30 Nisan 2010 Cuma

HER ŞEYİN SONUNDA MEKTUPLAR... (*)
ALİ BULUNMAZ

Sanallığa bağımlılığımız arttığından beri kâğıdı kalemi elimize alıp birbirimize iki satır yazmaya da üşenir olduk. Tek tek kimseyi suçlamanın yeri değil; herkes suçlu, değişen dünyanın “yükselen değerleri” bizi buralara getirdi.

Ancak içimizde bir özlem var, bu da yadsınamaz. Nereden mi belli? Uzak veya yakın geçmişe dair, hayatımızda yer etmiş veya bir şekilde yanından geçtiğimiz kişilerin mektuplaşma ya da yazışmaları gün yüzüne çıktığında, hemen peşine düşüveriyoruz. Belki samimiyet belki nitelik arayışı, belki de geçmişe özlem, kim bilir…

Edebiyat gündemini meşgul eden yazarlar perdelerini aralayınca; mektupları, notları, günlükleri ve pek çoğumuzun bilmediği yaşanmışlıkları ortaya saçılınca, haz duyuyoruz. Tezer Özlü ile Ferit Edgü arasındaki mektuplaşmalar da böylesine bir haz uyandırıyor insanda. Türk edebiyatının gamlı prensesi Özlü’nün “kendine ait, özel odası”na mektuplaşmaların yayımlanışıyla giriyoruz Edgü’nün deyişiyle.

Özlü ile Edgü arasında süren ve İstanbul-Ankara-Paris üçgenine denk düşen yazışmalarda, Özlü’nün çoğu zaman bunalım ve gerginlikle, bazen de coşkuyla dolu satırlarına rastlıyoruz. Yazdığı gibi yaşayan, yaşadığı gibi yazan bir edebi kimlik, mektuplarda kendini gösteriyor.

Depresyonun getirdiği hastalıklı durum, Özlü’yü susmaya ve kimi zaman da yazmaya sürüklüyor. Ama sessizlik genelde istediği bir şey; bunun aksine “çeneleri düşen”; depresyonu çenesine vuran insanları uzakta tutuyor kendisinden. Yakın dostlarının sohbetleri ise sessizliği kırıp geçen bir istisna.

Mektupların bize gösterdiği üzere Ferit Edgü, Özlü’nün en yakınlarının başında geliyor. İkilinin arasındaki bağ, dönüp dönüp okunan eski kitaplarla kurulan ilişkiye benziyor. Edgü’nün Özlü’yle dostluğunu, insanlarla dolu yalnızlıktaki gerçek bir yakınlık biçiminde de niteleyebiliriz.

Yayıncısı olarak Ferit Edgü, Tezer Özlü’nün yaratım sürecini de yakından takip ediyor. Mektuplarda bu izleyişin, isyanların, ortaya konan eserin yarattığı sevincin ya da basım sırasında beliren yanlışların yarattığı öfkenin imleri de var.

Gerek Özlü’nün gerekse Edgü’nün oradan oraya yolculukları da mektupların önemli bir yanı. Sonrası yazı yine; yazmak için düşünme ve yazma… Svevo’nun, Rimbaud’nun, Kafka’nın peşinde, onların izini süren bir Tezer Özlü bulunuyor satırlarda; hem onlardan etkilenen hem de bazen onların yardımıyla düşünüp yazan.

Tezer Özlü için değer verdiği bir insanla mektuplaşmak soluk almaya benziyor. Kitabın vitrinine çıkarılan satırlar, bu duyguyu yansıtıyor: “Severek mektup yazılan bir insanın bile olması ne büyük bir olay, söylenen her sözcüğün anlaşılmaktan öte, yaşandığını, dahası sözcüklere bile gerek olmadan yaşandığını bilmek, güç gibi yalınç bir olgu değil, var olmak gibi bir şey.”

Özlü ile Edgü arasındaki mektupların tamamı değil kitaptakiler. Kimisi kaybolmuş, kimisi de yok edilmiş. Ama her ne olursa olsun, bu kadarı bile uzun bir dostluğun satırlara yansımasının yanında, iki yazarın odasına davet ediyor okuru.

“Değişmeyi yaşayabildiği için mutlu olan” bir yazarın, yakın dostuyla yıllar süren paylaşımlarının sayfalara dökülüşü, aynı zamanda yazmayı var oluş sayan iki ismi de getiriyor önümüze. Bu anlamda Her Şeyin Sonundayım başlığıyla yayımlanan Özlü ile Edgü’nün mektupları, geleceğe taşınacak bir hatıra ve öte yandan, geçmişi bugünle buluşturan bir tanıklık.

(*) Cumhuriyet Kitap, 29.04.2010

Hiç yorum yok: