5 Temmuz 2012 Perşembe



ŞİDDETSİZ GEÇİMLİLİĞE DOĞRU... (*)
Ali BULUNMAZ

ABD’nin buzlar eyaleti Alaska’dan çıkıp gelen, çocukluğunda babasının intiharıyla tökezleyen ve ardından San Francisco’nun sıcak sularına inen David Vann, Kuzey Amerika ve dünyada sesini iyiden iyiye duyurmaya başlamış bir yazar.

Babasının intiharından esinlenip Bir İntiharın Efsanesi’ni (Legend of a Suicide) yazan Vann, hiçbir yayınevi dosyaya ilgi göstermeyince kendini denize vermiş. Gerçi sonraki yıllarda söz konusu dosya kitaplaşıp ödüller kazandı ama Vann’ı tekneye ve denize bağlayan o süreç kendisinin ufkunu epey açtı.

Daha çok öyküleri, Esquire, Outside, Men’s Journal dergileri ve Sunday Times gazetesinde kaleme aldığı yazı ve makaleleriyle tanınan Vann, Caribou Adası’yla ismini dünyaya romancı olarak da yazdırdı diyebiliriz.

İKİ YORGUN İNSAN
Caribou Adası’nın öne çıkan özelliği, yıllardır hayatlarında yolunda gitmeyen bir şeylerin varlığından haberdar ve bundan rahatsızlık duyan bir çiftin; Irene ve Gary’nin, yeni bir ev ve yaşam kurmak adına harekete geçmesi. Irene’e göreyse harekete geçiyor görünmeleri. Çünkü kocası onun gözünde “hiçbir zaman kötü bir adam gibi algılanmak istemeyen” fakat son derece sabırsız, hatta neredeyse tahammülsüz bir adam. Irene bunu, hemen her şeye karşı sabırsızlıkla açıklıyor; çocuklara, kim olduğuna, doğru yapılmayan bir işe ve hava muhalefetine… Vann, “genel ve kalıcı sabırsızlık, Irene’in otuz yıldan uzun süredir içinde yaşadığı, tenefüs ettiği bir element olmuştu” diyerek durumu özetliyor.

Yazar, Irene’in gözünden okura seslendiğinde başlangıçtaki tutkunun yerini zamanla Gary’nin hırsları yüzünden tüm güzel anları tüketerek dümdüz bir hayatın aldığını yansıtır. Kısacası yorgunluk ikisinin de elini kolunu bağlamış gibidir. Doğa yürüyüşleri ve Pazar şekerlemelerinin yerini iki ayrı hayat almıştır artık: Yan yana ama ayrı. Otuz yıllık hesap ve pişmanlıklar eski fotoğraflar gibi ortalığa saçılır: “Gary pişmanlıkta şampiyondu. Her gün bir sorun bulur, Irene bundan nefret ederdi. Hayatları ikinci ihtimaller üzerine kuruluydu. Pişmanlık onda yaşayan bir şey, içindeki bir rezervdi.”

Romanda olaylar bir yufka gibi açılıp saçılırken Irene ve Gary’nin kızları Rhoda sahne alıyor arada. Çiftin kızlarıyla ilişkisi buz gibi bir havada masaya yatırılıyor, bu sırada Irene’in ağrılarına, Gary’nin eşinin rol yapıp kendisini cezalandırdığını düşünmesine (acıyı “gerçekliği olmadığı halde” kafasında kurduğuna inanmasına) ve Rhoda’nın buna şüpheyle yaklaşmasına tanık oluyoruz. Artık su yüzüne çıkan huzursuzluk bu anda Irene’in ağzından dökülüyor yine: “Taş şömine, güzel bir ev, onu rahat ettiren koca… ‘Belki de bu beter acı iyi bir şeye neden olacak’ diye düşündü Irene. Belki bizi birbirimize yakınlaştıracak. Belki Gary beni hatırlayacak. Neticede hayatının tuhaf bir dönemiydi, çocukları gitmiş, işini kaybetmiş ve elinde sadece Gary kalmıştı ki, o da eski Gary değildi artık.”

Vann, iki ana karakteri enine boyuna okura verirken aynı zamanda Irene ve Gary’nin birbirini ne olarak gördüğünü de aktarıyor. Buna göre Irene’in gözünde Gary, kişilik bozukluğu olan huysuz biri. Irene ise Gary’e göre dünyanın aldığı biçimi ve yaşamın nereye gittiğini tam kavrayamıyor. Her ikisi de otuz yılın birikimiyle birbirini fazlasıyla didikliyor.

IRENE VE ANNESİ
Romana baktığımızda kaçış temasının öne çıktığını görüyoruz. Hem Irene hem de Gary’nin kaçmak, üstünü örtmek ve halının altına süpürmek istediği şeyler var. Bu kaçış hali, ikisinin de kişiliğini ortaya koyuyor: “Alaska başta sadece bir fikirdi. Küçük bir ara verip bir yıl okuldan uzak kalacak, böylece farklı bakış açılarına ihtiyaç duyduğu tezinden biraz uzak kalacaktı. Sınırına kadar gidip vahşi doğaya dalacaklardı. Bunu gerçekten yapabileceklerine inanmıyordu Irene. Ama Gary kaçıyordu. Irene’in anlamamış olduğu buydu işte. California’ya dönmeye dair en ufak bir niyeti yoktu (…) Gary’nin istediği hayali bir kasabaydı; demirci, ekmekçi ya da hikâye anlatıcısı gibi belirli bir göreve ya da bir role sahip olabileceği o eski pastoral zamanlara geri dönmekti. Olmak istediği buydu işte, ‘biçimlendiren’ olmak, yani insanların tarihini, bu tarihle bütünleşen o yerin tarihini terennüm etmek. Irene’in istediği ise bir daha asla yalnız bırakılmamak, elden ele dolaşan ve istenmeyen olmamaktı.”

Irene ve Gary arasındaki acayip ilişkinin hangi kategoriye konacağı tartışılabilir. Ancak hayatın çelişkiler ve ikilemlerle dolu tarafının, her ikisini de fazlasıyla ele geçirdiğini söylemek mümkün. O yüzden sürekli geriye dönüşler ve bu sırada gün ışığına çıkan hesaplaşmalar yaşanıyor. Irene’in, “kiminle yaşayabileceğini seçiyordun ama onların ne hale geleceğini seçemiyordun” cümlesi, bu anlamda ilişkilerini özetliyor.

Vann yalnızca Irene ve Gary’e odaklanmıyor elbette; bir tarafta da kızları Rhoda ve onun yaşamı var. Hayatı annesi, babası ve sevgilisi Jim üzerine kurulu Rhoda’nın da soruları var. Örneğin kendi isteklerini kimsenin umursayıp umursamadığını düşünüyor. Annesi Irene de aynı günlerde benzer şeyleri aklına getiriyor ve geçmişe dönüp ailesinin sarsıntılı hallerini hatırlıyor; babasının onları terk edişini, annesinin baş ağrıları ve intiharını: “Ailesi kararlar alıyor, onun kaderini tayin ediyordu ve şimdi, daha da uzaklaşıp mit olmuşlardı. Hikâyelere dönüşmüştü, gerçeğin ne olduğunu bilebilmek artık imkânsızdı. Başka bir kadın vardı, annesi de kendini astı, babası da onları sonsuza dek terk etti ve Irene onu bir daha hiç görmedi (…) Gel gelelim bildiği bazı şeyler vardı. Annesinin korkunç baş ağrıları vardı ve sessizlik isterdi. Irene’in bilmediği, bu acının kaynağıydı. Kocasının terk etmesinin yol açtığı keder miydi nedeni? Sadece sonunda başlayıp çok mu kısa sürmüştü, yoksa yıllar boyunca mı? Irene’in şimdi başına geldiği gibi fiziksel miydi? Bir şey hayatını ele geçirirse sadece fiziksel bir şey olsa da, kimliğinin bir parçası mı oluyordu?”

Irene’in deyişiyle “otuz senelik evliliğin sifonunun çekildiği, onunla birlikte hayatının da lağıma doğru gittiği” düşünülürse hemen her anı ve her kötü an, yokuş aşağı yuvarlanan birine bir tekme daha atıyordu. “Gary evlilik nedir anlamamıştı”, dahası Irene’e göre evlilik, kocasının “bir şekilde en kötü yanını” ortaya çıkarmıştı: “Tek başına bir kulübe yapmak. İşte gerçek bu. Evlilik dedikleri bir başka yalnızlık biçimiydi.”

REFAKATÇİ BİR HAYAT”
Gary’nin kulübe inşa etmeye koyulduğu sırada tutuldukları fırtına, Vann tarafından Irene’le ikisinin durumunu yansıtan bir metafor olarak kullanılıyor. Aynı şekilde gittikleri ada da. Caribou, kaçış, kopuş, rahatlama ve içe dönüş gibi duygu durumlarının mekânını temsil ediyor biraz da. Caribou, Gary için bir umudu simgeliyor ama her ikisinin de sumen altı ettiği ne varsa birden bire önlerine seriyor. Irene’in öfke nöbeti sadece bunlardan bir tanesi:

Beni herkesten ayırdın sen. Bir tek bu anı kastetmiyorum. Otuz yılı kastediyorum. Beni ailemden, ailenden, burada edinebileceğimiz arkadaşlıklardan, birlikte çalıştığım, eve gelmelerini istemediğin insanlardan ayırdın. Beni yalnız biri yaptın ve artık çok geç.”
Gary’nin inşa ettiği kulübe, Irene için ne yeni bir hayat ne de bir yuva anlamına gelir. Geçmişin ağırlığı, Irene’in göğsüne oturunca öfke nöbetleri de sıklaşır. Gary’nin belirlenmiş ve sorgu kabul etmez isteklerinden oluşan hayatı karşısında kendisininkini bir tür “refakatçilik” gibi algılar. Bunun daha açık anlatımı “Gary’e olan mahkûmiyettir” Irene’in gözünde ve dolayısıyla “hayatı çoktan bir birikime dönüşmüştür.” O birikimin baş nedeni Gary’nin planı ise kış sonrası Irene’i terk etmektir. Gary ve Irene için atomize olmuş bir hayat söz konusu bu anlamda; Irene’in aklından geçen “geri dönüp hayatını farklı şekilde bir araya getiremezdin” veya “artık var olmayan bir şeye sahip olamazsın” düşüncesi, varılan noktanın habercisi adeta. Gary de fırsattan yararlanıp eteğindeki taşları döker: “Sen olmasaydın, buradan çeker giderdim. En sonunda profesör bile olurdum. Ama sen çocuk, sonra da çocuklara destek olmak istedin, sonra da eve ek odalar yapmak. Gerçekte benim olmayan bir hayatın içinde hapis kaldım. Tekne yapımcılığıydı, balıkçılıktı… Oysa bitirme tezim üzerinde çalışıyordum. ‘Bitirme tezi’ dedim. İşte bunu yapıyor olmalıydım.”

Vann’ın tüm bunlardan sonra hayli sarsıcı ve epey etkileyici bir final hazırladığını söylemekle yetinmeli. Yalnızca bir ipucu vermek yerinde olur: Çember bir şekilde tamamlanıyor ve hem Irene'i hem de Gary’yi dramatik bir son bekliyor.

Romanla ilgili bir parantez açılacak olursa kurguda Vann’ın hayatından bazı parçaların varlığı gözümüze çarpar. Örneğin Vann’ın babasının intiharı, Irene’in annesinin intiharı şeklinde karşımıza çıkıyor. Bir başkası, yazarın çocukluğunun geçtiği ve romanda “durgunluk”, “gönül yarasını unutturan açık alan” ve “dünyanın sonundaki sürgün yeri” gibi betimlemelerle anlatılan Alaska. Yine Vann’ın denizciliği ve tekne yapımcılığı da metinde Gary’nin işi olarak bize sunuluyor.

Caribou Adası, arafta kalan iki insanın hareketsizliğinden doğan sıkıntıyı anlatıyor. Daha da ötesi, şiddetli geçimlilikten şiddetli geçimsizliğe oradan da şiddetsiz geçimsizliğe uzanan bir ilişkiyi…

Caribou Adası/ David Vann/ Çeviren: Cem Alpan/ Can Yayınları/ 316 s.

(*) Cumhuriyet Kitap, 28.06.2012



Hiç yorum yok: