BİR ÖYKÜ ANLAT
CARVER (*)
Ali BULUNMAZ
Raymond Carver’a ister şair deyin
ister öykücü, ikisi de kabul. Ama kısa öykülerinin, her ne
yaptıysa hepsinin önünde olduğunu unutmamalı. Bu adamın
hikâyelerinde anlattığı insanlar gibi sıkıntılı bir yaşamı
oldu. Anlayacağınız kirli gerçekçiliği iliklerine kadar
hissetti Carver. Kim bilir, her kahramanıyla bizim kulağımıza kar
suyu kaçırmak istedi belki de…
Kısa kısa yazmasının nedeni, uzun
uzun döktürme beceriksizliği değildi kuşkusuz. Kısa, Carver
için etkili olandı. Denedi ve başardı, tıpkı kendi hayatı
gibi. Ellisinde göçüp giden bu adam ardında (gayet normal biçimde
ölümünden sonra) çok daha fazla konuşulan eserler bıraktı.
Örneğin en çok tantana yaratan Katedral ya da Aşktan
Sözettiğimizde Sözünü Ettiklerimiz.
Carver’ın geride bıraktıklarını
anlamak için sokağa adım atmak gerek. Daha doğrusu insanlara,
aynı onun yaptığı gibi dikkatle bakmak ve elbette görmek. Olanı
yakalayıp anlamlandırmanın en geçerli yolu bu. Ancak Carver
sadece iyi bir anlatıcı değil, aynı zamanda bir kurgu ustası.
Sade ve başarılı bir öykücü. Desteği buradan alıyor. Bu
nedenle ilk bakışta yavan gibi görülebilecek öykülerin satır
araları hayli yüklü. Neyle mi? Yalnızca insanla; insana dair ne
varsa ve halının altına süpürülenlerle. Kısacası canımızı
yakan ama ötelemeyi tercih edip mutluymuş gibi davranmamızı
sağlayan her şeyle. Carver’ın gittiği ve bizi sürüklediği
yolda bu ayrıntılar önemli.
KISA BİR YÜRÜYÜŞ
Lütfen Sessiz Olur musun, Lütfen?,
Carver’ın anlatı yolculuğunda dikkat çeken duraklardan biri.
İki ucu birbirinden çetrefil değnek olan yaşamda Carver, acı ve
mutluluğun insanı nasıl etkilediğini sayfalara taşırken bizi
kendimizle yüzleştiriyor. Kısa öykülerin sıradan kahramanları
ve yalınlığın çarpıcılığı: Carver’ın büyüsü burada ve
Lütfen Sessiz Olur musun, Lütfen? de o tılsımı fazlasıyla
veriyor.
Carver’ın öykülerindeki tipleri
genel biçimde değerlendirmek gerekirse kimisi kaybeden, kimi
tutunamayan, kimi mutlu, kimi endişeli, bazısı hafif paranoyak,
çoğu düşünceli, bir bölümü çekingen ve bazısı girişken.
Yani ayakları yere basmayan veya bizden uzağa düşen kimse yok
satırlarda. Hemen hepsinin düz bir yaşamı var ama olaylar,
Carver’ın ekonomik davrandığı öykülerdeki alt metinlerde ya
da ayrıntılarda gizli: Yazar, az malzemeyle iş görüyor fakat
eşelemeyi bilen için özünde bir derya duruyor.
Carver’ın kitaptaki öyküleri
incelendiğinde hemen hepsinin konsantre metinler olduğunu
görüyoruz. Yazarın o hoş kuralı işlettiği ve kısa yazmak için
uzun zaman harcadığı belli. Çünkü az sözle sayfalara epey şey
sıkıştırdığı dikkatlerden kaçmıyor. Dahası buradaki
bireyler olabildiğince kendisi; kaygıyla var olsalar da, endişeleri
bulunsa ve belli bir hayat kavgası içinde yer alsalar da hiçbiri
kendisi olmaktan vazgeçmiyor, neyse o kısacası; sade, içten ve
kendini bilen. Bir de yazar, o kadar doğal bir anlatımla hareket
ediyor ki bütün öykülerde günlük yaşamın iyi kurgulanmış
yanlarını rahatlıkla bulabiliyorsunuz. Hani bunlara mülayim
metinler desek yeri. İşte onlardan bir parça; Carver ya da
hikâyenin kahramanı, Henry Robinson’ı tanıtıyor:
“Adım Henry Robinson. Postacıyım,
bir federal kamu görevlisiyim, 1947’den beri de öyleyim. Savaş
sırasında ordudaki üç yıllık görevim dışında, bütün
hayatım boyunca Batı’da yaşadım. Boşanalı yirmi yıl oluyor,
neredeyse o kadar zamandır görmediğim iki çocuğum var. Ne uçarı
bir adamım ne de bana göre ciddi. Kanımca bugünlerde bir erkek
ikisinden de biraz olmalı. Çalışmanın değerine de inanırım,
ne kadar çok çalışırsan o kadar iyidir. Çalışmayan bir adamın
ellerinin altında çok fazla zaman vardır, kendisine ve sorunlarına
kafa yoracak çok zamanı vardır.”
Carver, gözüne takılan kişileri,
olay ve mekânları öyküleştirmiş. Doğallığın kaynağı da
bu, öykülerin gücünün de. Hikâyeleri okurken hava almak için
kısa bir süreliğine yürüyüşe çıkmış gibisiniz adeta.
OLAYLARIN İÇİNDEKİ OKUR
Carver’ın öykülerinde herkes
kendine ait bir şeyler bulabilir rahatlıkla. Hatta kahramanlarla
kendini özdeşleştirebilir. Örneğin Al, o da bizden biri: “Al,
sürükleniyordu, sürüklendiğini de biliyordu, bütün bunların
nerede son bulacağını da tahmin edemiyordu. Ama her şeyin
kontrolünü yitirdiğini hissetmeye başlıyordu. Her şeyin.
Geçenlerde yine yaşlılığı düşünürken yakalamıştı
kendini, birkaç gün kabızlık çektikten sonra; hep yaşlılarla
bağdaştırdığı bir rahatsızlık. Sonra, küçücük kel nokta
meselesi ve saçını nasıl farklı biçimde tarayabileceğini merak
etmeye başlaması vardı. Hayatıyla ne yapacağını bilmek
istiyordu. Otuz bir yaşındaydı (…) Bir yerden başlaması
gerekiyordu, işleri yoluna koymalı, her şeyi düzene sokmalıydı.
Bir şeyler yapmanın zamanı gelmişti, bir değişiklik yapıp
doğru düşünmenin zamanı ve niyeti bu akşam başlamaktı. Köpeği
kandırıp çaktırmadan arabaya sokacak ve bir bahane uydurup dışarı
çıkacaktı. Ancak Betty’nin, onun giyinmesini izlerken başını
öne eğeceğini ve daha sonra, tam kapıdan çıkacakken kendini
daha kötü hissetmesine yol açan teslimiyetçi bir sesle nereye
gittiğini ne kadar kalacağını vs. soracağını düşünmekten
nefret ediyordu. Yalan söylemeye bir türlü alışamamıştı.”
Carver’ın biçeminin en önemli yanı
dolgun betimlemeler. Fakat yanlış anlaşılmasın, bu hareketi
kesinlikle kıssadan hisseleri ötelemiyor. Aksine onları
güçlendiriyor. Betimlemelerle yürüyen hikâyelerinde yazar, her
neyi öne çıkaracaksa bunu, ne gözümüze sokarak ne de süslü
laflarla yapıyor. Onun derdi herhangi bir duyguyu sömürmek veya o
duygudan yararlanmak değil, hisleri ve yansımalarını insani bir
şekilde okura sunmak. Carver bu noktada hiç kabızlık çekmiyor,
çok rahat ve okuru kesinlikle yormuyor. Aynı rahatlık,
metaforlarla gerçeğin kolayca kesişmesini de sağlıyor: “Her
şey hesaba katıldığında, o kadar da kötü hissetmediğini
düşündü. Dünya köpeklerle doluydu. Her tarafta köpekler vardı.
Bazı köpekler çekilir gibi değildi.”
Carver’ın, ruh hallerini
anlatımındaki sakinlik kesinlikle rahatsız edici değil. Mutlu bir
anı veya gerilimli bir zaman dilimini aktarırken yan öğelerle
hikâyeyi oldukça serinkanlı bir şekilde besliyor ve okuyanı olup
bitenin içine çekiyor. Orada manzaranın bir parçası haline gelen
ve öyküye katılan okur, her şeyi neredeyse birebir yaşıyor ama
ne olursa olsun tansiyonu yükselmiyor; Carver bunun dozunu çok iyi
ayarlıyor.
Öykülerde anlatılanlar, her zaman
hayatın bir köşesine sıkışıp debelenenlerden ibaret değil
elbette. İşin mizahi yanı da söz konusu. Tabii burada Carver yine
devreye girip güldürüyü sulandırmadan gayet ince biçimde
espriyi patlatıyor. Ne de olsa hayat yalnızca bulantı ve
sıkıntıdan ibaret oluşmuyor. Carver bu anlamda da dengeyi çok
iyi oturtuyor.
YALINLIĞIN ANLATICISI
Carver’ın öykü kişileri metainsan
değil; çelişkileri, yanılgıları, hazları, mutlulukları ve
duvara toslayışlarıyla katıksız insan. Hal böyle olunca onların
dünyasına girmek, orada dolanıp onlarla nefes almak da
kolaylaşıyor. Bu insanlar bazen kendini arıyor bazen bir
başkasını. Kimi zaman da hayattaki amacını ve gideceği yönü.
Carver’ın, hayatı az biraz kumar
masasında acımasızca süren bir oyuna benzettiğini de
hissediyoruz. Oyuncular diziliyor, kâğıtlar dağıtılıyor;
herkes birbirinin gözüne sonra da elindeki kartlara bakıyor.
Müthiş bir gerilim ve heyecan. Kazanan ve kaybedenler yine satır
aralarında gizli.
Carver’ın öykülerindeki insanlar,
bizim gibi daha doğrusu bizden; çoğu zaman akıntıya karşı
kürek çeken ve hatalarının acısını duyumsayan bireyler. Öyle
olağanüstü kahramanlar beklenmemeli Carver’dan. Onlar bir bakıma
kirli gerçekçiliğin yansıması. Yani sokakta ve hep yanı
başımızdaki sıradan insanlar.
O halde Carver’ın özgünlüğü
nerede? Yazarı öne çıkaran şey detaylarda saklı. Carver bu
insanlar ve başına gelenleri öyle bir anlatıyor ki sürekli
sağımızda solumuzda duran, önümüzden geçip giden kişilere
dair körlüğümüzü alıp götürüyor.
Carver’a yalınlığın anlatıcısı
diyebiliriz. Onun başarısı sadeliğinde: İnsanları bir gölge
gibi izliyor ve sonra okura da izletiyor. Uzun sessizlikleri saman
alevi gibi parlamalar takip ediyor. Sıradan dünyanın, insan ve
olayların tasviriyle beraber nihayet Carver, aslında bizim bu
dünyanın dışına hiç çıkamadığımızı nazikçe yüzümüze
çarpıyor.
Carver’ın öykülerini okuduktan
sonra akılda ne kalıyor? Hiçbir şey. Gerçekten öyle mi peki?
Öyle gibi görünüyor ama bu bir yanılsama. Carver, hikâyeleriyle
bize “ben de buna benzer şeyler yaşadım” dedirtiyor. İşte
bunu yakalamak önemli. Esas etkileyici olan da bu…
Lütfen Sessiz Olur musun, Lütfen?/
Raymond Carver/ Çeviren: Ayça Sabuncuoğlu/ Can Yayınları/ 254
s.
(*) Cumhuriyet Kitap, 17.05.2012
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder