith’i
yine uçursa da eskisi kadar sık görünmemeye başlar.
Göründüğündeyse hep aynı imge iş başındadır: “Kendimi
çayırın üzerinde görüyorum, havadayım; o zaman ne hissettiysem
aynısını hissediyorum: Kelimelere dökmemin mümkün olmadığı,
tertemiz bir neşe duygusu.”
Smith’in hayal dolu,
temiz ve her zaman ona yol gösteren ışıltılı dünyasını bir
şekilde insanlara açmak, en büyük hayallerinden biri olmuş hep.
“Bir kitap yazacağımı hayal etmişimdir, kısacık da olsa
insanı kendi dünyasından çekip alacak, ölçüp biçilmeyen,
hatta sonradan hatırlanamayan bir diyara taşıyacak” dediği bir
kitap Hayalperestler.
Hatta “üzerindeki ölü toprağını kaldıran” ve onu “nedensiz
yere bir neşeye iten” bir metin. O “nedensiz neşeyi” unutalı
epey zaman mı oldu ne? Kim bilir…
Hayalperestler/
Patti Smith/ Emre Ülgen Dal/ Domingo
Yayıncılık/ 80 s.
(*) Cumhuriyet
Kitap, 31.05.2012
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder