3 Mart 2010 Çarşamba

TURUNCU TULUMLARI GİYMEK İSTER MİSİNİZ? (*)
ALİ BULUNMAZ

ABD'nin yeni başkanı Obama, dünyada bir “barış” umudu şeklinde algılandı; Nobel Barış Ödülü'ne aday gösterildi ve ödülü kaptı. Seçim kampanyası sırasında, seçildikten sonra ve Barış Ödülü'nü almasının ardından belli sözler verdi, bunlardan en öne çıkanı utanç kaynağı Guantanamo Kampı'nın kapatılacağına dairdi. Ne olacağını kimse bilemez ama kamp, girişilecek başka işgallerden yeni “suçlular” için öylece bekliyor. “Guantanamo'nun kapatılması bir şeyi değiştirir mi?” diye de sorulabilir; aynı işlevi görecek bir başka kampın açılması çok kolay değil mi?..

Küba'da, adını Guantanamo Körfezi'nden alan tutuklu kampı, 11 Eylül ve sonrasındaki Afganistan ile Irak işgalleri sayesinde ününe ün kattı. Turuncu tulumlar giydirilen, “terör suçluları” işkenceden geçirildi, “özel sorgulama teknikleriyle” baskı altına alındı. Foucault'nun kapatılma teorilerini geride bırakan uygulamalarla insanlar suçlandı, “11 Eylül bağlantısı” gerekçe gösterilip “düşman savaşçılar” diye adlandırılarak yıllarca Guantanamo'da tutuldu, tutulmaya da devam ediyor; yargılanmadan, söz hakkı verilmeden daha da trajik biçimde neyle suçlandıklarını bilmeden...

“SUÇLU” VE HİÇKİMSE
Mahvish Rukhsana Khan'ın Guantanamo Günlüğüm adlı kitabı, tutuklu kampından insan manzaraları sunuyor. Zaten alt başlık da bunun göstergesi: “Tutsaklar ve Bana Anlattıkları.” 11 Eylül'ün ardından ortaya çıkan küresel paranoyanın etkisiyle başlayan işgaller, toplama ve kapatma harekâtı, yargısız infazları, meşrulaştırılan işkenceleri ve tutuklu kamplarını gündeme getirmişti. Bunların en göze batanı, ABD'nin Soğuk Savaş için oluşturduğu stratejik üs Guantanamo'dakiydi.

Khan, “Gitmo” adıyla anılan Guantanamo'ya gidebilmek için ne denli zor bir izin alma süreci geçirdiğini anlatıyor önce. Kendi Peştun kökeni ve ailesinden yola çıkıp, bir bakıma ufak tefek iç hesaplaşmalar yaptıktan sonra ajanların geçmişini, alışkanlıklarını ve yaşantısını didik didik edişini sayfalara döküyor.

İlk görüşmeye girdiği anda, yazılanlardan da anlaşılacağı üzere, bir şey dikkati çekiyor; “mahkûm” ya da “teröristin” adı yerine numarası var her şeyin başında. Khan'a kulak verelim: “Tanıştığım tutukluların kişiliği yadsınır, kamp dışındaki dünya tarafından kimliksiz adledilirdi. Onlar insanlıktan çıkarma adına isimleri, yüzleri olmayan birer seri numarası, birer katalog kodlamasıydı. İsmi olması bir kişiye, hatta bir hayvana kişilik kazandırır. Seri numaraları ise hareket etmeyen nesnelere verilir.”

İlkin numara, sonra isim... Aynı tutuklu Ali Şah Musavi'de olduğu gibi. Guantanamo'ya ayak basana dek pek çok “terör suçlusunun” ya da “düşman savaşçının” başına gelenleri anlatıyor: “Nedeni” sonradan anlaşılan tutuklama, işkence, bitmek bilmeyen sorgulama ve en sonunda “mahkeme” süreci... Musavi'nin “mahkemede” sarf ettiği “Ben hâlâ neyle suçlandığımı anlamış değilim” cümlesi ise hayli tanıdık.

“Suçluların” oraya götürülüşü ve hapishanede yaşamaları ne kadar zorsa, avukatların kampa girmeleri ve “mahkûmlarla” görüşmeleri de aynı oranda zor. Her yeni yolculuk yeni bir “düşman savaşçıyla” tanışma demek. Ancak hemen hepsinin anlattıkları aşağı yukarı aynı. Buradan çıkan sonuç ürkünç: İnsani bir uygulama yok, haklarından arındırılmış, isimsiz, kimliksiz ve kişiliksiz bir “suçlu” kitlesi yaratılmış. En önemlisi de karşımızda onuru kırılan bireylerin duruşu.

Zaman ve dünyadan arındırılmış ve hiç kimse haline getirilmiş kişiler anlatılıyor. Korkunç olan, Khan'ın da belirttiği gibi toplananların neredeyse tamamının yanlışlık sonucu oraya getirilmesi.

Yanlışlık: Bu tarz durumlar için çıldırtıcı bir kelime ya da tanımlama. Yanlışlığın nedenlerini sorgulamaya başlayan Khan, bir başka çılgınlıkla yüzleşir: Terör bağlantısı olan kişilerin bulunmasını kolaylaştırmak için kurulan ödül ya da daha doğru deyişle ihbar sistemi. Hemen herkesi muhbir ve suçluya dönüştüren; insanları Guantanamo'ya süren ölümcül bir oyun, para kazanmak ve “suçluları” bulmak isteyenlerin işine gelen bir mekanizma. Kimin suçlu olup olmadığının önemi yok haliyle. Kurgulayan ve oynayan kazanıyor ama tutuklananların kaybettiği, sahtecilerin kazandığından çok daha fazla.

Guantanamo'da “mahkûmların” giysilerinin rengi açık. Ancak “itaatsizlik” durumunda, Khan'ın aktardığı biçimde, taba rengi veya turuncuya bürünüyorlar. Numaralandırılan, aşağılanan ve kimliksizleştirilen “düşman savaşçılar” aracılığıyla dünyaya verilen bir mesaj belki de bu.

“HAYATIN BİR PARÇASI GUANTANAMO”
Guantanamo'da tutuklu bulunanların pek çoğu sıradan insan. Onları oraya getiren yanlışlığın hepsi farkında ama adil bir yargılamadan geçmedikleri ve kendilerini savunma olanağı verilmediğinden avukatlar dışında dertlerini anlatacakları kimse yok gibi.

Khan'ın bu zorlu süreçte konuştuğu herkes büyük güçlükler yaşadığını söylüyor. Tutuklu kalıp serbest bırakılan Abdül Selam Zaif'in salıverilişindeki trajikomiklik dikkat edilesi türden. Serbest bırakılırken ABD'li üst düzey bir general tarafından tebrik edilen ve kendisine “iyi biri olduğu” söylenen Zaif, o anda rüya gördüğünü sanır. Guantanamo, onun deyişiyle “bundan böyle hayatının bir parçasıdır.”

Khan'ın anlattığına göre, Guantanamo'yu hayatının parçası haline getirmek istemeyenlerin tek seçeneği bulunuyor, o da intihar. Kitapta bunlara üç örnek var; iki Yemenli ve bir Suudi. ABD'li yetkililer ise intiharlar için “bunun bize karşı asimetrik bir savaş hali olduğuna inanıyoruz” açıklamasını yapıyor. Ancak ölümler üzerindeki şüphe bulutları ileriki satırlarda gün yüzüne çıkıyor; “Cinayet mi intihar mı?” kuşkusu hep canlı kalıyor.

Khan'ın Guantanamo tutuklularıyla görüşmesi sırasında, kampın girişinde “Onur sözümüz, özgürlüğü savunmaktır” yazan tabeladan bahsedilir. Tutuklulardan Sami el-Hac, bunun üstüne şu yorumu yapar: “Tabelayı her gördüğümde o devasa operasyondan sorumlu adamların onurun ne anlama geldiğini anlayıp anlamadığını veya özgürlüğün, sadece Amerikalılara has değil evrensel bir hak olduğunu gerçek anlamda kavrayıp kavrayamadığını merak ediyorum” (s. 143).

Guantanamo'da tutuklu bulunan “suçluları” en iyi “değersiz yaşam” nitelemesi ifade ediyor. Çünkü oradakilerin hiçbir şekilde değerli, insani bir tarafı yok: Suçlular ve hepsi ABD ile “özgürlük düşmanı...” İster inanılsın ister inanılmasın, ABD tüm dünyaya bunu yansıtıyor. Defalarca intihara kalkışan Cuma el-Dessari de o “değersizlerden” biri ve avukatlarına, “Gitmo”nun amacı “insanları tahrip etmek, ben de tahrip oldum” deyişi, söz konusu değersizleştirme uygulamasının açık bir anlatımı.

Tahrip edici olan yalnızca tutuklamalar değil elbette. Trajikomik hikâyeler, dehşet verici öykülerden daha yıkıcı hale gelebiliyor. Örneğin Abdul Rahim Müslim Dost ve Bedri Zaman adlı iki kardeşin yaşadıkları... Pek çok suçlamanın ötesinde, Bill Clinton ile ilgili yaptıkları şaka başlarını çok ağrıtıyor. Yazdıkları bir makalede Bin Ladin için konulan 5 milyon dolarlık ödüle atfen “Monica Lewinsky ile oynaşan Clinton'ın başına ne ödül konur?” diye soran kardeşler, bulduğu yanıtı paylaşıyor: “Afganistan'da bu fakirlikte yalnızca 5 milyon Afgani toplanabilir. Yani 113 dolar.” Tutuklulukları boyunca özellikle bu şaka nedeniyle sorgulanıyor iki kardeş. Ama esas tutuklama nedenleri yine tanıdık Khan'a göre: Pakistan'da ABD muhalifi olmak...

Khan'ın anlattıklarına göre Guantanamo'da gerçek suçlular var. Ama suçlu da olsa suçsuz da, bir insanın nedenini bilmeden tutsak edilmesi, işkence görmesi, herhangi bir yargılamada adalet önünde suçluluğu kanıtlanmadan yaftalanması, aşağılanıp haklarının gasp edilmesi daha büyük bir suç değil mi?

Kaldı ki Guantanamo ve benzeri toplama kampları (Balgram, Ebu Gureyb...) hukuk tanımazlığın kol gezdiği mekânlar. Khan'ın Guantanamo Günlüğüm kitabı söz konusu hukuk tanımazlığı, oralardan geçenlerin gözünden anlatırken, bir duyarlılık oluşturmaya çabalıyor.

Hukukun, adaletin, adil yargılamanın ve insan haklarına saygının, bir gün herkese gerekli olabileceğine dair yalın çıkarımın yapılmasını istiyor. Aslında belki de, “itaatsiz” mahkûmlara giydirilen turuncu tulumların, insanlığa giydirildiği ve ABD dışında dünyanın geri kalanının Guantanamo benzeri bir kampa dönüştürülmeye çalışıldığı uyarısında bulunuyor.

Guantanamo Günlüğüm/ Mahvish Rukhsana Khan/ Çeviren: Başak Akın/ Literatür Yayınları/ 220 s.

(*) Cumhuriyet Kitap, 25.02.2010

Hiç yorum yok: