18 Nisan 2012 Çarşamba

TARTIŞMALI GOLLER DİYARINDAN SEVGİLERLE (*)
Ali BULUNMAZ

Hafıza. Benim zehirim, benim yemeğim.”

Belki de yazmak, kepazeliğin hüküm sürdüğü bu çağda burada bulunduğumuzun ve böyle olduğumuzun tanıklığını yapan sesleri kurtarma teşebbüsünden başka bir şey değildir.”
(Eduardo Galeano)

Türkiye'de okurların Gölgede Güneşte Futbol, Latin Amerika'nın Kesik Damarları ve Tepetaklak gibi kitaplarıyla tanıdığı Uruguaylı yazar ve eylem insanı Eduardo Galeano'nun, doğup büyüdüğü ve hayatının en önemli mücadelelerini verip sürgün edildiği coğrafyayı ekine köküne dek incelemesine ve oraları farklı ayrıntılarla anlatmasına şaşmamalı. Onun yaptığı, geçmişine ve aynı coğrafyada kendisine benzer şeyleri yaşayanlara sahip çıkmak. Yani kendisinin, ülkesinin ve tüm Latin Amerika'nın belleğini canlandırmak.

Ufaktan bir fikri takip yapmak gerekirse Beatriz Sarlo'nun Arjantin örneğindekine benzer şekilde toplumsal bellek oluşturma işini, Galeano'nun günlükleriyle kotarmaya çalıştığını söyleyebiliriz. Çünkü günlük, sadece günlük değil, zamanı sonrasına taşıyan bir tür belge, anıt ve yaşanmışlıklar bütünü; Galeano'nun geçmişte tuttuğu notlarda anlattıkları bunu kanıtlıyor.

Aşkın ve Savaşın Gündüz ve Geceleri, yaşadıklarının özeti olması yanında, Galeano'nun dünyaya bakışını anlamamızı sağlayan bir pencere aynı zamanda. Uzak gibi görünen ama hemen yanı başımızda duran coğrafyadan yansıyan hikâyeler var kitapta; “onca insanın kaybolduğu yerde, kaybedilen şeyler için ağlamanın acıya saygısızlık etmek olarak algılandığı” bir coğrafyanın öyküsü.

İNSAN KALABİLENLERE...
“Hafızam saklamaya değer gördüğünü muhafaza edecek; hafızam benim hakkımda benden daha çok şey biliyor ve kurtarmaya değer bir şeyi asla ıskalamıyor” diyerek açtığı perde, Galeano'nun Buenos Aires sokaklarında görüp işittikleri, özlemleri ve 1970'lerin Güney Amerikası'ndaki olayların insanlara neler hissettirdiğini önümüze sürüyor.

Cinayetleri, kayıp ve haksızlıkları görüp suskun durmak, hâlâ insan kalabilenler için çok zor. Galeano'nun günlükleri tam buraya parmak basar cinsten: Masumiyetini kaybetmemek adına direnenlere destek çıkıyor. Öte taraftan güzel dostluklara sığınıyor Galeano. Ülkesinin yanı başında fakat oradan uzakta kurduğu bu dostluklar karmaşa ortamında ona yol gösteriyor. Ancak yalnızlık yine de peşini bırakmıyor: “Kendimi yalnız hissediyordum, bir iz sürücü gibi aya havlayan köpek gibi. Ama ağzımdan sözcüklerin yerine ne tür saçmalıkların çıktığını bilmiyorum. Sanırım şuna benzer bir şeyler geveliyordum: Saflık, kutsal, suç, öğrenme aşkı. En sonunda yanlış bir asırda yanlış bir gezegende doğmuş olduğma kanaat getirdim.”

Aslında Galeano'nun olup biten bunca şey arasında kendini yalnız hissetmesi doğal, çünkü zaten ters köşe bir dünya bu. Onun sorduğu “Cesareti ölme arzusuyla kaç kez karıştırdık acaba?” sorusu, bu tuhaflığın kanıtı sanki. Şimdi birkaç soru daha: “Peki, kendi ülkesinin sınırları içinde sürgün hayatı yaşayanlar kaç kişi? Boyun eğmeye ve sessiz kalmaya mahkûm edilmiş olanları hangi istatistik gösteriyor? Umutları katletmek, insanları katletmekten daha büyük bir suç değil mi?”

Galeano'nun hesaplaşmaya ve üstesinden gelmeye uğraştığı başlıca şey, otomatiğe bağlanan yalan söyleme eylemi. Bunu sağlayan makineleştirme edimi, Galeano'ya göre insanı yaşarken ve fark etmeden öldürüyor: “Makinenin zaferi: İnsanlar konuşmaya ve göz göze gelmeye korkuyor. Kimse kimseye bulaşmasın.” Galeano'ya bu sözleri söyleten, zamanın tanığı oluşu. Bu sorumluluk, onu doğal olarak eleştirel davranmaya itiyor: “Üzerlerinde insanı hayal âlemlerine sürükleyen resimlerin bulunduğu kıyafetler 'Özgürleş!' sloganları eşliğinde satılıyor ve büyük endüstri Üçüncü Dünya'nın uyuşturucu halüsinasyonunun estetik modellerini yineleyen müzik, posterler, saç modelleri ve kıyafetler yağdırıyor. Ülkelerimiz onlara bereketli topraklar sunuyor. Cehennemden kaçmak isteyen delikanlılar, Araf'taki gezintilere gönüllü yazılıyorlar. Yeni kuşaklar Nirvana'ya ulaşma yolunda bir ayak bağı olan tarih olgusunu terk etmeye davet ediliyorlar. Kötürümler için maceralar: Gerçeklik tamamen olduğu gibi kalıyor ama insanlar imajlarını değiştiriyor. Acısız aşk ve savaşsız barış vaat ediliyor.”

SÜRGÜN BUNALTISI
Galeano'nun anıları arasında gezinir, sokaklarda insan ve olaylara değerken adeta zaman tünelinden geçiyoruz. Birden bire, pek çok isim arasından Juan Rulfo karşımıza dikiliyor. Galeano'nun saygıyla andığı ve “söylemesi gerekeni az sayfada -tabiri caizse yağsız, sinirsiz, salt et ve kemik biçiminde- söyledi ve ardından sessizliğe gömüldü” dediği Rulfo'yla ilgili küçük bir anı paylaşıyor: “Rulfo bana insanın doktora gidip şöyle diyemeyeceğini söyledi: 'Kendimi çok kederli hissediyorum.' Zira doktorlar böyle şeyler için rapor vermiyordu.” Galeano'nun “sistem” diye nitelediği ezici, yok edici hiç değilse edilginleştirici “makine”nin Rulfo'da yol açtığı durum bu işte. Gerçekliği ve tarihi yasaklayan makinenin marifeti bir bakıma! Galeano'nun yazdıkları, o günden bugüne ulaşan sararmış bir hatıra fotoğrafı bir ölçüde; kitapta gezinirken bunun ayırdına varıyorsunuz.

Tabii özlem ve ukdeleriyle birlikte yazarın geleceği düşünüşünü de atlamamalı. Galeano, iç gerilimlerini de dökmüş kâğıtlara: “Öldüğüm zaman hangi sokakların altında yatmak isterdim? Kimlerin adımlarının altında? İnsan hangi adımları sonsuza kadar dinlemek ister? Montevideo, orada sevdiğim, nefret etiğim ve onca şey alıp verdiğim insanların toplamından başka nedir ki? Benim öfkelerim ve hüzünlerim o erkeklerden ve kadınlardan kaynaklanıyor. Onlar benim ulusal tarihim.”

KARNAVAL VE ÖLÜM
Galeano'nun metinlerinde coşku, hüzün ve korku bir arada. Tam o günleri özetleyen bir karmaşa ya da daha doğru deyimle gerilim bu. Onun, “korku en kötü haberdir” belirlemesinden ilerlersek kara bulutların ufukta yüzünü gösterdiği bir dönemden bahsedildiğini de anlarız. Saklanmak, kaçmak, gizlendiğin yerde tutkuya sığınmak; Galeano'nun vurguladığı tam olarak bu. Sansürlenen yaşamı yeraltına almaya başlamak...

Tüm bunların yarattığı esas duygu ise gitmek ve kalmak arasındaki sancılı çelişki ya da seçim yapma zorunluluğu, sonrası ise sürgünün bunaltısı ve düşünceler: “Dibe vurmak mı yoksa bir araya toplanmak mı? Diğerlerini siliyor muyum yoksa onları çağırıyor muyum? Deve gibi kendi kusmuğumu mu yiyeceğim? (...) Gerçeklik, diğer insanlardır: Mutluluk ve tehlike. Boğaları çağırıyorsam üzerime saldırmalarına katlanacağım. O güçlü boynuzların kalça kemiğimi parçalayabileceğini biliyorum.”

1970'lerin korku ve acı dolu ikinci yarısında Galeano'nun yazdıkları, geçen günlerin dümdüz anlatımından öte, “sistem”in insanları neye dönüştürdüğünü sorgulamaya odaklanır. Peki, o “sistem”in parçaları, dişlileri?: “İşkenceci bir devlet memurudur. Diktatör bir devlet memurudur. Üstlendikleri görevi layıkıyla yerine getirmezlerse işlerini kaybeden silahlı bürokratlar da öyle. Hepsi bu, daha ötesi yok. Hiçbiri doğaüstü canavar değil. Boşuna uğraşmayın, size bu payeyi vermeyeceğiz.

Galeano'nun dar zaman aralığında da olsa anlattığı Latin Amerika'da, o dönem karnavalların renkli dünyası kadar ölümün karanlığı da kol geziyor. Ne de olsa bu coğrafyanın tarihi işgal, isyan, tutku ve gözyaşıyla bezeli. Yazar günlüğünde tüm bunları özetlemiş: Tartışmalı gollerin anavatanından yansıyanlar dikkate alındığında, Galeano'nun topraklarında bir zamanlar edebiyat ve sanatın “bomba” olarak görülmesi garipsenmemeli...


'Hâlâ boğanın tarafındayım'

“Sürgün bana yeni tevazular ve sabırlar öğretti. Sürgünün bir meydan okuma olduğuna inanıyorum. Bir yetersizlik ya da bozgundan kaynaklanan bir cezalandırma dönemi olarak başlayan bu süreci bir yaratma dönemine dönüştürmek ve mücadelenin yeni bir cephesi olarak addetmek için tevazu ve sabır gerekiyor. İşte o zaman insan ileriye doğru bakıyor ve bir bulutta doğmadığını kanıtlayan nostaljinin, yani toprağın çekiminin iyi bir şey olduğunu ama umudun ondan daha iyi olduğunu fark ediyor. Bu kesinlikle kolay bir süreç değil, özellikle de çok uzak göklerin altında, başka diller konuşan, başka türlü hisseden ve düşünen ve de sürgünün kol gücüyle gündelik bir mücadele anlamına geldiği ülkelerde köksüzlüğe mahkûm edilen binlerce Uruguaylı işçi için (...) Sürgün bana kimliğin adres ya da belgeyle ilgili olmadığını teyit etti: Nerede yaşarsam yaşayayım ve bana pasaport vermeyi istedikleri kadar reddetsinler ben Uruguaylıyım. Bu on, hatta neredeyse on bir yıl boyunca benden eksilen tek şey dökülen saçlarım oldu. Ama diğer yandan dayanışma tutkum, bitmek bilmez yaratma ve sevme güdüm ve adaletsizlik karşısındaki öfkelenme kapasitem daha da arttı. Ben her zaman boğanın tarafını tuttum, matadorun değil ve hâlâ aynı taraftayım.”

(27 Mart 1984 günü Daniel Cabalero'nun Eduardo Galeano'yla yaptığı röportajdan)

Aşkın ve Savaşın Gündüz ve Geceleri/ Eduardo Galeano/ Çeviren: Süleyman Doğru/ Sel Yayıncılık/ 200 s.

(*) Cumhuriyet Kitap, 22.03.2012

Hiç yorum yok: