18 Mart 2010 Perşembe

DUYDUM, SUSTUM VE YAZDIM (*)
ALİ BULUNMAZ

Beat Kuşağı’nın lokomotifi iki yazar; Jack Kerouac ve William S. Burroughs, Ve Hipopotamlar Tanklarında Haşlandılar’la 60 yıl sonra yeniden aramızda. Roman, “arıza” iki adamın elinden çıkma olunca ve Beat Kuşağı’nın el kitaplarının başında gelince ayrı bir dikkat istiyor. Dolayısıyla Beat Kuşağı ve onun iki yazarı da öyle.

KURULU DÜZENE KARŞI ÇIKIŞ
“Beat Kuşağı” deyimi, 1950’lerin Amerikası’na uzanıyor. Bir grup yazar ve şair, konformist hayata tapan ABD toplumu orta sınıfının değerlerine çomak sokmaya kalkışınca, adı geçen kuşak da doğmuş oldu.

Tezgâhı San Francisco’ya kuran bu adamlar, gittikçe ABD ve kıta dışına yayıldı. Bu arada ABD’nin yükselişteki muhafazakârlığına, halkın dili ve deyimlerinden beslenerek karşı çıkmaya çabaladılar. Kendi biçemlerini kurarken, bazıları yaratıcılıklarını harekete geçiren şeyin uyuşturucu olduğunu da saklamadı. Karşı-dil ve karşı-kültür, Beat Kuşağı’nın en önemli belirleyicisiydi. Yazar ve şairler arasında anlayış ortaklığı bulunsa da, hiçbiri aynı şeyi yazmıyordu.

Anlayış ortaklığının esas bileşenleri, ABD orta sınıf kurumları, ahlakı ve yaşama biçimine karşı tavır takınmaktı. Buradan bakınca Beat Kuşağı’nın en bilinen adları Allen Ginsberg, Lawrence Ferlinghetti, Gregory Corso ile William S. Burroughs ve (aynı zamanda kuşağın isim babası) Jack Kerouac’tı.

O dönem soluk alıp veren yapıya ve onun koruyucularına meydan okuyan bu isimlerden Kerouac ve Burroughs’un kaleme aldığı Ve Hipopotamlar Tanklarında Haşlandılar, kariyerlerinin başlangıcı anlamına da geliyor.

Kitap, tamamıyla bir suç romanı. Anlatılanlar 1944 yılına ait. O yıllarda henüz tanınmamış iki kişi; Kerouac ve Burroughs, Ve Hipopotamlar Tanklarında Haşlandılar ile bugün yeniden gündeme geldi, bir de kitapta anlatılan öykünün aslında gerçek oluşu ve zamanında bu olayı (cinayeti) örtbas etmekle suçlanışlarıyla.

Kitabı elinize aldığınızda bir şey dikkatinizi çekiyor: Eser boyunca iki isim başlıkları oluşturuyor. Bunlar Will Denisson ve Mike Ryko. Denisson’ı William Lee (William S. Burrouhgs), Ryko bölümlerini ise John Kerouac (Jack Kerouac) kaleme almış.

Metin ilerledikçe Beat akımının ana temaları ve biçemi yavaş yavaş okuru sarmalıyor. Ağzı bozuk konuşmalar, zaman zaman tedirgin edici zaman zaman da sarsıcı isyankâr deyişler ortaya çıkıyor.

OTOBİYOGRAFİK ÖĞELER
Kerouac ve Burroughs, Beat’lerin yaşam tarzına yönelik ayrıntılı anlatımları da paylaşıyor; romanı zenginleştiren ana besinlerden biri de bu: Salaş mekân ve evler, bazen rahatsız edici biçimde akan hayat ama yine de yaşamı bir yerinden yakalamaya çalışan tipler. Hayatı, hareket halinde bir tren olarak görüp ona çılgınca atlamaya yeltenmek: Zaten cinayeti bilip, polise haber vermeden onun romanını yazmaya kalkışmak da bu değil mi biraz? Kısaca söylenecek olursa, gerek roman kişileri gerekse Kerouac ve Burroughs, canları nasıl isterse öyle yaşayan insanlar.

Sırası gelmişken, romanda da beliren bir özelliğe değinmeli. Kerouac ve Burroughs’un edebi kişiliğini oluşturan şey, yazdıklarında otobiyografik öğelerin yer alması. Yani hem Kerouac hem de Burroughs, kendi yaşamlarından parçaları metinlerine yedirerek okuru, kendi çevreleri ve hayata bakış pencerelerinin önüne dikiyor. Ve Hipopotamlar Tanklarında Haşlandılar bunun çarpıcı örneklerinden biri: Gezginlik, uçarı hayat, düzenle uyumsuzluk, sistemi sistemsizce; o an nasıl gelişiyorsa öyle eleştirme… Tüm bunlar, Beat Kuşağı’nın kimlik kartını oluşturuyor ve bu, romanda da su yüzüne çıkıyor.

Romanın kendine has anlatımında ayrıntılar hatırı sayılır bir yer kaplıyor. ABD’nin sokakları, arka cadde barları, “normal” insanların yaşamakta zorlanacağı bir hayat tarzı; hemen hepsi adeta yeraltını betimliyor. Böylece kitap, her şey bir yana yeraltı edebiyatının da klasikleri arasına giriyor.

Söz edilen ayrıntılar içinde bazen sakin, çoğu vakit sert dalgalı bir denizde yüzerken cinayet çıkageliyor. Zil sesi, sigara dumanı ve Phillip’in itirafı: “Al’ı öldürüp cesedini bir depoya attım.” Peki, neden? Aslında çok “basit”; her şey Phillip’in sorduğu bir soruda gizli: “Ölmek ister misin?” Gerisi çorap söküğü gibi geliyor. Phillip, Al’la aralarında geçen bir konuşmaya atıfta bulunuyor: “Bir şey çok uzarsa, sonunda bir şeyler olur.”

Bir solukta anlatılan bu cinayeti daha dehşet verici kılan da o anlatım. İşlenişi, Al’ın ölü bedeninin Phillip tarafından çatıdan itilişi ve sonrasında cesedin bir depoya saklanışı… Tüm bunların anlatılışı, en az olayın kendisi kadar ürpertici.

Kitap kadar, ilgi çekici olan şey, romana sonsöz niyetine kaleme alınan yazı. James W. Grauerholz’un yazısı, bir filmin kamera arkası görüntülerine benzer biçimde romanın gerisinde yatanları özetleyen niteliğiyle öne çıkıyor.

Romanın nasıl efsane olarak dillere düştüğünü, aslında ilk halinin Kasaba ve Şehir romanına dayandığını ve bir dönem romanı şeklinde adlandırıldığını da aynı yazıdan öğreniyoruz. Bir şey daha: 14 Ağustos 1944 günü işlenen cinayetin, Kerouac ve Burroughs’un arkadaşlarının bunu onlara anlatması sayesinde Beat Kuşağı’nın kült kitaplarından birini yaratmaları sağlayışını da fark ediyoruz.

“KEYFİ DÜRTÜSEL EYLEMLER”
O günlerde New York gazeteleri aracılığıyla kamuoyunu meşgul eden cinayet, aynı zamanda sonradan ünlenecek Paterson, Allen Ginsberg, Jack Kerouac ve William S. Burroughs
gibi isimlerin de sarsılmasına yol açar.

Zaman geçtikçe Kerouac ve Burroughs, olayı kâğıda dökmeye karar verir. İkilinin, cinayeti işleyen Lucien’le olayın ardından beraber neler yaptıklarını şöyle anlatır Grauerholz: “Günü birlikte konuşarak ve içerek, bardan bara gezerek, tablolara bakarak, sanat filmleri seyrederek ve bu gerçek dünya dramının yakın zamanda gerçekleştiği yerleri ziyaret ederek geçirdiler. Sonunda akşama doğru delikanlılar daha fazla oyalanamayacaklarını anladı. Jack’le Lucien gönülsüzce, yakın zamanda yaşanan olayın her şeyi değiştireceğini bilerek ayrıldı.”

Grauerholz, Ted Morgan’ın Burroughs’tan aktardıklarını da satırlarına döker: “Kerouac’la ben birlikte bir kitap yazmaktan bahsediyorduk ve Dave’in (Al’ın) ölümünü yazmaya karar verdik. Sırayla birer bölüm yazıyor ve birbirimize okuyorduk. Kimin neyi yazacağı çok belirgindi. Olanları aynen değil, (sadece) aşağı yukarı anlatmaya çalışıyorduk. Keyifli oldu. Yazdıklarımız gerçekten olanlar tarafından belirleniyordu tabii. Yani Jack’in ve benim ayrı ayrı bildiğimiz şeyler vardı. Bunları kurgulaştırdık. Cinayet aslında bir bıçakla işlenmişti, kesinlikle küçük bir baltayla değil (…) Kerouac’ın henüz yayımlanmış bir eseri yoktu, kimse bizi tanımıyordu. Her halükârda, kitabı yayımlamak isteyen çıkmadı (…) Şimdi düşünüyorum da, ilgilenmeleri için bir sebep yoktu zaten. Kitap ticari başarı kazanamazdı, bunun için yeterince sansasyonel değildi, tamamen edebi bir başarı kazanacak kadar iyi yazılmış veya ilginç de değildi. İkisinin arasındaydı. Gayet Varoluşçuydu, dönemin egemen modu buydu, ama Varoluşçuluk henüz Amerika’da yaygınlaşmamıştı. Kitabın maddi bir getirisi olmazdı.”

Arkaplanı bu şekilde özetlenebilecek romanda ismi geçenlerin hepsi gerçek. Takma veya sahte adlarla gizlenenlerden kimin kime karşılık geldiği de, Beat okumalarını dikkatle yürütenler ve uzmanlarca biliniyor.

Gide’den (ç)alıntılarsak, “keyfi dürtüsel eylemler”in yön verdiği roman, hem gerçek bir öyküye dayanması hem de bir dönemin başlangıcına işaret etmesi bakımından önemli. Buna bir şey daha eklemek gerek: Ve Hipopotamlar Tanklarında Haşlandılar, yeraltı edebiyatı için de el kitabı niteliğinde. Kerouac ve Burroughs’un kişisel yaşamı ve deneyimlerinden de örnekler barındıran kitap, adı gibi anlattıklarıyla da özgün bir metin.

Ve Hipopotamlar Tanklarında Haşlandılar/ Jack Kerouac, William S. Burroughs/ Çeviren: Dost Körpe/ Sel Yayıncılık/ 148 s.

(*) Cumhuriyet Kitap, 11.03.2010

Hiç yorum yok: