27 Haziran 2012 Çarşamba



SEN HİÇ BÜYÜME KÜÇÜK KIZ (*)
Ali BULUNMAZ

Punk’ın vaftiz annesi” diye anılan Patti Smith, ilk albümünü çıkardığı 1975’ten bu yana müzik dünyasının gündeminde. Yalnızca bununla kalsa iyi, şairliği ve yazarlığı da müzisyenliğiyle at başı gidiyor. Dünyaya disko yavanlığını pompalayan ABD'de, gençlere on dokuzuncu yüzyıl Fransız şiiriyle seslenen Smith’in farklı sesi her zaman ilgi uyandırdı.

Cazcı annesinden gelme müzisyenliğini, hayranı olduğu dizelerin anavatanı Fransa’da uğraştığı sokak çalgıcılığıyla pekiştiren Smith’in bir başka özelliği aktivist olması.

Siyaset, müzik, şiir ve edebiyatı harmanlayan Smith’in yakın geçmişte ses getiren en önemli eylemlerinden biri Guantanamo’da haksız yere hapsedilen iki “mahkûm” için iki şarkı bestelemesiydi. İnsan hakları ihlalleri nedeniyle öfkelenip “Qana” ve “Without Chains” adlı parçaları yazan Smith, ne yapmaya çalıştığını kendisiyle gerçekleştirilen bir söyleşide şöyle açıklamıştı:

Bu iki şarkıyı öfkelendiğim olaylar için yazdım. Bir tür tepkiydi. Saçma ve haksız yere hapsedilen çocuk, genç erkek ve kadınlar var. Ben bir Amerikalıyım, ödediğim vergilerle İsrail gibi ülkelere milyarlarca dolar aktarılıyor ve İsrail’le onun yandaşları, bu paralarla ‘savunma teknolojisi’ geliştirip bombalar üretiyor. Ardından bunları Qanalılar üzerine bırakıyor. Bu, mide bulandırıcı bir şey ve daha da önemlisi bir insan hakları ihlali.” Smith’in duyarlılığı ve eylemci kişiliğini ortaya koyan güzel bir örnek bu.

PERİ MASALI” DEĞİL, GERÇEK
Ondaki duyarlılık sadece haksızlıklarla sınırlı değil. Yazarlığıyla hem iç dünyasını açıyor hem kendi yaşamından parçaları yansıtıyor hem de okurun ruhuna dokunmayı başarıyor. Çoluk Çocuk bu anlamda elle tutulur bir kitaptı. Şimdi bir yenisi karşımızda: Hayalperestler.

Aslında burada “yeni” nitelemesini kullanmak pek yerinde değil, çünkü kitap ABD’de Smith’in kırk beş yaşına bastığı 1991’de yayımlanmıştı. Smith, Hayalperestler’de biraz geriye gidip küçük bir kız çocuğunun gözünden yaşamı tartıyor deyim yerindeyse. Kitabı yazmaya başladığında “haylaz” ve türlü yabani otlarla çiçeklerin bittiği bahçesinden esinlendiğini söylüyor:

Çocukları okula gönderip günlük işlerimi hallettikten sonra saatlerce söğütlerin altında oturur, düşüncelere kapılıp giderdim. Hayalperestler’i yazmaya başladığımda, yaşamıma işte böylesi bir ruh hali hâkimdi.”

Smith’in, kitabı babasına ithaf ettiğini not düşmek gerek. Bunda etkili olan şey, belki de ona ulaşmanın zorluğuydu. Smith’in ilk kopyayı babasına verip biraz da endişeyle beklemesi, hatta kitabı okuyacağını bile ummamasının nedeni de bu olabilir. Ancak her şey beklentisinin tam tersi yönde gelişir, ölümüne yakın bir zamanda babası Hayalperestler’le ilgili düşündüklerini açıklar: “Bana ‘Patricia, kitabını okudum’ dedi. Eleştirel bir yorum duymaya kendimi hazırladım, gerçi böylesi kısa bir metne kitap demesine şaşırmıştım. ‘İyi bir yazarsın’ dedi, sonra da bana bir kahve yaptı. Bu, babamdan hayatı boyunca aldığım tek övgüdür.”
Smith, Hayalperestler’i bir tür “peri masalı” diye niteleyenlere katılmıyor, çünkü onun deyişiyle kitaptaki her şey gerçek ve olduğu gibi kaleme alınmış. Peki, nedir onlar?

Çocukluk bir insanın ışıltısının veya karanlığının kaynağı çoğunlukla. Tüm hayatı ve hayalleri etkileyen önemli bir dönem kısacası. Smith’in bu döneme bakıp gördüklerinin bir dökümü Hayalperestler. Uzun zaman yazmayı düşündüğü bir metin. Hiç büyümeyecekmiş gibi görünen; hep o pencereden bakan veya yatakta oturup misketlerini (ya da Smith’in deyişiyle “ganimetlerini”) saymaya koyulan küçük kızın öyküsü bu biraz da: “Gitmiştim, artık orada değildim ama kimse bunun farkında değildi. Çünkü hepsine hâlâ oradaymışım gibi geliyordu; küçük yatağımın üstünde oturmuş, oyuna dalmış gibi görünüyordum.”

Smith, Hayalperestler’i küçüklüğünü ya da kendini bilmeye başladığı dönemi kapsayan bir tür anı kitabı gibi kurgulamış. O kurgunun en önemli yanı, metnin sözcüklerle çizilen bir resme benzemesi. Bugünün Smith’i küçük kızın yanına çökmüş, onun çizdiklerini, görüp duyduklarını ve hayallerini kelimelere döküyor.

Yeri gelmişken Smith, o yaşlarda hayal kurmanın bir çocuk için adeta “bir iş” veya “görev”, yani çocukluğun gereği olduğunu söylüyor; çocuk aklının fırdöndülüğünün bir ürünü anlayacağınız. Smith, her şeyi tüm çıplaklığıyla görüp söyleyen ama öbür taraftan da olmadık şeylere kafa yoran o çocukluk haliyle bir bakıma saklambaç oynuyor:

Küçükken başka bir yerden gelme duygusuyla coşkuya kapılıp etrafı gözetleriz. İçimize bakar, inceler, yabancı olanı çekip çıkarırız. Göz alabildiğine açık, altından bir alana varırız ya da çoğu kez bir buluta rast geliriz; bulutlarda yaşayanlardan bir ırka. Bunlar, çocukkenki düşüncelerimizdir.”

Bir çocuk için hemen her günün doğum günü coşkusuyla ilerlediğini belirtiyor Smith. O heyecanın, bütün yaramazlıkları ve hareketi yönlendirdiğini de ekliyor. Bulutların üzerinde gezinmenin nedeni bu işte. Kimsenin görmediğini fark etmenin de. Naiflik elden gitmeden yaşanması gereken büyük bir özgürlük bu.

Smith’in satır aralarından anladığımıza göre, o kız çocuğunun çılgınca bir öğrenme dürtüsü var. Öğrenmek de en beklenmedik şeyleri kavramak da bir çeşit hayal. Örnek mi? Mesela yazı: “Tüm el yazılarını tek tek iyice öğrenirsem biraz olsun yazarların ruhunu, hatta bağımsızlık duygusunun kendisini yakalayacağımı hayal ederdim.”

Yazar, o günleri bazen bir patika yolda yürür bazen hiç tanımadığı bir şehirdeki garip yerleşim yerlerini izler, kimi zaman bir balıkçı ağına takılmış kimi zaman da bir atın peşine düşmüş gibi anlatıyor. Birden bire bir resmin içinde buluyoruz kendimizi: “Beyaz bir çizim oldu. Kuşlar gitmiş, gökyüzünü terk etmiş (…) St. Gottard Geçidi’ni geçerken Rimbaud’nun fotoğrafladığı beyaz ıstırap gibi. Ölülerin ağlarken gözlerine bastırdığı tülbent gibi. Uzaklarda bir yerin ya da terk edilmiş bir kafenin boş duvarlarını süsleyecek, beyaz bir çizim.”

NEDENSİZ NEŞE”
Kendini o yaşlarda bile korkusuzca farklılaştırabilen ayrıksı yollara girmeyi aklına koyan bir Smith göz kırpıyor bize. Çizime kendini kaptıran ve sonra bir gün bundan vazgeçen bir kız çocuğu: “Bazı şeyler ve bazı şeylerin biçimi beni heyecanlandırırdı. Kolalı, beyaz bir yaka… Koyu renk bir paltonun üzerinde kontrast oluşturan muhteşem eller… Bu rahatsızlık verici ölçütlerden kendimi kurtarabilmek için çizerdim ama belli bir süre sonra çizim yapmanın kendisi gereğinden fazla önem kazandı ve bir tür işe -hiç uzatmadan terk ettiğim bir işkenceye- dönüştü.” Smith’e bunları söyleten ise o zamanlarda ayırdına vardığı çok önemli bir gerçek: “Emin olabileceğim tek bir şey var: Değişim.”

Resme merak salmışken kendini sözcüklerin kucağında bulan, zaman zaman bocalayan Smith’in çığlık atmaya, içinde ne varsa kurtulmaya yeltendiği anlar da olur. Şiir kalıntılarıyla renklenen gökyüzünün altında dolanan o çocuk, en sonunda “ucu bucağı olmayan bir genişlikte, bir hayalet gibi oradan oraya koşarak yüce ağaçlara sarılır ve kendini onların saf, melun kucağına bırakır.”

Yazdıklarına baktığımızda 1957’nin Smith’in yaşamında hayli önemli bir yeri olduğunu görüyoruz. O yıl, en küçük kardeşi doğunca aile hareketleniyor, bu sürpriz herkesi etkiliyor. Bu neşeli çocuğun ismi de bir televizyon reklamından esinlenerek Kimberly konuyor. Özetle tesadüfler birbirini izliyor. Bu doğum, kökten değişiklikleri de getiriyor: Şehir değişikliği, evdeki hayvanlardan vazgeçme bunlardan sadece ikisi. O dönemde Smith hiç olmadığı kadar hayalperestlere sığınıyor, onlardan güç alıyor.

Sürgit değişimde yol alırken araya Smith’in özlemleri de giriyor. Hayalperestler mesaiye ara veriyor bu anlarda: “Alna yazılan başa geldi; atalarımdan çok farklı bir yolda yürüdüm. Ancak yine de onların hayat felsefesine sahip olmayı hep sürdürdüm. Seyahatlerimde ne zaman otlayan koyunlarla dolu bir bayır ya da kestane ağaçlarının altında duran bir değnek görsem derin bir özlem duygusu kaplar içimi. Yeniden, hiç olmadığım biri olmak için duyduğum bir özlemdir bu.”

Öğle uykusuna dalan bir çocuğun huzurlu halleri gibi anlatılan yıllar içinde Smith’in zamanı durduramayıp büyümesiyle yavaş yavaş hayalperestlerden uzağa düşüşüne de rastlıyoruz. Dertleştiği, yolculuklarını anlattığı ve bazen de “akıl aldığı” bu dostlar, Smith’i yine uçursa da eskisi kadar sık görünmemeye başlar. Göründüğündeyse hep aynı imge iş başındadır: “Kendimi çayırın üzerinde görüyorum, havadayım; o zaman ne hissettiysem aynısını hissediyorum: Kelimelere dökmemin mümkün olmadığı, tertemiz bir neşe duygusu.”

Smith’in hayal dolu, temiz ve her zaman ona yol gösteren ışıltılı dünyasını bir şekilde insanlara açmak, en büyük hayallerinden biri olmuş hep. “Bir kitap yazacağımı hayal etmişimdir, kısacık da olsa insanı kendi dünyasından çekip alacak, ölçüp biçilmeyen, hatta sonradan hatırlanamayan bir diyara taşıyacak” dediği bir kitap Hayalperestler. Hatta “üzerindeki ölü toprağını kaldıran” ve onu “nedensiz yere bir neşeye iten” bir metin. O “nedensiz neşeyi” unutalı epey zaman mı oldu ne? Kim bilir…

Hayalperestler/ Patti Smith/ Emre Ülgen Dal/ Domingo Yayıncılık/ 80 s.

(*) Cumhuriyet Kitap, 31.05.2012



Hiç yorum yok: