13 Ekim 2011 Perşembe

YENİ BİR ÜLKE BULAMAZSIN… (*)
Ali BULUNMAZ

Genç yaşta terk-i diyar eden, ilginç ve çıkıntı bir yazar Bruce Chatwin. Çalıştığı gazeteye (Sunday Times) “Altı aylığına Patagonya’ya gidiyorum” diye bir telgraf gönderip yollara düşmesi, Chatwin’in “tuhaflığını” kanıtlıyor. Üstelik onu “mucizeler diyarı” olarak nitelediği Patagonya’ya götüren şey bir çocukluk hatırası. Bu gezinin (belki keşif desek daha doğru) ardından ortaya çıkan Patagonya’da adlı kurguyla gerçeğin birbirini izlediği kitap, klasik gezi yapıtlarının ötesinde.

Paul Theroux’yla beraber kaleme aldığı Yeniden Patagonya’da çalışmasında ise Chatwin, önceki gezisinde eksik bıraktığı parçaları tamamlıyor. Theroux’yla kendini “edebiyat gezgini” olarak tanımlayan Chatwin, sürgünün coğrafyasından dünyanın pek çok yerine ait insan hikâyelerini yanına alarak dönüyor. Elbette her iki kitap, yazarın en bilinen ve aynı zamanda Türkçede (Porselen Delisi’yle beraber) yayımlanan önemli eserleri. Bunlara Deniz Koç çevirisiyle bir yenisi daha; Ouidah Naibi de eklendi. Köle ticaretiyle cukkayı doğrultmayı hedefleyen Brezilyalı Manoel da Silva’nın hikâyesini anlatan Chatwin, bizi 1800’lerin o buğulu ortamına çekiyor.

BREZİLYA’DAN “KÖLE SAHİLİ”NE
Manoel da Silva’nın Brezilya’dan Afrika’ya uzanan; azmi ve (Benin’in bugün en önemli şehirlerinden biri olan) Ouidah’ta kurduğu köle hanedanı sayesinde bitmek tükenmek bilmeyen soyunun yanı sıra, köle ticareti ve Dahomey kralıyla ilişkisiyle küpünü dolduran kişiliği, çocuk ve torunlarında “beyazları seviyorum, çünkü beni ıslah ediyorlar” biçiminde dile gelen zihinsel bir dönüşümün tohumlarını da atar.

Gemilerin yanaşıp insanlarını ve bazen de kolera gibi bulaşıcı hastalıklarını yığdığı; bunu keşif gibi gösterip yerleştikleri “köle sahili”ndeki “kurbanı gençken alma ya da ihtiyarlığa mahkûm etme” gerçeği her gün yeniden aydınlanır.

Sahile ayak basanın sayısı bilinmezken Manoel da Silva’nın sürekli bir adım ileri gitme düşü de kızışır, adeta kendiyle yarışa girişir: “Gördüklerini Manoel’in aklı hayali almıyordu. Daha önce bıçaklarından ya da birkaç gümüş at sürüsünden fazlasına sahip olmayı aklından geçirmemişti: Şimdiyse elde etmeyi arzuladıklarının haddi hesabı yoktu.”

Aslına bakılırsa yollara düşen Manoel için her şey beklediğinden hızlı gelişir, ticarette basamakları hemen tırmanmaya başlar. Afrika’nın talihini değiştirdiğine inanır: “Manoel, ticareti sanki başka hiçbir meslek yapmamış gibi çabuk kavradı. Kendini daima başıboş bir avare olarak görmüşken şimdi vatanı için hizmet eden mal mülk sahibi bir adam olup çıkmıştı. Bahia’daki üstlerinden tek bir tebrik gelmedi. Ancak o, vatanının maden ve tarlaları için siyah kas gücü sağlama misyonunun ulvi bir merciden geldiğine inanıyor ve Bahia’dakilerin hizmetlerinin karşılığını vereceğine inanıyordu. Bu yanılsamaya din değiştirmiş birinin inadıyla bağlıydı. Uyku tutmayan gecelerde uzanır, sırf Tapuitapera’daki şapelde söylenen tatlı melodileri hatırlamak için köle barakalarından gelen inlemeler ve zincir şakırtılarına kulak verir, sonra vicdanı rahat şekilde arkasını dönerdi.”

“ÖLÜMSÜZ” REİS
Ticarette ilerleyen Manoel’in hali, ayak bastığı zalimlikle koşut. Çünkü birbirini izleyen esirlerin fink attığı bu coğrafyada Manoel’in avucu ne pahasına olursa olsun kazanma hırsıyla daha da kaşınmaya devam eder.

Kurduğu gelecek düşlerinin yanında korkuları da Manoel’i huzursuz kılar. Bunların başlıcası, bir daha ülkesine hiç geri dönememe. Yurdunda çocukları ve torunlarıyla mutlu bir ev hayali her akşam gün batımıyla son bulur. Ta ki bir sonraki gün gelip çatana kadar.

Bu arada kralın “Sırtlan uyur, fil geçip gider” sözüne uygun biçimde Batı Afrika’nın en büyük askeri makinesi haline getirdiği kentte, halkın Manoel’e “Fil Adjinakou” demeye başladığını da hatırlatmalı. Ama Manoel’in bitmek tükenmek bilmeyen memleketinde ölme arzusu, köle ticareti tekeli sarsılmaya yüz tutup kendisine rakip çıktığında daha da depreşir.

Manoel’e kötü haber tam da o günlerde ulaşır: Uğraştığı; zengin olup kendisini huzurlu şekilde yaşatacağına inandığı köle ticareti ülkesinde suç sayılınca vatandaşlıktan çıkarılır ve Brezilya’ya ayak bastığı anda tutuklanacağı bildirilir. Sonradan affedilse de, Brezilya’daki bütün mal varlığını kaybettiğini de öğrenir.

Hemen her şeyini kaybetmesi Manoel için büyük bir yıkım getirir. Artık yersiz yurtsuz bir adamdır. Zaten Chatwin’in, anma töreninde gözümüzün önüne serdiği sahne; mezar taşında yazanlar manzarayı özetler: “Francisco Manoel da Silva, 1785’te Brezilya’da doğdu, 8 Mart 1857’de Ouidah’ta öldü.” Büyük bir “aile” kuran “ölümsüz” reisin anlatısının toprağından çok uzaktaki sonunu simgeler bu yazı.


Ouidah Naibi/ Bruce Chatwin/ Çeviren: Deniz Koç/ Yapı Kredi Yayınları/ 132 s.

(*) Cumhuriyet Kitap, 13.10.2011

Hiç yorum yok: