22 Mart 2010 Pazartesi

MİNÖR EZGİLER DİNLER GİBİ (*)
ALİ BULUNMAZ

Aslı Tohumcu'nun ilk öyküleri, yaşamımızda önemli yer kaplayan şiddeti anlattı hep. Abis adıyla kitaplaştırdığı o öyküler, bu şiddet anlatımının toplamıydı. İkinci kitabı Yok Bana Sensiz Hayat, ölen yakını için yaktığı bir ağıttı.

Tohumcu'nun yeni kitabı Şeytan Geçti, bugünlerde raflardaki yerini aldı. Kitaptaki öykülere giden kapı aralanınca, Tohumcu'nun tüm hikâyeleri neden “lanetlediğini”; bunların neden ona “mutsuzluk” verdiğini merak ediyorsunuz. Bu acı ve öfkenin kaynağı, öykülerdeki yeri ne? Daha da ötesi, hikâyeler hemen baştaki cümlenin barındırdığı acıyı ve öfkeyi aşmak adına mı yazıldı?

Görünen o ki Tohumcu öykülerini, yaşanan acıları, ayırımcılığı; öfke ve saldırıları yaymak, insanları bunun içine çekmek, bunları anlamalarını sağlamak adına kaleme almış, ilerleyen satırlarda bunu kavramak kolaylaşıyor.

Şeytan Geçti'yi oluşturan öyküler, sizi karanlık bir tünele yolluyor gibi. Bunun nedeni, bunalımın hâkim olduğu bir edebiyat değil; aksine bunalımın, merkeze alınan kadınların hikâyelerinin aktarılışı. Hor görülen, itilen, zorlanan, zorla herhangi bir işe sürülen kadınlar onlar; eğri başlayıp, daha da eğri süren veya biten öykülerin özneleri aynı zamanda. Öykülere, korku, tedirginlik, hak arama mücadelesi konu oluyor.

Açık veya örtük şiddet, Tohumcu'nun ilk kitabındaki gibi yine karşımızda. Buradaki, hem psikolojik hem de fiziki anlamda şiddete uğrayan kadın. Anlayacağınız, karanlık dünyasından sıyrılmak isteyen, bu yönde umudu bulunan kadınlar var söz konusu hikâyelerde. Aynı kitapta çok erken yaşta hayata atılmış (ya da hayattan elini eteğini çekmiş-çekmesi istenmiş) kadınlar da bulunuyor.

Örneğin “Kurt Gözler” isimli öyküde Fatma'nın çığlığı, bu iki kadın tipini özetlemesi; gazetelerin üçüncü sayfalarını gün aşırı kaplayan haberlerden birinin içyüzünü yansıtması bakımından önem taşıyor: “Hocaefendi', dedi deminkinden daha gür bir sesle . Hoca şaşırdı, döndü baktı Fatma'ya. Fatma durur mu, dikti kara gözlerini hocanın gözlerine, başladı adamı gözlerinin içine çekmeye. 'Neden bu adamlar benim anamın namazını benim önümde kılıyor? Karısına kızına eziyet eden adamın namazına ihtiyacı yok anamın. Bu kadını mezara sokanlar da bunlar. Onlar benim arkamda kılacaklar namazı.”

Tohumcu'nun öykülerinde yer verdiği kadınlar, yanlış anlaşılan ya da çoğunlukla anlaşılamayan; daha doğrusu, herkesin işine geldiği gibi yaftaladığı kişilikler. Aynı kadınların bir başka özelliği, hayatının tamamında veya bir bölümünde engellenmesi; duygu ve eylemlerine ket vurulması. Buradan bakıldığında, minör ezgilerle bezeli öykülerle karşılaşıyoruz doğal olarak; her hikâye, kahramanlarının tortularla kaplı yaşamı nedeniyle ağızda buruk bir tat bırakıyor.

Şeytan Geçti'den birkaç isim sıralanabilir: Elif, Melike, Selma, Döne, Fatma, Zehra... Gerçekte hepimiz tanıyoruz onları; gazetelerden, televizyonlardaki sabah ve öğle sonrası “kadın” programlarından, ana haber bültenlerinden... Tohumcu'nun öykülerinde bu adlarla soluk alıp verenler, “kadın doğma” ya da “kadın olma”dan kaynaklanan sorunlarla; bunu sorunlaştıranlarla (kadını, sadece kadın olduğu için sorun gibi görenlerle) yüzleşen ve onlarla mücadeleye tutuşan isimler.

Tohumcu, onlardan bahsederken rahatsız edici bir dil kullanmış. Bu biçem bazen öylesine erkek egemen bir hale bürünüyor ki, konuyu daha da çarpıcı kılan ve adeta okuyanı sille tokat sarsıp dirilten de o zaten. Bir bakıma bu üslup, bumeranga dönüşüp onu yaratan ve kullananları vuruyor.

Kitaptaki öykülerin en çarpıcı ve yalın biçimde ortaya koyduğu şey ise tek cennet yeryüzünü cehenneme çeviren olaylar. Onca süsün, pırıltının içinde, bir anda insanın gerçek yüzünü ifşa eden öyküler bunlar. Hani belki de gerçek insanı ve esas kimliğini etrafa saçan özellikler barındırıyorlar. Bazıları bununla; kimilerine uzak düşen bir gerçeğin kuşatıcılığıyla irkilebilir. Ama şu da var ki, tek gerçeği ya da yaşanmışlığı, böylesine kırılıp dökülen bir hayatı olan insanlar bulunuyor her tarafta ve sayıları hiç de az değil.

Aslı Tohumcu'nun Şeytan Geçti'si kesif bir hüzün, bunun yanında güçlü bir öfke barındırıyor. Ancak bu iki unsur da yapay değil; aksine hemen her gün örneğine rastlanır türden. Yalnızca isimler, şehirler ve belki yaşayış şekli değişiyor ama olaylar üç aşağı beş yukarı aynı. Böyle değerlendirilince Şeytan Geçti’nin, kadın sorununun; ayırımcılığın ve erkek egemenliğin açmazlarının bam teline son derece güçlü şekilde dokunduğunu da görebiliyoruz.

(*) Cumhuriyet Kitap, 18.03.2010

Hiç yorum yok: