26 Mart 2010 Cuma

BİR ÜLKE, BİR DİKTATÖR, BİR ÇOCUK... (*)
ALİ BULUNMAZ

Bir devrime nasıl ihanet edilir, o devrim yozlaştırılıp nasıl bir zorbalığa dönüştürülür görülmek istenirse, bunun en “güzel” örneklerinden biri herhalde Çavuşesku döneminin Romanyası'dır. Özellikle tahttan indirilişine yakın yıllarda, ülkeye nasıl bir karabasan gibi çöktüğü taraflı tarafsız herkesçe biliniyor. Ancak hafızası zayıflamış; bu nedenle geçmişi görüp yorumlayamayan ve Çavuşesku'nun bugünkü benzerlerini kavrayamayanlar için, onun ve liderlik ettiği Romanya'nın 1980'lerdeki durumunu kısaca özetlemek gerek.

DEVRİME İHANET EDEN ZORBA
Ülkesinde adı ilk kez 1932'de Romanya Komünist Gençlik Hareketi'ne katılışıyla duyulan Çavuşesku, Romanya İşçi Partisi'nin Stalin'e bağlı önderi Gheorghe Gheorghiu-Dej'e yakın biri olarak politbüro ve parti sekreterliğinde görevler üstlenir. Dej'in ölümüyle parti birinci sekreterliğine, Temmuz 1955'te ise genel sekreterliğe getirilir. 1967'de devlet başkanı, 1974'te Romanya Komünist Partisi Genel Sekreteri ve Devlet Konseyi Başkanı, aynı zamanda da Cumhurbaşkanı olur.

1968-1970 arasında Stalin yanlısı yöneticilere karşı temizlik harekâtına girişen Çavuşesku, öte yandan sadece devlet başkanından emir alan gizli güvenlik örgütü Securitate eliyle konuşma ve basın özgürlüğünü tamamen kısıtlayarak, en küçük muhalefeti bile susturdu.

1980'lere gelindiğinde parti ve hükümet üzerindeki denetimini korumak adına politikalarını katılaştırdı. Romanya'nın Temeşvar kentinde rejim muhalifi bir rahibin tutuklanmaya çalışılmasıyla fitil ateşlendi ve 17 Aralık 1989'da kentte gösteri yapan kitleye ateş açıldı. Kısa sürede başkent Bükreş'e sıçrayan olaylar, 21-22 Aralık günlerinde çatışmaya dönüştü. Gizli polis gücü Securitate ile göstericiler arasında sert çarpışmalar yaşandı. Ordunun 22 Aralık'ta ayaklanmacılarla hareket etmeye başlaması, Çavuşesku rejiminin sonunu getirdi.

25 Aralık 1989 günü Çavuşesku ve devlet başkan yardımcısı eşi Elena, kitle katliamı, yolsuzluk, görevi kötüye kullanma, vatana ihanet ve kamu malını zimmete geçirme suçlamalarıyla yargılanıp, kısa bir duruşma sonunda idama mahkûm edildi. İkilinin aynı gün kurşuna dizilmesiyle Romanya'da bir dönem kapandı. György Dragoman'ın annesine ithaf ettiği Beyaz Şah isimli romanı, Çavuşesku dönemi Romanyası'nı ve onun ülkede estirdiği sert rüzgârları anlatıyor.

UMUDUN ADI BEKLEYİŞ
Romanın başlangıcı bile Çavuşesku'nun baskı dönemini yansıtıyor. Babası uzakta bir oğul, onun “devlete karşı suç işlediğini”; rejim karşıtı bir örgütlenmeye katıldığı için çalışma kampına gönderildiğini öğreniyor. Babasının gönderildiği yer Tuna Kanalı ve buradaki inşaatta çalışmaya mahkûm ediliyor. En azından “iç güvenlik görevlileri”nin verdiği bilgiler böyle. Yeri gelmişken söyleyelim, Tuna Kanalı kitap boyunca hep bir korku ve yıldırı aracı, hatta ögesi olarak geçiyor. Bu da Çavuşesku rejiminin politikalarının açık bir göstergesi.

Anlatıcı Cata'nın geçtiği bir sokağa, daha da önemlisi oranın adına ilişiyor gözümüz: Devrim Kurbanları Sokağı... Çavuşesku'nun demir yumruğu yeniden başlar üstüne gölgesini bırakıyor. Aynı dönemde, çocukların sokakta veya bir kulüpte oynadıkları futbolda bile belirleyici olan siyaset. Örneğin Cata'nın takımı Kızıl Çekiç, rakibi Atılım'ı yenebileceğini düşünmüyor, çünkü onları ordu (Çavuşesku'nun ordusu) destekliyor ve ne isterse sağlıyor. Bu yüzden turnuvalarda yenilgisizler.

Pazar günlerini evde babasını bekleyerek geçiren Cata için o gün futbol dahi önemsiz, ne de olsa umutları tazedir: “Pazar günleri hep evde oturur babamı beklerdim, Tuna Kanalı'na götürdükleri gün ayrılırken, beni almaya gelecek, beraber denize gideceğiz, diye söz vermişti. Annem boşuna bekleme diyordu, hem çalışma kampında geçen sekiz ay sonra belki de babamı tanıyamazmışım bile, gelecek olsa zaten haberimiz olurmuş, aslında ben bir türlü inanmıyordum babamın çalışma kampında olduğuna...”

Babası çalışma kampından birkaç mektup gönderir ve hepsinde aynı ifade dikkat çeker: “İyiyim.” Romanın hemen her satırı ve her bölümünde babaya duyulan özlem çıkıyor karşımıza. Çalışma kampında ve çiçek hastalığına tutulmuş bir baba ile onu bekleyen bir çocuk ve anne. Özgürlüğe duyulan özlem gibi aynı. Baskının ve yozlaşmanın son bulmasını istemek gibi... Pek çok insan, Cata'ya babasının ihanet yüzünden çalışma kamplarında yok olduğunu söylese de, o inatla bunun tersini savunur. Umudu hiç kırılmaz.

Bir çocuğun gözünden büyükbabasının anlatılışında dikkat çeken bazı noktalar var. Öncelikle, büyükbaba, Parti'nin yakın geçmişinde etkin bir isim ve hâlâ bağlantıları var. Emekli bir asker ve göğsünde bir dolu nişan bulunuyor. Aynı zamanda eski bir sporcu ve o günlerden kalan madalyaları da evindeki camekânlı bir dolapta sergiliyor.

Büyükbaba ne denli heybetliyse de, Cata'nın annesinin, babasını kışkırttığını ve Parti ile bu yüzden arasının açıldığını düşünüyor. Bu nedenle hem büyükbaba hem de büyükanne, Cata'nın annesine öfkeli. Çünkü ikisi de Parti sayesinde “çok güzel yaşadığını” savunuyor.

SARSICI BULUŞMA
Ülkede her şey aynıdır. Filmler yasaklanır veya sansürlenir, insanlardan ancak iktidarın izin verdiği ölçüde düşünmesi istenir. Cata, babası ve annesi de bu nedenle mengeneye alınır. Tepkisizliğe alıştırılmak istenen, robotlaştırılıp eblehleştirilmeye çalışılan toplumdaki çıkıntı insanlardır onlar. Elbette böylesine bir ortamda elden ne kadar geliyorsa...

Sonra aniden bir sahne belirir: Büyükbaba, torununu alır, daha önce oğlunu küçükken getirdiği bir çayıra yollanır. Cata, orada ilk defa babasından söz eden ve birden bire oğlunun fotoğrafını görmek isteyen büyükbaba ile yüzleşir; Cata'nın hep cebinde taşıdığı fotoğrafı. O gün fotoğraf yanında değildir, büyükbabada ise, kızgınlığından ve kendisine ihanet ettiğini düşündüğünden olacak, oğlunun tek bir fotoğrafı yoktur.

Ardından ikinci bir sahne: Büyükbabanın intiharı. Bu olay başta Cata olmak üzere, pek çok insanda şok etkisi yaratır; büyükannne, kocasının intihar ettiğini çevreden gizlemek için epey uğraşır. Cenaze keşmekeşinin ortasında Cata ve annesiyle beraber törene katılan herkesi bir sürpriz bekler: Cata'nın düşüncesi gerçek olur, uzun zaman sonra babasını görme fırsatı yakalar. Elleri kelepçeli ve dört görevli arasındadır. İfadesiz ve yaşananların ayırdında olmayan bakışlarla etrafına göz gezdirir, Cata gördüğü kişinin babası olduğuna inanmaz.

Bu buluşma her açıdan pek kaldırılamaz boyuttadır: Babasını yitiren oğul, babasını gören oğul ve eş, oğluyla buluşan anne... Kimsenin ağzını bıçak açmayan yan yana geliş hikâyesi. Arkasından karmaşa; anne, eş, oğul ve muhafızlar arasındaki kıyasıya itişme, Cata'nın babasını muhafızlara direnirken izleyişi. Hemen hepsi, gerilim filminden bir sahneyi andırıyor. Cata'nın babasına kavuşma umudunun gerçekleşmesi ama bu birlikteliğin kısa sürüşü, işte o da trajik olan.

Getirildiği gibi yok edilen baba. Onun ardından mücadele eden oğul, izleyiciler ve baskının gücü: 11 yaşındaki Cata'nın gözünden Çavuşesku dönemi Romanyası'nın tasviri böyle; babasız kalan, onunla buluşmayı hayal eden ve bulduğu anda kayebetmemek adına bütün gücünü kullanan bir çocuğun yaşadıkları.

Kitabın yazarı György Dragoman, Beyaz Şah'ta Cata'nın gözünden Romanya'yı betimlerken, hissettirdiği duyguların başında tedirginlik var. Bundan daha doğal bir şey olamayacağı, hem roman okundukça hem de romanla 1980'lerin Romanyası karşılaştırıldığında anlaşılıyor. Çünkü Cata'nın ifadesine (ve ayrıca 1980'lerde yaşananlara) bakılırsa sokakta, evde, okulda, işyerinde hep baskı, izlenme ve sürgit kabalık söz konusu. Bunlara bir de iktidarın pervasızlığı eklenince, ses çıkarılacak bütün yollar tıkanmış oluyor.

Yazar Dragoman, 1988'de ailesiyle beraber Macaristan'a yerleşmiş. Doğum yılı 1973. Yani Çavuşesku rejiminin en güçlü olduğu dönemde dünyaya gelmiş, onun en baskıcı yıllarını (çocuk da olsa) yaşamış ve Çavuşesku'nun son zamanlarında, ülkesinden ayrılmış. Anlaşılacağı üzere, Beyaz Şah'ta yer alan olay ve kurgusallıkların hemen hepsinin alt yapısında böylesine gerçek ögeler yatıyor.

Beyaz Şah/ György Dragoman/ Çeviren: Gün Benderli/ Yapı Kredi Yayınları/ 198 s.

(*) Cuhuriyet Kitap, 25.03.2010

Hiç yorum yok: