ŞİDDETSİZ
GEÇİMLİLİĞE DOĞRU... (*)
Ali BULUNMAZ
ABD’nin buzlar eyaleti
Alaska’dan çıkıp gelen, çocukluğunda babasının intiharıyla
tökezleyen ve ardından San Francisco’nun sıcak sularına inen
David Vann, Kuzey Amerika ve dünyada sesini iyiden iyiye duyurmaya
başlamış bir yazar.
Babasının intiharından
esinlenip Bir İntiharın Efsanesi’ni
(Legend of a Suicide)
yazan Vann, hiçbir yayınevi dosyaya ilgi göstermeyince kendini
denize vermiş. Gerçi sonraki yıllarda söz konusu dosya kitaplaşıp
ödüller kazandı ama Vann’ı tekneye ve denize bağlayan o süreç
kendisinin ufkunu epey açtı.
Daha çok öyküleri,
Esquire, Outside, Men’s Journal
dergileri ve Sunday Times
gazetesinde kaleme aldığı yazı ve makaleleriyle tanınan Vann,
Caribou Adası’yla
ismini dünyaya romancı olarak da yazdırdı diyebiliriz.
İKİ YORGUN İNSAN
Caribou Adası’nın
öne çıkan özelliği, yıllardır hayatlarında yolunda gitmeyen
bir şeylerin varlığından haberdar ve bundan rahatsızlık duyan
bir çiftin; Irene ve Gary’nin, yeni bir ev ve yaşam kurmak adına
harekete geçmesi. Irene’e göreyse harekete geçiyor görünmeleri.
Çünkü kocası onun gözünde “hiçbir zaman kötü bir adam gibi
algılanmak istemeyen” fakat son derece sabırsız, hatta neredeyse
tahammülsüz bir adam. Irene bunu, hemen her şeye karşı
sabırsızlıkla açıklıyor; çocuklara, kim olduğuna, doğru
yapılmayan bir işe ve hava muhalefetine… Vann, “genel ve kalıcı
sabırsızlık, Irene’in otuz yıldan uzun süredir içinde
yaşadığı, tenefüs ettiği bir element olmuştu” diyerek durumu
özetliyor.
Yazar, Irene’in gözünden
okura seslendiğinde başlangıçtaki tutkunun yerini zamanla
Gary’nin hırsları yüzünden tüm güzel anları tüketerek
dümdüz bir hayatın aldığını yansıtır. Kısacası yorgunluk
ikisinin de elini kolunu bağlamış gibidir. Doğa yürüyüşleri
ve Pazar şekerlemelerinin yerini iki ayrı hayat almıştır artık:
Yan yana ama ayrı. Otuz yıllık hesap ve pişmanlıklar eski
fotoğraflar gibi ortalığa saçılır: “Gary pişmanlıkta
şampiyondu. Her gün bir sorun bulur, Irene bundan nefret ederdi.
Hayatları ikinci ihtimaller üzerine kuruluydu. Pişmanlık onda
yaşayan bir şey, içindeki bir rezervdi.”
Romanda olaylar bir yufka
gibi açılıp saçılırken Irene ve Gary’nin kızları Rhoda
sahne alıyor arada. Çiftin kızlarıyla ilişkisi buz gibi bir
havada masaya yatırılıyor, bu sırada Irene’in ağrılarına,
Gary’nin eşinin rol yapıp kendisini cezalandırdığını
düşünmesine (acıyı “gerçekliği olmadığı halde”
kafasında kurduğuna inanmasına) ve Rhoda’nın buna şüpheyle
yaklaşmasına tanık oluyoruz. Artık su yüzüne çıkan
huzursuzluk bu anda Irene’in ağzından dökülüyor yine: “Taş
şömine, güzel bir ev, onu rahat ettiren koca… ‘Belki de bu
beter acı iyi bir şeye neden olacak’ diye düşündü Irene.
Belki bizi birbirimize yakınlaştıracak. Belki Gary beni
hatırlayacak. Neticede hayatının tuhaf bir dönemiydi, çocukları
gitmiş, işini kaybetmiş ve elinde sadece Gary kalmıştı ki, o da
eski Gary değildi artık.”
Vann, iki ana karakteri
enine boyuna okura verirken aynı zamanda Irene ve Gary’nin
birbirini ne olarak gördüğünü de aktarıyor. Buna göre Irene’in
gözünde Gary, kişilik bozukluğu olan huysuz biri. Irene ise
Gary’e göre dünyanın aldığı biçimi ve yaşamın nereye
gittiğini tam kavrayamıyor. Her ikisi de otuz yılın birikimiyle
birbirini fazlasıyla didikliyor.
IRENE VE ANNESİ
Romana baktığımızda
kaçış temasının öne çıktığını görüyoruz. Hem Irene hem
de Gary’nin kaçmak, üstünü örtmek ve halının altına
süpürmek istediği şeyler var. Bu kaçış hali, ikisinin de
kişiliğini ortaya koyuyor: “Alaska başta sadece bir fikirdi.
Küçük bir ara verip bir yıl okuldan uzak kalacak, böylece farklı
bakış açılarına ihtiyaç duyduğu tezinden biraz uzak kalacaktı.
Sınırına kadar gidip vahşi doğaya dalacaklardı. Bunu gerçekten
yapabileceklerine inanmıyordu Irene. Ama Gary kaçıyordu. Irene’in
anlamamış olduğu buydu işte. California’ya dönmeye dair en
ufak bir niyeti yoktu (…) Gary’nin istediği hayali bir
kasabaydı; demirci, ekmekçi ya da hikâye anlatıcısı gibi
belirli bir göreve ya da bir role sahip olabileceği o eski pastoral
zamanlara geri dönmekti. Olmak istediği buydu işte,
‘biçimlendiren’ olmak, yani insanların tarihini, bu tarihle
bütünleşen o yerin tarihini terennüm etmek. Irene’in istediği
ise bir daha asla yalnız bırakılmamak, elden ele dolaşan ve
istenmeyen olmamaktı.”
Irene ve Gary arasındaki
acayip ilişkinin hangi kategoriye konacağı tartışılabilir.
Ancak hayatın çelişkiler ve ikilemlerle dolu tarafının, her
ikisini de fazlasıyla ele geçirdiğini söylemek mümkün. O yüzden
sürekli geriye dönüşler ve bu sırada gün ışığına çıkan
hesaplaşmalar yaşanıyor. Irene’in, “kiminle yaşayabileceğini
seçiyordun ama onların ne hale geleceğini seçemiyordun”
cümlesi, bu anlamda ilişkilerini özetliyor.
Vann yalnızca Irene ve
Gary’e odaklanmıyor elbette; bir tarafta da kızları Rhoda ve
onun yaşamı var. Hayatı annesi, babası ve sevgilisi Jim üzerine
kurulu Rhoda’nın da soruları var. Örneğin kendi isteklerini
kimsenin umursayıp umursamadığını düşünüyor. Annesi Irene de
aynı günlerde benzer şeyleri aklına getiriyor ve geçmişe dönüp
ailesinin sarsıntılı hallerini hatırlıyor; babasının onları
terk edişini, annesinin baş ağrıları ve intiharını: “Ailesi
kararlar alıyor, onun kaderini tayin ediyordu ve şimdi, daha da
uzaklaşıp mit olmuşlardı. Hikâyelere dönüşmüştü, gerçeğin
ne olduğunu bilebilmek artık imkânsızdı. Başka bir kadın
vardı, annesi de kendini astı, babası da onları sonsuza dek terk
etti ve Irene onu bir daha hiç görmedi (…) Gel gelelim bildiği
bazı şeyler vardı. Annesinin korkunç baş ağrıları vardı ve
sessizlik isterdi. Irene’in bilmediği, bu acının kaynağıydı.
Kocasının terk etmesinin yol açtığı keder miydi nedeni? Sadece
sonunda başlayıp çok mu kısa sürmüştü, yoksa yıllar boyunca
mı? Irene’in şimdi başına geldiği gibi fiziksel miydi? Bir şey
hayatını ele geçirirse sadece fiziksel bir şey olsa da,
kimliğinin bir parçası mı oluyordu?”
Irene’in deyişiyle
“otuz senelik evliliğin sifonunun çekildiği, onunla birlikte
hayatının da lağıma doğru gittiği” düşünülürse hemen her
anı ve her kötü an, yokuş aşağı yuvarlanan birine bir tekme
daha atıyordu. “Gary evlilik nedir anlamamıştı”, dahası
Irene’e göre evlilik, kocasının “bir şekilde en kötü
yanını” ortaya çıkarmıştı: “Tek başına bir kulübe
yapmak. İşte gerçek bu. Evlilik dedikleri bir başka yalnızlık
biçimiydi.”
“REFAKATÇİ BİR
HAYAT”
Gary’nin kulübe inşa
etmeye koyulduğu sırada tutuldukları fırtına, Vann tarafından
Irene’le ikisinin durumunu yansıtan bir metafor olarak
kullanılıyor. Aynı şekilde gittikleri ada da. Caribou, kaçış,
kopuş, rahatlama ve içe dönüş gibi duygu durumlarının mekânını
temsil ediyor biraz da. Caribou, Gary için bir umudu simgeliyor ama
her ikisinin de sumen altı ettiği ne varsa birden bire önlerine
seriyor. Irene’in öfke nöbeti sadece bunlardan bir tanesi:
“Beni herkesten ayırdın
sen. Bir tek bu anı kastetmiyorum. Otuz yılı kastediyorum. Beni
ailemden, ailenden, burada edinebileceğimiz arkadaşlıklardan,
birlikte çalıştığım, eve gelmelerini istemediğin insanlardan
ayırdın. Beni yalnız biri yaptın ve artık çok geç.”
Gary’nin inşa ettiği
kulübe, Irene için ne yeni bir hayat ne de bir yuva anlamına
gelir. Geçmişin ağırlığı, Irene’in göğsüne oturunca öfke
nöbetleri de sıklaşır. Gary’nin belirlenmiş ve sorgu kabul
etmez isteklerinden oluşan hayatı karşısında kendisininkini bir
tür “refakatçilik” gibi algılar. Bunun daha açık anlatımı
“Gary’e olan mahkûmiyettir” Irene’in gözünde ve
dolayısıyla “hayatı çoktan bir birikime dönüşmüştür.” O
birikimin baş nedeni Gary’nin planı ise kış sonrası Irene’i
terk etmektir. Gary ve Irene için atomize olmuş bir hayat söz
konusu bu anlamda; Irene’in aklından geçen “geri dönüp
hayatını farklı şekilde bir araya getiremezdin” veya “artık
var olmayan bir şeye sahip olamazsın” düşüncesi, varılan
noktanın habercisi adeta. Gary de fırsattan yararlanıp eteğindeki
taşları döker: “Sen olmasaydın, buradan çeker giderdim. En
sonunda profesör bile olurdum. Ama sen çocuk, sonra da çocuklara
destek olmak istedin, sonra da eve ek odalar yapmak. Gerçekte benim
olmayan bir hayatın içinde hapis kaldım. Tekne yapımcılığıydı,
balıkçılıktı… Oysa bitirme tezim üzerinde çalışıyordum.
‘Bitirme tezi’ dedim. İşte bunu yapıyor olmalıydım.”
Vann’ın tüm bunlardan
sonra hayli sarsıcı ve epey etkileyici bir final hazırladığını
söylemekle yetinmeli. Yalnızca bir ipucu vermek yerinde olur:
Çember bir şekilde tamamlanıyor ve hem Irene'i hem de Gary’yi
dramatik bir son bekliyor.
Romanla ilgili bir
parantez açılacak olursa kurguda Vann’ın hayatından bazı
parçaların varlığı gözümüze çarpar. Örneğin Vann’ın
babasının intiharı, Irene’in annesinin intiharı şeklinde
karşımıza çıkıyor. Bir başkası, yazarın çocukluğunun
geçtiği ve romanda “durgunluk”, “gönül yarasını unutturan
açık alan” ve “dünyanın sonundaki sürgün yeri” gibi
betimlemelerle anlatılan Alaska. Yine Vann’ın denizciliği ve
tekne yapımcılığı da metinde Gary’nin işi olarak bize
sunuluyor.
Caribou Adası,
arafta kalan iki insanın hareketsizliğinden doğan sıkıntıyı
anlatıyor. Daha da ötesi, şiddetli geçimlilikten şiddetli
geçimsizliğe oradan da şiddetsiz geçimsizliğe uzanan bir
ilişkiyi…
Caribou Adası/
David Vann/ Çeviren: Cem Alpan/ Can
Yayınları/ 316 s.
(*) Cumhuriyet
Kitap, 28.06.2012
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder