24 Aralık 2010 Cuma

GEL ZAMAN GİT ZAMAN ÖYKÜLER (*)
ALİ BULUNMAZ

Münir Göle’nin daha önceki kitaplarıyla meşgul olan okur anımsar, onlarda hep bir hareket var. Bunun da ötesinde Göle, insanı mutlaka birkaç noktada yakalayan yaratılar kotarır. Yansılar Kitabı da böyle. Öykü kitaplarındaki tüm hikâyeleri tek tek ele almak tekin bir yol değil ama şimdi haklı bir gerekçe var. Ona yazının sonunda değinilecek.

HAYATTAN ÖYKÜYE, ÖYKÜDEN HAYATA
Aslında her bir öykünün kahraman ya da kahramanları, kitabı eline alan okuyucudan uzağa düşmüyor. Bu, kimilerine ters ya da yaratıcılıktan yoksunluk gibi gelebilir. Fakat tüm öyküler dikkatle okunduğunda görülecek ki, o karakterleri hayattan alıp öyküyle yeniden hayatın içine yerleştirebilmek de büyük emek ve yetenek istiyor. Kısaca, sırıtan bir tarafı yok hiçbirinin. Acemi “yazarların” veya kendini dev aynasında kaybedenlerin sıkıcılığı yok kitapta. Sessiz, sakin ve ağırbaşlı bir anlatım var. Üstelik bazı bazı bilgece konuşan kahramanları da unutmamalı.

Örneğin “Zaman Kayması” adlı öyküdeki kişilerin ya da kahramanların, insanın kuşkularına seslendiğini işitiyoruz. İki kişi arasında geçen; geçip gitmeyen, zamana yayılan ve bazen sıkıntı veren bazen de mutluluk aşılayan dostluk ile aşkın anlatımı kaplıyor sahneyi. Belki de şöyle demeli: Yıllarca süren, konuşulmayan ama varlığını hep hissettiren bir boşluğun tasviri.

Çağrışımlar sağ olsun, Göle’nin “Yanılsama” öyküsünü okurken aklıma törpü geldi. Törpü de hemen “ömür törpüsü” deyişine yöneltti zihnimi; aklı mıncıklayan ve ömrü törpüleyen soru, korku ve ayrıntı silsilesine bir de. Mesela şu nasıl?: “Sevdiklerimin en ufak bir falsomu yakalayınca beni sevmekten vazgeçecekleri gibi bir duygudan asla sıyıramadım yakamı.”

Kitaptaki öykülerin genelinde geri dönüşler, zamanın güçlü etkisi ve bugünün kuşatıcılığı dikkatten kaçmıyor. İşte bu zaman konusunu “Noktürn”de fazlasıyla görebiliyoruz: “Geçmişle birlikte, kişi de yok olur. Şimdi ve gelecek, geçmişle bağlantı kurulduğu sürece geçerlidir. Zaman yolculuklarına çıkamaz hale gelince insan, tüm yaşamından, kimliğinden, varlığından da kopuverir ve zamandışı bir boşluk hükmetmeye başlar benlikte; sise sarılı bir sonsuzluk, güven verici bir kucaklama, sise daldığını bilmemenin güveni, rahatlığı. Silinmenin şiirsel yanıdır bu, unutmamanın unutuşu, geleceksiz, şimdisiz ve geçmişsiz bir var olma, sonsuzluk, huzur.”

YA BİR YANILSAMAYSA?

Göle, kahramanlarının ağzından başka sorunlara da değinir. Mesela kadının kadınlığı; dişilik ve bunun algılanışı: “Kadın zenginliğini, çoğulluğunu yaşama hakkından yoksun bırakılmıştır doğduğu andan itibaren. Dişiliği yaşam boyu taşıyacağı bir lekedir alnında; sadakatiyle, anneliğiyle uyum sağlamasıyla değerlenir, gövdesinin gereksinimlerinden koparılır, yaşamın tadına varması engellenir ya da sosyal yabancılaşmaya itilir, dışlanır. Annelikle dişilik bir arada yürümez artık, kadın çocukları üzerine titrer, ana olur, yaşanmamış dişilik pahasına.”

Kitapta sıralanmış öyküleri bir bir geçerken şu soru da takılabilir aklınıza: Yansılar Kitabı’na hangi renk uygun düşer? Sorunun yanıtı sanki gri. Ne çok renkli ne de bütünüyle solgun; gri öyküler bunlar.

Gelelim yazının sonunda değinilecek meseleye. Göle’nin öyküleri kanıtlayamasanız da birbirine eklemleniyor. Daha doğrusu, aralarında elle tutulur bir bağ bulamıyorsunuz ama bir ilinti olduğunu hissediyorsunuz. Bu, sizi kitaba yakınlaştırıyor, beri yandan da zihninizi zorluyor. Ama sıkıcı bir yorgunluk değil söz konusu olan. Okuduğunuza değiyor.

Üstelik herhangi bir düşünsel kabızlık da çekmiyorsunuz. Çünkü öykülerde önümüze, zaman zaman halının altına süpürmeyi tercih ettiklerimizle bizi yüzleştiren belirleme ya da bundan türeyen kurgusallıklar dikiliyor. Bu da doğal olarak dikkatimizi toplamamızı sağlıyor.

İnce bir sızı gibi aklınızı “Geçmiş, şimdi ve gelecekten hangisi daha baskın?” sorusu kurcalıyor. Fakat “belki de yaşananlar bir yanılsama” deyip kitabın dibine ulaşıyorsunuz.

Yansılar Kitabı/ Münir Göle/ Yapı Kredi Yayınları/ 100 s.

(*) Cumhuriyet Kitap, 23.12.2010

Hiç yorum yok: