18 Nisan 2012 Çarşamba

BURADA İNSANİ BİR ŞEYLER VAR (*)
Ali BULUNMAZ

Şiiri kendi dilinde okumak büyük keyif. Tam da bu yüzden şiir çevirisinin, dizeleri kaleme alanın ve kâğıda yansıyanın ruhunu örseleme ihtimalinden hep korkulur. Ne var ki yetkin çevirileri, çevirmenleri ve dizlerin ruhunu okuyup şiirseverlere sunanları pas geçmemek gerek bu anlamda. Bulunmuş Çeviriler'de, Can Alkor'un tartışma götürmeyen yetkinliğini bize hissettiren de bu okuma işte. Şimdi önümüzde bir demet şiir duruyor, onları çiziktirenler ise usta dil işçileri. Bembeyaz sayfalar ve oraya düşülmüş anlamlı ve rafine dizeler.

“YAŞAMAK SANCISI”
Şiirin tarihinin bir yanına ilişmiş, insana seslenen, insan kalabilene adanmış ince işçilik. Auden'in “Eski Ustalar”ı anması bu yüzden: “Ne güzel anlamışlardı/ insanca konumunu acının; nasıl ortaya çıkar/ başkaları yemek yerken/ biri pencere açarken ya da yürürken dalgın...”

Onun İspanya İç Savaşı'yla ilgili yazdığı ve bugüne dek, bu konuya dair kaleme alınan en uzun şiirlerden olan “İspanya 1937”nin, son iki dizesi yüzünden şairin toplu şiirlerinde yer almadığını öğreniyoruz. Aslında ufaktan bir tarih dersi veriyor Auden burada, ibretlik: “Tarih yenilenlere belki vah vah diyebilir/ ama yardım edemez, bağışlamaz onları.”

Gottfried Benn'in deyişiyle “insanlarla karşılaşmak” olası bu seçkinin her köşesinde. Hem de çoğu zaman es geçilen; gözümüzün önünde durup da pek görmeye çalışmadıklarımızla. Artık geçici körlük mü dersiniz yoksa bakıp da görememek mi, orası size kalmış. Elbette bir soru kalıyor Benn'den, biraz da tortu: “Hep sordum kendime, bir yanıt bulamadım/ iyiliğin, uysallığın nereden geldiğini/ bugün hâlâ bilmiyorum ve şimdi gitmem gerek.”

Eugenio Montale'nin “yaşamak sancısı” da atlanmamalı. Bu sancı kimi zaman “kavrulmuş bir yaprak”ta, kimi zaman “beygirin yük altında can vermesi”nde bazen “öğle ışığında uyuklayan heykel”de boy veriyor.

Bulunmuş Çeviriler'de bir sahne kurulmuş gibi; şairler atışmasında gözlerimize Ezra Pound bakıyor, sonra bizi John Perse çocukluğunun şenliğine davet ediyor ve Georg Trakl, kente dadanan vahşi kurtların ulumalarıyla inleyen Doğu Cephesi'nden el ediyor.

PESSOA'NIN MOUSALARI
Amanda Aizpuriete'nin satılığa çıkarabileceği yalnızca dizeleri var: “Pazar yerinde altın takılar satılıyor/ gömütlerden çıkarılmış/ iyi gidiyor hem de/ benim çekmecemdeyse bir dolu umutsuzluk, bir dolu şiir, satılmayan/ ama ruhun sözcüklerle açığa vurulması besbelli günahtır diyorum.”

Pessoa'nın Mousalara takılması boşuna değil. Kendini ararken onları bulması, daha doğrusu hatırlaması, insanı “az biraz” geriye götürüyor: “Eskiler Mousa'ları çağırırlarmış/ biz kendimizi çağırıyoruz// kaç kez kendim sandığım o kuyuya eğilip/ 'hu hu!' diye seslendim yankıyı bekleyerek/ gördüğünden fazlasını işitmedim/ suyun karanlık ışıltısıydı orada, işe yaramaz derinlikte/ yankı falan yok bizler için/ bir yüz yalnızca, belli belirsiz/ benimki olmalı, kimin olabilir başka/ yine de görüyorum aydınlatılmış gibi/ kuyunun dibinde/ suskusunda, yalancı ışığında derinliğin/ ne Mousa'ymış ama.”

Pessoa'nın yalnızca Mousa'lara seslendiği sanılmasın; Ustası'na da selam veriyor, aynı zamanda insanın yazgısını ve onun durumunu özetliyor bu arada: “Beni özgür kıldın/ ama insanın yazgısı köle olmaktır/ uyandırdın beni/ ama uyumaktır insan olmanın anlamı.”

Bulunmuş Çeviriler'deki dizelerin birbirinden değerli ve anlamlı olduğunu kitabın kapağını araladığınızda fark ediyorsunuz. İnsanı insana anlatan şiirlerin çevrelediği okur, oradaki ince ve sade anlatıma tutuluyor. John Perse'nin dediğine benzer şekilde söylersek yağmurların, insanın yüreğinde yine o insanın en güzel sözlerini yıkadığı bir tutulma sanki bu...

Bulunmuş Çeviriler/ Derleyen ve Çeviren: Can Alkor/ Norgunk Yayıncılık/ 58 s.

(*) Cumhuriyet Kitap, 29.03.2012

Hiç yorum yok: