3 Ekim 2009 Cumartesi

ANNENİZ ÖLSE NE YAPARDINIZ? (*)
ALİ BULUNMAZ

Şimdiyse cesaret yaşamayı istemek demektir...”
Roland Barthes

Sartre'ın Edebiyat Nedir? adlı kitabının satırları arasında gezindiğimizde şu cümleyle yüzleşiriz: “Herkesin kendine göre bir nedeni vardır yazmak için. [Yazmak] şunun için kaçış öbürü için ele geçirme yolu. Ama insan keşişliğe, deliliğe, ölüme de sığınabilir; ele geçirme silahla da yapılabilir. Neden ille de yazmak?”

Buna herkesin kendince vereceği bir yanıt vardır elbet. Kaçmak için yazabilir insan, kovalamak için de; unutmak ya da hatırlamak adına da. Felsefeci, göstergebilimci, edebiyat eleştirmeni, edebiyat ve toplum teorisyeni olan; Sorbonne'da öğrenim gören, Collége de France'ta göstergebilim dersleri veren Roland Barthes'ın Yas Günlüğü'nü nereye koymalı o zaman?

Yazdığı onca metin arasına bu günlüğü sıkıştırır; onun oluşturulma nedeni ölümdür. 25 Ekim 1977 günü, 62 yıldır birlikte yaşadığı annesi ölür. Benliğindeki çöküntüyü satırlara döker.

Barthes, annesinin ölümünün hemen ertesinde, 26 Ekim 1977'den, 15 Eylül 1979'a kadar bu günlüğü tutar. Aynı zamana denk düşen pek çok yapıtının izine rastlamak da mümkündür bu sayfalarda.

KEDERİN DALGALI DENİZİNDE
Notları toparlayan ve metnin yayımlanmasını sağlayan Nathalie Léger, Barthes'ın Yas Günlüğü'nün temeli olan fişlerin, kısa ve özlü bir anlatımı gözler önüne serdiğini ifade eder: “Yas Günlüğü tamamlanmış bir kitap değil, yazmayı arzuladığı bir kitabın varsayımsal biçimi. Günlük haliyle o sıralarda kaleme aldığı yapıtların hazırlanmasına katkıda bulunur ve bu özelliğiyle onları aydınlatır.”

Barthes'ın, ölümüyle sarsıldığı annesi Henriette Binger 1893'te doğar. Henüz yirmi yaşında Louis Barthes'la evlenen Binger, iki yıl sonra anne olur. Yirmi üç yaşında, savaşta kocasını kaybeder ve dul kalır. Barthes'ın günlüğünde, ölümüyle yasa büründüğü annesinin çok kısa biçimdeki yaşam öyküsü böyledir.

Annesinin ölümü, günlüğü tutmaya başladığı 26 Ekim 1977'de ona şöyle yazdırır: “Evliliğin ilk gecesi. Peki, ama yasın ilk gecesi?” Acının sayfaları böylece açılır.

Barthes'ın “kadın bedenini tanımadınız siz; annemin bedenini tanıdım ben, o hastayken, sonra da ölüm döşeğinde” deyişi de aynı acının izdüşümü.

Barthes, notlarında içten içe, tuttuğu yası okura sezdirirken öte yandan “yas”ın kendisi üzerine de yoğunlaşır; onu eşeler ve “yas”ın ne olduğunu anlamaya ve anlatmaya çalışır. Bir ölçüsü var mı yasın? Barthes satır aralarında, tanımlama çabalarına ek olarak bunu da sorgular. Belli ki çok acı çeker. Yazdıkları, hem bunu yansıtma hem de yatıştırma anlamı taşır: “Bu notlardaki şaşırtıcı yan, zihin çevikliğinin pençesinde yıkıma uğramış bir öznenin var olması” (s. 38).

Tuttuğu yas kaotiktir, ifadeler bunun açıklamasıdır. Yaratım sürecindeki özne ve kendisini kıskıvrak yakalayan acı... Barthes, bu gerilimi aşmaya gayret eder. Ama acı ve yasın kendisi pek çok şeyi aydınlatır, gerçek anlamını bulmasını sağlar: “Çok şey, beni huzursuz eden şeylerin önemsizliğini anladım. Benim tuttuğum yas, bir yaşam düzeninin değil, sevgi ilişkisinin yası” (s. 47).

Annesiyle ilişkisini, ona duyduğu sevgiyi, annesinin son dönemlerinde Barthes'ın çektiği sıkıntıyı ve ölümünden sonra oluşan gel gitleri açar okuyucuya Yas Günlüğü. Kimi zaman da rollerin değişimini: “Aylarca annesi oldum ben onun. Sanki kızımı kaybetmişim gibi. Bundan daha büyük acı olur mu?” (s. 64).

Barthes, yaşadığı acının etkisiyle kurcaladığı yasın, sürekli olmaması ve kimi zaman üstünün örtülmesi nedeniyle kolayca aşınmadığı sonucuna varır. Dolayısıyla yas, onun için daha yıkıcı bir kimliğe bürünür ve “kendi yolculuk düzenine sahiptir.”

Annesinin ölümünü izleyen süreçte her nereye gitse, hangi seyahate çıksa, keder ve yas Barthes'la beraber yürür: Marakeş, Kazablanka, Mehioula, Yunanistan... Bütün hepsi acıyı peşinde sürüklediği coğrafyalardır. Acıyı yanında taşıdığı tüm bu seyahatlerine karşın, kendine hep “Neden yolculuk yapmaya katlanamıyorum?” diye sorar; o artık kaybolmuş bir çocuk gibi evine dönmek isteyen bir adamdır.

Barthes, yaşadığı acı ve yasa karşın, bunların nasıl aşılabileceğine dair bir tutamak da bulur: “Büyük krizlerden çıkmayı sağlayan çalışma öyle çarçabuk tasfiye edilmemeli; bana göre bu ancak yazıda ve yazıyla gerçekleştirilir” (s. 141).

UNUTUŞUN ACISINA KARŞI KOYMAK
Barthes'ın yaşadığının, zaman geçtikçe yasın ötesinde keder ve yasın daha çok psikanalitik bir kavram olduğunu söyleyişiyle karşılaşırız. Yaşadıklarına dayanarak 18 Temmuz 1978'de fişlerine şunu yazar: “Herkesin kendi keder ritmi vardır” (s. 172).

Sözünü ettiği “keder ritmi”, annesinin ölümüyle hayatına eşlik eder bir hâl alır ve tüm zamanını kaplar. Yazma ve okuma eylemlerini etkiler. Sonunda ona bir edebiyat tanımı yaptırır: “[Edebiyat] acı çekmeden, gereklerden soluk tıkanmasına uğramadan okuyamayacağım bir şey.” Barthes kedere hastalıkmış gibi bakmaz. Onu insana yabancı bir şey gibi görmez. Hele depresyon benzeri bir ruh haliyle hiç eşleştirmez. Keder Barthes için, “özde var olan kişisel bir durum”dur.

Yas, keder ve acı Barthes'ın kimi zaman korkuya; ölüm korkusuna tutulmasına neden olur. Korkunun üzerine gider ve onu yenmeye çalışır. Diğer taraftan, annesinin ölümü, uzakta duran “bütün insanların ölümlü olduğu” düşüncesini ona anımsatır. Günlükte ortaya çıkan bir başka yön, annesini kaybedişinin üzerinden geçen bir yılda yas notlarının git gide seyrekleşmeye başlaması. Tarihlerin arası açılır, fişlerin sayısı azalır.

Barthes'ın notlarında gözden kaçırılmaması gerek bir şey var: Yaşamdan belli oranda kopmuş ve içine kapanmış bir adam duruyor karşımızda. Buna rağmen yazı ve üretim, onun ayakta kalmasını sağlıyor. Edebiyat ve yazı, onun için nefes almanın bir başka adı; hatırlamanın ve yaşama devam etmenin yolu oluyor. Buradan hareketle, insanın “unutmadığını ama içine boş bir şey yerleştiğini” söylüyor (s. 237).

Barthes'ın annesini yitirişiyle kaleme aldığı notlardan kesif bir acı süzülüyor. “Bir taş gibi boynumda, içimin derinliklerinde” diye anlattığı keder, yoğun şekilde birkaç yıl hayatını işgal ediyor. Onu etkisi altına alan “sıradanlık” (ki burada sıradanlıktan kastettiği bungun ve durgun ruh hali), Barthes'a yıkkın satırları yazdırır.

Ama onun Yas Günlüğü'nü asıl yazma gerekçesi 11 Nisan 1978 günkü satırlarında kendini açığa vuruyor: “Anımsamak için mi yazmalı? Anımsamak için değil de mutlak olarak beliren unutmanın acısına karşı koyabilmek için yazmalı” (s. 122).

Yas Günlüğü'nün sayfalarından okuyucuya aktarılan yalnızlıktır bir ölçüde. Barthes, istemediği ama ruhunu sarsan kaybedişle tek başınalığa sürüklenmiş gibidir. Bu süreç, onun düşünmesine; durumuyla ilgili yorum yapmasına yardımcı olur. Yalnızlığı istemediğini ancak buna gereksinim duyduğu sonucuna varır.

Zamanın öldürücü, geride kalana da (en azından başlarda) yoğun biçimde acı veren bir öge olduğunu da anlarız Barthes'ın yazdıklarından. Zaman, uzun ve yakıcı; bir o kadar da yaraları soğutan özelliğe sahip. Günlüğün satır aralarında bunlar da gizli.

Günlükten, Barthes'ın ömrünün büyük bölümünü beraber geçirdiği annesinde iyi yürekliliği, soyluluğu, masumiyeti ve yumuşaklığı bulduğu kavranıyor. Ölümüyle yol ayrımına geldiği annesine tüm iyi nitelikleri yüklüyor. Bu yüzden hayatının en büyük çöküntüsünü yaşıyor.

Barthes'ın günlüğünde anlatılanlar için okuyucu, “bunlar bizi ilgilendirmez” de diyebilir. Ama burada üzerinde durulan pek çok nokta kişisel bir yas tutmanın ya da öznel bir kederin önüne geçip hemen herkese, günün birinde eline kalemi aldırabilecek yaşanmışlığa doğru yol alıyor. Nihayet notlar, iki kişi arasındaki bağı ve ilişkiyi aşıyor.

Barthes, örtük olarak soruyor: Anneniz ölse ne yapardınız? Yanıtı günlükte: Ben içimden geçenleri; kederin beni sürükleyişini sayfalara döktüm. Siz ne yapardınız?..

Yas Günlüğü/ Roland Barthes/ Çeviren: Mehmet Rifat, Sema Rifat/ Yapı Kredi Yayınları/ 266 s.

(*) 01.10.2009, Cumhuriyet Kitap

Hiç yorum yok: