ÇOCUK
DÜŞLERİMİZ YOK ARTIK (*)
Ali BULUNMAZ
Alexandre Jardin’in
anlatmaya koyulduğu öykü, aslında hepimiz için geçerli.
İçindeki çocuğu diri tutmaya uğraşan, bununla da yetinmeyip
gerçekten çocuk olduğu döneme bir günlüğüne bile olsa geri
gitmeyi isteyenler, Jardin’in Alexandre Eiffel ya da bir zamanların
“Küçük Vahşi”siyle aynı yolun yolcusu.
Eiffel’in bir sabah
uyandığında evcilleşmiş ve heyecansız bir yetişkin olduğunu
kavraması, yaşadığı dehşetin ilk hali. Yaşamın ve kendisinin
sürprizsiz gidişiyle alt üst olan kahramanımız, “Küçük
Vahşi” diye çağrıldığı dönemin hayalini kurar. Bunun nedeni
hem basit hem de bir ölçüde yıkıcı: Dünyaya, çevresine ve
yaşamındaki hemen her şeye koşulsuz uyum sağlamış olması.
Çıkar uğruna yalan söyleyen bu adam, sadece hayatı
güzelleştirmek adına yalanın kapısını çalan o saf çocuğu
özlerken sınırsızlığı da o özleme ekliyor. “Takım elbiseli
zavallılar” dediği çevrenin ona heyecanını denetlemeyi
öğretmesinden de hayli rahatsız.
Özetle yapaylık içinde
nefes alamaz hale gelen bu adam, işinin ve o naylon ortamın
kendisini yönetmesine katlanamıyor. Derinlerde bir ses “ah nerede
o düzensiz ve tasasız zamanlar” diyor: “Neredeyse kırk
yaşımdaydım; ölümüm yaklaşıyordu. Beyaz bir saç bana bunu
hatırlatmıştı. Özgürlüğe bağlılığıma gem vurmaktan,
yetişkin rolünü, bu kötü, uyuşturucu rolü oynamaktan
yorulmuştum. Düşüncesizce davranmaya susamıştım.”
“HER ŞEY OLUNABİLİR
AMA YETİŞKİN ASLA”
Jardin, Eiffel’in
çocukluğuyla randevusuna yetişmek üzere çıktığı yolculuğu
bize aktarırken bu adamın çok uzun zaman sonra ilk kez zorunda
olmadan ve içinden gelerek hareket edişinin heyecanına katılmamızı
istiyor. O heyecan, beraberinde muzırlıkları da getiriyor; Küçük
Vahşi’nin muzırlıklarının ve eğlencelerinin özlemi, içinde
“büyük insan yaşantısıyla ilgili her şeye karşı daha da
canlı bir iğrenme duygusu” yaratıyor. Küçük Vahşi, Eiffel’i
yetişkin insan akılcılığından kurtardığı için önemli. Bu
yüzden Alexsandre, kendisiyle uzun zaman sonra gurur duyuyor.
Doğruyu söylemeyi hiçbir
şeyin engellemediği, kendini mecbur hissetmeyenlerin yaşadığı
zamanları, incitmeme zorunluluğunun bulunmayışını, tutarlı
olmamayı ve uyumlu hale gelmemeyi temsil ediyor Küçük Vahşi.
Aynı zamanda yalan söylemeyi ama hile yapmamayı, kurnazlığı
fakat bunu hesaplayarak gerçekleştirmemeyi.
Karşımızda kendini
parçalanmış hisseden bir adam duruyor; ikilemde kalmış ve bir
karar arifesinde: “Küçük Vahşi’ye doğru kanatlarını açmış
gidiyordum ama aynı zamanda varlığımın dengesini bozmaktan da
korkuyordum. İçine battığım alışkanlıklar yumağı omurga
görevi görüyordu. Hâlbuki yeni bir hayata başlamam, Mösyö
Eiffel’i Paris’te bırakmam, beklentilerinin hakkımdaki
düşüncelerine uymaya yönelttiği sıkıcı insanlardan kaçmam
gerekiyordu. Kendini çocuk olarak yaratmak için yetişkinliği terk
etmek, ancak yetişkinlerin gerçekler döngüsünden uzaklaşılırsa
anlaşılabilir görünüyordu bana.”
Eiffel burada bir oyun
oynuyor aslına bakılırsa. Üstüne çöken tüm ağırlık ve
zorunlulukları geride bırakıp yarı uyur yarı ayık bir şekilde
yolculuğa çıkıyor. Oyunun ana kuralı da belli: Her şey
olunabilir ama yetişkin asla. Çünkü bu oyunun temel ilkelerinden
biri de “uyum sakatlar, uyumsuzluk iyileştirir.” Oyunun bir
sonraki aşaması satırlara şöyle yansıyor: “Alexsandre
Eiffel’in karakterini baskı altında tutan ihtiyatlılıktan
kurtulmayı diliyordum. Küçük Vahşi, o enerjileri sağlayan ve
bazen de gerçeği ortadan kaldıran bilinçsizliğin sırrına
vakıftı.” Bu sırra erişmenin yolu da eski dostlarla eski
mekânları ziyaretten geçiyor ve Eiffel, yolculuk içinde bir başka
yolculuğa koyuluyor. Tekneler, mağaralar ve Crusoe Derneği’nin
üyeleriyle buluşmalar sayesinde Küçük Vahşi uyuduğu yerden
kalkıyor.
TATLI BİR UYKU
Eiffel’in Küçük
Vahşi’yle yeniden buluşması bir tür kıyıya vurma gibi
algılanabilir. Tek başına ve kendiyle barışmış olarak ayak
bastığı bu kumsalda, “şimdiye kadar siyah beyaz bir dünyada
yaşamış gibiydim; Küçük Vahşi’nin koku alma duyusuna yeniden
kavuştum” diyen bir adam yürüyor. Bunun anlamı duygularına,
isteklerine ve sözcüklerine ket vurmayan Küçük Vahşi ruhunun
ete kemiğe bürünmesiydi.
Bir adada Robinsonvari
şekilde “yaşayan” ve “herhangi bir engel tanımayan biriydi”
şimdi. İstediği tek bir şey vardı: Ya dünya çocukken hayalini
kurduğu kadar güzel olacaktı ya da ölecekti.
İlk seçeneğin
gerçekleşme olasılığı bulunmuyor ne yazık ki. İkincisi ise
bir tümör şeklinde hızla geldiğinden mümkün olduğunca çok
şey hatırlamaya çabalıyor. O düşlediği adaya yollanmak için
fazla vakti kalmadığını biliyor ne de olsa.
Jardin, Küçük
Vahşi’yle masal tadında, yer yer
fantastik ve genelde bilinci açılıp kapanan bir adamın ön planda
olduğu bir hikâye anlatıyor. Küçük Vahşi, Alexsandre Eiffel’in
son günlerinde sığındığı vicdanı, masumiyeti ve beri yandan
en sağlam hayaline dönüşüyor.
Anlatılan olaylar, yerler
ve insanlar adeta bir rüya gibi. Satırlar arasında gezinirken
Eiffel’in dalıp çıktığı ve Küçük Vahşi’yle buluştuğu
uykunun kollarındasınız sanki. Geri gelmeyecek bir düşün
peşinde koşar gibi…
Küçük Vahşi/
Alexandre Jardin/ Çeviren: Nil Çayan/ Yapı
Kredi Yayınları/ 200 s.
(*)
Cumhuriyet Kitap, 21.06.2012