27 Haziran 2012 Çarşamba



BİR ÖYKÜ ANLAT CARVER (*)
Ali BULUNMAZ

Raymond Carver’a ister şair deyin ister öykücü, ikisi de kabul. Ama kısa öykülerinin, her ne yaptıysa hepsinin önünde olduğunu unutmamalı. Bu adamın hikâyelerinde anlattığı insanlar gibi sıkıntılı bir yaşamı oldu. Anlayacağınız kirli gerçekçiliği iliklerine kadar hissetti Carver. Kim bilir, her kahramanıyla bizim kulağımıza kar suyu kaçırmak istedi belki de…

Kısa kısa yazmasının nedeni, uzun uzun döktürme beceriksizliği değildi kuşkusuz. Kısa, Carver için etkili olandı. Denedi ve başardı, tıpkı kendi hayatı gibi. Ellisinde göçüp giden bu adam ardında (gayet normal biçimde ölümünden sonra) çok daha fazla konuşulan eserler bıraktı. Örneğin en çok tantana yaratan Katedral ya da Aşktan Sözettiğimizde Sözünü Ettiklerimiz.

Carver’ın geride bıraktıklarını anlamak için sokağa adım atmak gerek. Daha doğrusu insanlara, aynı onun yaptığı gibi dikkatle bakmak ve elbette görmek. Olanı yakalayıp anlamlandırmanın en geçerli yolu bu. Ancak Carver sadece iyi bir anlatıcı değil, aynı zamanda bir kurgu ustası. Sade ve başarılı bir öykücü. Desteği buradan alıyor. Bu nedenle ilk bakışta yavan gibi görülebilecek öykülerin satır araları hayli yüklü. Neyle mi? Yalnızca insanla; insana dair ne varsa ve halının altına süpürülenlerle. Kısacası canımızı yakan ama ötelemeyi tercih edip mutluymuş gibi davranmamızı sağlayan her şeyle. Carver’ın gittiği ve bizi sürüklediği yolda bu ayrıntılar önemli.

KISA BİR YÜRÜYÜŞ
Lütfen Sessiz Olur musun, Lütfen?, Carver’ın anlatı yolculuğunda dikkat çeken duraklardan biri. İki ucu birbirinden çetrefil değnek olan yaşamda Carver, acı ve mutluluğun insanı nasıl etkilediğini sayfalara taşırken bizi kendimizle yüzleştiriyor. Kısa öykülerin sıradan kahramanları ve yalınlığın çarpıcılığı: Carver’ın büyüsü burada ve Lütfen Sessiz Olur musun, Lütfen? de o tılsımı fazlasıyla veriyor.

Carver’ın öykülerindeki tipleri genel biçimde değerlendirmek gerekirse kimisi kaybeden, kimi tutunamayan, kimi mutlu, kimi endişeli, bazısı hafif paranoyak, çoğu düşünceli, bir bölümü çekingen ve bazısı girişken. Yani ayakları yere basmayan veya bizden uzağa düşen kimse yok satırlarda. Hemen hepsinin düz bir yaşamı var ama olaylar, Carver’ın ekonomik davrandığı öykülerdeki alt metinlerde ya da ayrıntılarda gizli: Yazar, az malzemeyle iş görüyor fakat eşelemeyi bilen için özünde bir derya duruyor.

Carver’ın kitaptaki öyküleri incelendiğinde hemen hepsinin konsantre metinler olduğunu görüyoruz. Yazarın o hoş kuralı işlettiği ve kısa yazmak için uzun zaman harcadığı belli. Çünkü az sözle sayfalara epey şey sıkıştırdığı dikkatlerden kaçmıyor. Dahası buradaki bireyler olabildiğince kendisi; kaygıyla var olsalar da, endişeleri bulunsa ve belli bir hayat kavgası içinde yer alsalar da hiçbiri kendisi olmaktan vazgeçmiyor, neyse o kısacası; sade, içten ve kendini bilen. Bir de yazar, o kadar doğal bir anlatımla hareket ediyor ki bütün öykülerde günlük yaşamın iyi kurgulanmış yanlarını rahatlıkla bulabiliyorsunuz. Hani bunlara mülayim metinler desek yeri. İşte onlardan bir parça; Carver ya da hikâyenin kahramanı, Henry Robinson’ı tanıtıyor:

“Adım Henry Robinson. Postacıyım, bir federal kamu görevlisiyim, 1947’den beri de öyleyim. Savaş sırasında ordudaki üç yıllık görevim dışında, bütün hayatım boyunca Batı’da yaşadım. Boşanalı yirmi yıl oluyor, neredeyse o kadar zamandır görmediğim iki çocuğum var. Ne uçarı bir adamım ne de bana göre ciddi. Kanımca bugünlerde bir erkek ikisinden de biraz olmalı. Çalışmanın değerine de inanırım, ne kadar çok çalışırsan o kadar iyidir. Çalışmayan bir adamın ellerinin altında çok fazla zaman vardır, kendisine ve sorunlarına kafa yoracak çok zamanı vardır.”

Carver, gözüne takılan kişileri, olay ve mekânları öyküleştirmiş. Doğallığın kaynağı da bu, öykülerin gücünün de. Hikâyeleri okurken hava almak için kısa bir süreliğine yürüyüşe çıkmış gibisiniz adeta.

OLAYLARIN İÇİNDEKİ OKUR
Carver’ın öykülerinde herkes kendine ait bir şeyler bulabilir rahatlıkla. Hatta kahramanlarla kendini özdeşleştirebilir. Örneğin Al, o da bizden biri: “Al, sürükleniyordu, sürüklendiğini de biliyordu, bütün bunların nerede son bulacağını da tahmin edemiyordu. Ama her şeyin kontrolünü yitirdiğini hissetmeye başlıyordu. Her şeyin. Geçenlerde yine yaşlılığı düşünürken yakalamıştı kendini, birkaç gün kabızlık çektikten sonra; hep yaşlılarla bağdaştırdığı bir rahatsızlık. Sonra, küçücük kel nokta meselesi ve saçını nasıl farklı biçimde tarayabileceğini merak etmeye başlaması vardı. Hayatıyla ne yapacağını bilmek istiyordu. Otuz bir yaşındaydı (…) Bir yerden başlaması gerekiyordu, işleri yoluna koymalı, her şeyi düzene sokmalıydı. Bir şeyler yapmanın zamanı gelmişti, bir değişiklik yapıp doğru düşünmenin zamanı ve niyeti bu akşam başlamaktı. Köpeği kandırıp çaktırmadan arabaya sokacak ve bir bahane uydurup dışarı çıkacaktı. Ancak Betty’nin, onun giyinmesini izlerken başını öne eğeceğini ve daha sonra, tam kapıdan çıkacakken kendini daha kötü hissetmesine yol açan teslimiyetçi bir sesle nereye gittiğini ne kadar kalacağını vs. soracağını düşünmekten nefret ediyordu. Yalan söylemeye bir türlü alışamamıştı.”

Carver’ın biçeminin en önemli yanı dolgun betimlemeler. Fakat yanlış anlaşılmasın, bu hareketi kesinlikle kıssadan hisseleri ötelemiyor. Aksine onları güçlendiriyor. Betimlemelerle yürüyen hikâyelerinde yazar, her neyi öne çıkaracaksa bunu, ne gözümüze sokarak ne de süslü laflarla yapıyor. Onun derdi herhangi bir duyguyu sömürmek veya o duygudan yararlanmak değil, hisleri ve yansımalarını insani bir şekilde okura sunmak. Carver bu noktada hiç kabızlık çekmiyor, çok rahat ve okuru kesinlikle yormuyor. Aynı rahatlık, metaforlarla gerçeğin kolayca kesişmesini de sağlıyor: “Her şey hesaba katıldığında, o kadar da kötü hissetmediğini düşündü. Dünya köpeklerle doluydu. Her tarafta köpekler vardı. Bazı köpekler çekilir gibi değildi.”

Carver’ın, ruh hallerini anlatımındaki sakinlik kesinlikle rahatsız edici değil. Mutlu bir anı veya gerilimli bir zaman dilimini aktarırken yan öğelerle hikâyeyi oldukça serinkanlı bir şekilde besliyor ve okuyanı olup bitenin içine çekiyor. Orada manzaranın bir parçası haline gelen ve öyküye katılan okur, her şeyi neredeyse birebir yaşıyor ama ne olursa olsun tansiyonu yükselmiyor; Carver bunun dozunu çok iyi ayarlıyor.

Öykülerde anlatılanlar, her zaman hayatın bir köşesine sıkışıp debelenenlerden ibaret değil elbette. İşin mizahi yanı da söz konusu. Tabii burada Carver yine devreye girip güldürüyü sulandırmadan gayet ince biçimde espriyi patlatıyor. Ne de olsa hayat yalnızca bulantı ve sıkıntıdan ibaret oluşmuyor. Carver bu anlamda da dengeyi çok iyi oturtuyor.

YALINLIĞIN ANLATICISI
Carver’ın öykü kişileri metainsan değil; çelişkileri, yanılgıları, hazları, mutlulukları ve duvara toslayışlarıyla katıksız insan. Hal böyle olunca onların dünyasına girmek, orada dolanıp onlarla nefes almak da kolaylaşıyor. Bu insanlar bazen kendini arıyor bazen bir başkasını. Kimi zaman da hayattaki amacını ve gideceği yönü.

Carver’ın, hayatı az biraz kumar masasında acımasızca süren bir oyuna benzettiğini de hissediyoruz. Oyuncular diziliyor, kâğıtlar dağıtılıyor; herkes birbirinin gözüne sonra da elindeki kartlara bakıyor. Müthiş bir gerilim ve heyecan. Kazanan ve kaybedenler yine satır aralarında gizli.

Carver’ın öykülerindeki insanlar, bizim gibi daha doğrusu bizden; çoğu zaman akıntıya karşı kürek çeken ve hatalarının acısını duyumsayan bireyler. Öyle olağanüstü kahramanlar beklenmemeli Carver’dan. Onlar bir bakıma kirli gerçekçiliğin yansıması. Yani sokakta ve hep yanı başımızdaki sıradan insanlar.

O halde Carver’ın özgünlüğü nerede? Yazarı öne çıkaran şey detaylarda saklı. Carver bu insanlar ve başına gelenleri öyle bir anlatıyor ki sürekli sağımızda solumuzda duran, önümüzden geçip giden kişilere dair körlüğümüzü alıp götürüyor.

Carver’a yalınlığın anlatıcısı diyebiliriz. Onun başarısı sadeliğinde: İnsanları bir gölge gibi izliyor ve sonra okura da izletiyor. Uzun sessizlikleri saman alevi gibi parlamalar takip ediyor. Sıradan dünyanın, insan ve olayların tasviriyle beraber nihayet Carver, aslında bizim bu dünyanın dışına hiç çıkamadığımızı nazikçe yüzümüze çarpıyor.

Carver’ın öykülerini okuduktan sonra akılda ne kalıyor? Hiçbir şey. Gerçekten öyle mi peki? Öyle gibi görünüyor ama bu bir yanılsama. Carver, hikâyeleriyle bize “ben de buna benzer şeyler yaşadım” dedirtiyor. İşte bunu yakalamak önemli. Esas etkileyici olan da bu…

Lütfen Sessiz Olur musun, Lütfen?/ Raymond Carver/ Çeviren: Ayça Sabuncuoğlu/ Can Yayınları/ 254 s.

(*) Cumhuriyet Kitap, 17.05.2012


Hiç yorum yok: