21 Ekim 2011 Cuma

DERİNİN ALTINDA NE VAR? (*)
ALİ BULUNMAZ

“İnsan bedeni, onun ruhunun en iyi resmidir.”
Ludwig Wittgenstein

“Deri, insanın öyküsünün sismografıdır.”
David Le Breton

İnsanı anlayıp anlatmak kolay gibi görünen ama cangılda, türlü tehlikelerle burun buruna gelmeye benzeyen netameli bir iş. Dolayısıyla insan bilimleriyle uğraşanların sabrının sınandığı da mutlak. Buna bir de insan bilimlerine “lafoloji” yakıştırması yapılınca sinirler yıpranabiliyor.

“Lafoloji” etiketinin alt kolları da var; örneğin, antropologlara “vantrolog” denip dalga geçildiği de oluyor. Oysa bu angutça yakıştırmaların kesif bir cahillikten kaynaklandığı ve genel olarak insan bilimlerinin anlaşılmak istenmemesinden doğan kolaycı yola sapıldığını da unutmayalım.

David Le Breton böylesine “şanssız” isimlerden sadece biri. Yıllarını beden ve riskli tavırlar antropolojisi gibi bir gayya kuyusuna adamış. Sadece antropolog değil, aynı zamanda sosyolog. Ten ve İz adını verdiği çalışma, antropologluğu ve sosyologluğunu yan yana getiren; bedene acı vermenin insan için ne anlama geldiğini ya da gelebileceğini sorgulayan bir yapıt. Kısacası ortada mazoşist bir durum var.

“KİŞİSEL DEĞERİ SINAMAK”
Le Breton, incelediği “vakalar” kadar “zor virajda”, çünkü o bir insan bilimci. Bu yüzden, insan bilimlerinin içeriğini kavrayamayanlar karşısında maça yenik başlıyor. Onun anlamaya çabaladığı şey, herhangi bir patolojik durum söz konusu değilken acı çekmeye ve bedeninde iz bırakmaya uğraşanların bu davranışının kökeni veya nedeni.

Dövme yaptıranlara “deli” gömleği giydirmeye yeltenmek ya da acı ritüellerini eksiksiz uygulayanları “sapkın” diye yaftalamak ne ölçüde “normal” karşılanabilir? Le Breton’un çıkış noktası bu; belki de tuhaflık etiketleyenlerde, olamaz mı?

Le Breton, gövdeye atılan çiziklerin, oluşturulan yaraların ve yaptırılan dövmelerin “kimlik işareti” biçiminde görülmesini isteyince, insan bilimlerine önyargıyla bakanlar elinin tersini onun suratına çarpmaya hazırlanabilir. Le Breton bunu bekler zaten: “Bedenine kesik atan biri hayatını kesinlikle tehlikeye sokmaz. Ama bilinçli biçimde bedene zarar verilmesi insanları şaşırtır, çünkü bunlar Batılı toplumlarımız için kabul edilmesi mümkün olmayan aykırılıklardır.”

Le Breton’a göre bedene atılan her çizik, kesik veya uygulanan yakma işlemi “yaşama karşı çıkma”, bireyin “kendinden emin olma çabası” ve “var oluşuyla beraber kişisel değerini sınaması” demek. Yani bedene verilen her “zarar”, bir anlam yumağı ve Le Breton bunun ancak bireyin eylem öncesindeki öyküsünü kavramakla farkına varılabileceğini söyler, ötesini de şöyle açıklar:

“Birey kendi bedeninde bir tahribat yaparken hayattaki başka bir varlığa çağrıda bulunur, kendinden kurtulmayı, başka biri olmayı ve kendisini daha kalıcı bir biçimde yeniden tanımlamayı umut eder. Bu eylem kesinlikle körlük değildir. Düşünceyle ilişkili değildir, bireyin belli tavır ve davranışlarından kesinlikle kopuk olsa da mantıksız değildir. İçgüdüyle ilişkili olsa da düşüncesizce yapılan bir davranış değildir. Kurtulma olanakları konusunda tercih bırakmayan bir sıkıntıdan sıyrılmasını sağlar.”

DERİ DEĞİŞİMİ
Beden ve onu kaplayan deriyi övmenin, yüceltmenin ve kutsamanın yanında onu dönüştürerek anlamın kaydedildiği bir yüzey haline getirmek de olası. Le Breton ikinci bölüme odaklanıyor. Deri üzerindeki anlam çiziklerini kavramaya yönelirken bunun nasıl bir hınç veya yansıtmaya dönüştüğüne dikkat çekiyor.

Kişinin kendi içinde bir başka kişi taşıdığı ve tenin bunu örten, bazen de zorlayan bir yapı haline geldiği atlanmamalı. O zaman da konu bir başka mecraya sapıyor; Le Breton’un da dediği gibi deri “ben ve öteki, özellikle de bendeki öteki arasında bir savaş alanına” evriliyor.

Le Breton’un ifadesiyle insanı “iç içe geçen sayısız labirentten kurulu bir varlık” olarak kabul edeceksek bedeninde oluşturduğu izleri “ben”i aşma veya farklı bir yere taşıma arayışı şeklinde algılamamız da gerekir. Bir bakıma, kişinin kendini öbürlerinden ayırma adına kullandığı gösterge veya simge haline gelir bu izler. Bedene “yeniden sahip olma” dürtüsünün dışavurumudur bu edim: “Bedene kesikler atmak, bedende yaralar açmak, biçimi düzenleyerek kabul edilebilir bir benlik imgesi oluşturmaktır.” Benliğin sınırlarını meydana getiren deri, birey tarafından işlenince kaostan kurtulma eylemi de başlar; yaratılan her iz, bireyin kırılganlığa teslim olmayışını imler.

Bir mahkûm ya da hayatta kendini kaybeden olarak gören herhangi bir kişinin bedeninde kesikler oluşturması Le Breton için o boğulma hissini hafifletip aşmaya yönelişe işaret eder. Bu, hem karşısındakini etkileme hem de güçlenmenin vurgulanışıdır:

“Kesik öncelikle bir anlam cerrahisidir. Istırabın fiziksel acıya dönüşmesi bireyin dünyaya geçici olarak yerleşmesini sağlar. Rahatlamanın etkisi koşullara ve bedenine saldıran insanlara göre farklı biçimlerde azalır (…) İnsanın kendini yaralaması ıstırap değil, ıstıraba karşı çıkmadır; bir uzlaşma, anlam verme denemesidir.”

Le Breton’un verdiği örnekler, bedene kazınanların “kendini yenilemenin” hatırı sayılır bir parçası olduğunu gösteriyor. Dolayısıyla bedene her müdahale “yeni sorumluluklar yükleyen, beklenmedik kırılganlıklara kapı açan dayanılmaz bir bedenin gelişmesini simgesel olarak engelleme” veya arınma amacı taşıyor, bir ölçüde de var olduğunu hissetme duygusu.

Çizik atma ve yaralama babındaki deri değiştirme, eskiden ve önceki yaşanmışlıklardan kurtulma anlamında bir tür temizlenmeyi de simgeler. Bu kesik ve yaralar, örselenen kişinin kurtuluşu, haline gelir; aynı insan, bedeninin sadece kendine ait olduğunu bu yolla haykırır.

Le Breton’un kitapta mahkûmlara ayırdığı yerin hiç de az olmadığı ortada. Bir mektupla veya gelen kötü bir haberle harekete geçen mahkûmun bedenine uyguladıkları, öbürleriyle üç aşağı beş yukarı aynı amaca hizmet eder: “Bedene zarar vermenin amacı hiçbir biçimde egemenlik kurulması mümkün olmayan dışa bağımlı takıntılı bir kaygıya son vermektir: Yas, ayrılık isteği, bir yakının hastalığı, bir çocuğun evden kaçması gibi. Ailesi, çocuk ve dostları için yaşam onsuz devam eder. Dışarıda aciliyet baskısını hissettirirken radikal bir güçsüzlük durumu nedeniyle eyleme geçiş ağır basar. Bedene zarar verme, huzur bulmak için hiç bitmeyen bir sıkıntı ya da endişeyi sonlandırma girişimidir.”

Her nerede olursa olsun, hangi ruh halinde bulunursa bulunsun bedene kesik atma Le Breton için “çaresizlik ve güçsüzlükten kurtulma; insiyatifi bireye bırakan sembolik bir biçim” şeklinde değerlendirilir.

MİKROPTAN ARINDIRILMIŞ BEDENE KARŞI
“Beden, dünyanın sorgulandığı ışıltılı bir yer” biçiminde algılanmaya başlandığı günden bu yana, sanat yapıtı olarak da görülür. Le Breton’a göre amaç da biraz farklılaşıp “güzelin ifade edilmesinden öte tenin kışkırtılması, bedenin dönüştürülmesi, tiksinti ya da nefret duygusunun kabul ettirilmesi ve içe atılanın fışkırtılmasına” doğru dümen kırar. Bunun anlamı, “bedenin madde olarak sahneye çıkmasıdır.” Kişi bedenini ve orada oluşturduğu izleri kullanarak dayatılan sınırlara başkaldırır. Le Breton için söz konusu isyan, “mikroptan arındırılmış beden düşüncesine kafa tutmadır.”

Sanat yapıtına dönüşen beden aracılığıyla acının yüceltilmesi hedeflenmez; “et, gülünç biçimde hatırlanır ve çağdaş teknolojinin geçersiz kıldığı bedensel mekanizma protesto edilir.”

Le Breton, bedene kesik atma ya da gövdede herhangi bir şekilde iz bırakmanın bireyin kendini yeniden tanımlama isteğiyle koşutluk gösterdiğini bir kez daha tekrarlar. Böylece rutinin ya da sunulanın dışına çıkılır. Kişi, bedenini yaralayarak incinen ruhunu onarmaya girişir: Bütün adına parçayı gözden çıkarma güdüsü gerçekte kime hizmet ettiğini veya son amacını bilmez, buradaki en belirgin şey denetimi yeniden ele geçirme isteğidir.

Le Breton’un kitap boyunca anlattıklarını “saçma” bulacak “normal” ve “sağlıklı” pek çok insan hemen ayağa fırlayıp had bildirmek isteyebilir. Ancak o sabit bakış açısı yerine bedeni çizme pekâlâ “trajik bir gösteri” ve gövdenin kesilmesi de bireyin kendini bir şekilde “iyileştirme girişimi” olarak algılanabilir…

Ten ve İz/ David Le Breton/ Çeviren: İsmail Yerguz/ Sel Yayıncılık/ 144 s.

(*) Cumhuriyet Kitap, 20.10.2011

Hiç yorum yok: