5 Ekim 2011 Çarşamba

'MERHABA BEN BORGES; HİÇ KİMSEYİM' (*)
ALİ BULUNMAZ

Son dönemde Borges’i gündeme getiren şu meşhur mezara işeme konusunu paranteze alırsak herhalde yazarla ilgili çok daha ilginç ayrıntıları da ıskalamayız. Sağda solda yazılanlara bakılırsa, tavuğun beyaz etinin tadı gibi yavan bir yaşamı var Borges’in. Sade, egoyu umursamayan, küçük kitaplığında kendisinin yazdığı bir tek kitabı bile bulunmayan ve edebiyatı “metinle okur arasında ilişkiden ibaret” sayan bir adam. Basit tatlara yönelmiş, entelektüelliği “gösteriş ve saçmalık” olarak gören, ülkesi Arjantin’i sallayan futbolu sallamayan ve kendisine “hiç kimse” diyebilen sakin bir yazar.

Jason Wilson, Borges üzerine biyografi kaleme almadan önce, tüm zorluk ve tuzaklara dikkat kesilmiş. Okurdan daha iştahlı okur ve macera sevmez Borges’i anlatmanın başlı başına bir serüven olacağının bilinciyle hareket etmiş.

ÖZGÜRLÜK SOKAKTA
Wilson bizi, Borges’in yaşamına konuk ettiğinde önümüze açılan kapılardan ilki yolculuklar. Buenos Aires’ten Cenevre ve İspanya’ya uzanan, yazarın kültürel ve edebi gelişimini yansıtan bu seyahatler Borges’in gençlik sırlarını da önümüze koyuyor.

Örneğin, hayatı boyunca hemen her hareketini etkileyen ve körlüğe dönüşen miyobun Borges’i nasıl kendini ve etrafı dinlemeye alıştırdığı. Bir başkası, ona çeviriler yapan ve görece baskın bir anneyle bir şeyler öğretsin diye metresini oğluna sunup onu cinsellikten soğutan baba.

Borges’in hayatını değiştiren bazı isimleri de anmadan olmaz: Tanıştığı günden başlayarak mektuplaştığı Jacobo Sureda, “ustam” dediği Rafael Casinos-Asséns ve “en iyi arkadaşlarımdan” diye nitelediği Alfonso Reyes.

Buenos Aires’e geri döndüğünde onun için “özgürlük” demek olan sokaklarda gezinmeye başlar; böylece, hem annesinin gözlerinden kaçmaya hem de kadınlarla karşılaşmaya çabalar. “Derinlerdeki fukaralığı” ortaya çıkaran ve samimiyet ölçüsü saydığı şiirleri buralardan damıtır. Bunu, yeniden ayak bastığı Fransa’da zirveye taşır. “Şöhret uğruna arıza çıkardığını” söylediği Dadaistlerden de lafını esirgemez. Ama Borges’in aklı her zaman Buenos Aires sokaklarında kalır. Wilson o günleri şöyle yorumlar:

“Borges’in sevdiği şehirde aktif bir sokak yaşantısı sürdürdüğü 1920’lerden benim çıkardığım sonuç, onun Arjantin’e özgü ‘en derinlerdeki’, en üstü kapalı tutku diye tarif ettiği, erkek dayanışmasının önemidir (…) Erkek dayanışmasına verilebilecek en güzel örnek, kadınları, erkeklerin dostluk idealinin içine davetsizce girip onu yıkmak için mücadele eden varlıklar olarak tarif eden öyküleriyle tangolardır.”

Bocalayan ama sıkı okuma ve tartışmalarla ayakları üzerinde durmayı başaran Borges, kusursuz okur kitlesini “birkaç yakın dostum” diye tanımlar. Wilson, Borges’in “yazmadan sonra gelen etkinlik” dediği okuma üzerine bir ekleme yapıyor: “Onun okuma yöntemi, okurken keyif almak, sıkıldığı kitabı sonuna kadar okumamaktı (…) Yazmak, akıl hocası Macedonio Fernández’den öğrendiğine göre, okunanlardan alınan bir intikamdı.”

“DÜNYA EDEBİYATINDA BİR DİPNOT”
1938’in Noel arifesinde geçirdiği “küçük bir kaza”nın etkisiyle fantastik öyküler yazmaya koyulunca iyiden iyiye tanınır. Kafasını çarptığı pencere ve yarasının neden olduğu yüksek ateş sonrasındaki süreç, onu hızla ilerlediği bir yazma tüneline sokar. Kendini “dünya edebiyatında bir dipnot” şeklinde gören Borges, on yıllık verimli zaman diliminde kaleme aldığı öykülerini 1966’da “bir şaka” olarak niteleyecektir. Ona göre “faşizmin yerel taklidi” Peron’un göreve gelmesiyle kütüphanedeki işine son verilmesi de hayatın ona “şakalarındandı”: “Borges’e göre Evita, her zaman yapmacık tavırlar sergileyen, güzel ama aptal bir kadın; Peronizm ise görünenin dışında sahtekârlıktan başka bir şey olmayan ahmakta bir efsanedir.”

1955’te devrilen Peron’la beraber Arjantin’in en tanınan iki isminden bir olan Borges’in gözleri de aynı yıl teslim bayrağını çeker. O tarihten itibaren belleği gözü olur ve görevden uzaklaştırıldığı kütüphanenin (Milli Kütüphane) başına getirilir.

1976’daki darbeyi gerçekleştiren generallere, “gazete okumaması” ve “haber dinlememesi” nedeniyle övgüler düzen Borges, 1985’teki bir davada gerçeklerle yüzleşmişse de iş işten geçmiştir bile.

Hayatının 1955’ten sonraki, özellikle 1970’li yıllardan öldüğü 1986’ya kadarki dönemi epey çalkantılı ve eleştirilerin hedefinde geçen, insanı “yanılsama” ve “kimlikten sıyrılmış aç hayalet” olarak niteleyen Borges’in, “hiçbir zaman karakter yaratmadığını ve öykülerinde kurnazca gizlendiğini” söylemesi hayatının ufak bir özeti.

Onun kendine özgü gizemi, şakacılığı, sadeliği ve karanlığı, “herkes bir başkasına dönüşebilir” ya da “hiç kimse gerçekte kim olduğunu bilmez, kimse belli bir kişi değildir” sözlerinden yakalanabilir mi?..

Jorge Luis Borges/ Jason Wilson/ Çeviren: Tonguç Çulhaöz/ Yapı Kredi Yayınları/ 158 s.

(*) Cumhuriyet Kitap, 29.09.2011

Hiç yorum yok: