10 Temmuz 2009 Cuma

GÜNLE GELEN SATIRLAR ARASINDA (*)
ALİ BULUNMAZ

Edebiyat dünyası ve genel olarak edebiyat için mektuplar ve mektuplaşmalar hep önemliydi. İlişkileri, dostlukları, öfkeleri, kavgaları, küskünlükleri, eser ve kişilerle ilgili düşünülenleri ortalığa saçtı mektuplar.

Stefan Zweig'ın mektupları da aynı özelliği taşıyor. Dostlarla Mektuplaşmalar, Rainer Maria Rilke, Arthur Schnitzler, Herman Bahr, Maksim Gorki, Sigmund Freud ve Herman Hesse ile Zweig'ın yazışmaları ve ilişkilerini gözler önüne seriyor.

GEL GİTLERLE DOLU BİR YAŞAM
28 Kasım 1881'de, varlıklı bir sanayici bir babanın oğlu olarak Viyana'da doğan Zweig, küçük yaşlardan itibaren Fransa ve Almanya'da, kültür ve edebiyat alanında eğitim görmeye başladı. İlk şiirlerini lisede, Hugo von Hofmansthal ve Rilke'nin eserlerinden etkilenerek yazdı. 1901'den sonra Paul Verlaine ve Baudelaire'in şiirlerini Almancaya çevirdi.

Gazetelerde muhabirlik de yapan Zweig, 1907-1909 yılları arasında Seylan, Kalküta, Benores ve Kuzey Hindistan'ı gezdi. Bunu 1911'deki New York, Kanada, Panama, Küba ve Porto Riko'yu kapsayan Amerika seyahati izledi.

1913'te yerleştiği Salzburg'u, Nazilerin baskısını arttırmasıyla terk etti. Birinci Dünya Savaşı'nda Viyana'da gönüllü olarak savaş karargâhının arşivinde çalıştı. 1920'li yılların sonuna kadar en verimli dönemlerini yaşayan Zweig'ın, evinde ağırladığı konuklar arasında Romain Rolland, Thomas Mann, H.G. Wells, Hugo von Hoffmannstahl, James Joyce, Paul Valery, Ravel ve Richard Strauss bulunuyordu.

Zweig'ın Salzburg yılları, önemli edebiyatçıları ağırlayışının yanında, Avrupa'nın düşünsel birliği için çalıştığı yıllardır öte yandan. Makale ve konuşmalarıyla, aşırılığı savunanları uyarmaya yönelmiştir. 1933'te Nazilerin yaktığı kitaplar arasında Zweigınkiler de bulunmaktadır ve ertesi yıl, Gestapo evini basıp silah arayınca Zweig ülkesinden ayrılır. 1937'de Avusturya'nın Alman Reeich'ına katılması üzerine İngiliz vatandaşlığına geçmek için başvuruda bulunur ve bu talebi 1940'ta kabul edilir.

İkinci Dünya Savaşı sırasında çıktığı gezinin, New York, Arjantin ve Paraguay'dan sonraki durağı Brezilya'ya 1940'ta yerleşir. Bir sonraki yıl Montaigne üzerine çalışmaya koyulan Zweig, aynı dönemde Bir Satranç Öyküsü'nü ve Dünün Dünyası'nı kaleme alır. Dünün Dünyası, gençliğini 1900'lerin başında yaşamış bir yazarın, dünyanın asla eskisi gibi olmayacağını anladığında, eski günler için övgülerini sıralayışıdır.

Psikolojiye ve Freud'un öğretisine duyduğu hayranlıkla derin karakter incelemelerine yönelen Zweig, Avrupa'nın içine düştüğü durumdan duyduğu üzüntü ve yaşamındaki açmazlar nedeniyle Rio de Janerio'nun yakınlarında, Petropolis'te, 22 Şubat 1942 günü eşi Lotte'yle beraber intihar eder.

YENİDEN ANIMSANAN MEKTUPLAR
Dostlarla Mektuplaşmalar'ın penceresi, Rilke ile Zweig'ın yazışmalarıyla açılıyor. Rilke'nin, şiirlerinden bir seçki yapmak isteyişine ilişkin Zweig'ın görüşlerini alma amacı, ilk mektupların ana izleğini oluşturuyor. Zweig, Rilke'ye tarihe geçecek şu satırları çiziktiriyor: “Bizler eserlerimizin seçkilerini kendimiz için değil, onların tadına varmak isteyenler için yayınlamalıyız (...) [Şiirlerimizin] zamanla hangilerinin gereksizleştiğini ise ileride hazırlanacak şiir antolojileri gösterecek” (s. 18).

O günlerden düşen satırlar, Avrupa'nın edebiyat ve şiir soluyan havasını yansıtıyor. Yazarlar ve şairler birbilerini takip ediyor; görüşebilmenin umudunu taşıyor. Rilke ve Zweig'ın mektuplarında özellikle bunlara rastlanıyor. Kitap alışverişleri ve eserlere dair yorumlar mektuplara ilişiyor.

Zweig, Arthur Schnitzler'e hayran gençlerin başında ve ona yazdığı 15 Ocak 1907 tarihli mektubunda bunu açıkça dillendiriyor. Öte yandan Zweig, Schnitzler'e duyduğu saygıyı da ifade etmekten geri kalmıyor: “Başkalarının kendini tekrarlamaya başladığı bir yaşta yarattıklarımızla daha önce yazmış olduklarınızı aşmanız ne kadar mutlu edici. Ne güzel, biz gençleri mutlu ediyor, yüreklendiriyorsunuz” (s. 64).

Mektuplar, yine o dönemlerin, 20. yüzyıl başının, romantik havasını da yansıtıyor. Yazmış olmak için değil, gerçekten söylenecek bir söz; anlatılacak bir şey ve geleceğe taşınacak ilişkiler bulunduğu için kaleme alınıyor. İnsani olan ne varsa zarfların kapağından okuyucuya doğru yayılıyor. Dürüstlük, saygı, sevgi, merak, heyecan, hüzün ve mutluluk...

Genç ve kıdemli yazarların dayanışması; kuru övgülerin yerine derinlikli edebiyat eleştirilerinin hâkim olduğu yazışmalar, söz konusu duygulara eklemleniyor.

Zweig'ın Schnitzler ile yazışması sırasında zamanına dair kimi yorumlara tanık oluyor okuyucu: “Günümüzde en önemli şey gerçekçi kalmak, pazaryeri çığırtkanlarının karşısında ürküp sinmemek” (s. 82).

Birinci Dünya Savaşı'nın en ateşli günlerinde kaleme alınmış satırlarında Zweig, Schnitzler'in, savaşın tam ortasında barışı düşünmesini de büyük bir cesaret olarak niteler. Çünkü o dönemde bunu düşünenlerin sayısı hayli azdır. Savaşın “heyecanı” her yanı kaplamıştır.

Zweig ve Schnitzler'in mektuplaşmalarındaki ana konuların başında kitaplar ve yayımlanışları gelir. Yayıncılık dünyasındaki sıkıntılar ve hak edilenin alınamaması ve emeğe verilen değerin azlığından duyulan sıkıntı tartışılanlardan bazıları.

Herman Bahr ile yazışmalarından birinde, mektubun ne anlama geldiğine ilişkin yorum da yer alır. Zweig şöyle der: “Yaşamda mektupların tuhaf bir rolü vardır. Onları severiz; sonra unutulur, yitirilir, fakat günün birinde yeniden anımsanır” (s. 149).

Bahr'a gönderdiği postalar arasında Birinci Dünya Savaşı yıllarındaki Avrupa'ya dönük eleştiriler yer alır. “Tek bir Avrupa'ya inandığını” belirten Zweig, “yabancılaşmış dünyada eski dostlar arasında acı dolu yıllar geçirdiğini” söylemeden edemez (s. 162). Yıkım ve kan, her şeyi etkilediği gibi dönemin yazışmalarında da kendine yer bulur.

Zweig, Bahr'a Nasyonalist düşünce içinde yer almanın “bir anlık coşku” sonucu gerçekleştiğini yazar ve Bahr'dan, eski günlerine dönmesini; söyleyip yazdıklarını geri almasını ister. Eski bir dost adına endişelenmenin ifadesidir bu satırlar. Zweig, Bahr'ın kendisiyle hesaplaşmasını önerir: “İnsannın başkalarından hesap sormasının her zaman yararı olmaz, fakat kendi kendinden hesap sorması hep yararlıdır” (s. 167).

İnsanlığın o günlerdeki durumuna bir yazar gözüyle bakan Zweig, Bahr'a gönderdiği 23 Mayıs 1921 günkü satırlarında, edebiyatçıların “söz, din ve felsefeden gizemli karışımlar oluşturduğunu ve insanlara günün birinde anlayacakları şeyler sunduklarını” belirtir. Ona göre yazar, “perde arkasında duran rahip gibi biraz karamsar olmalıdır, fakat bu karamsarlık yazarın gizemi ve gücü biçiminde algılanmalıdır” (s. 189).

1920'li yılların ortası Avrupa ve özellikle Almanya için kriz yıllarıdır. Ekonomik bunalımla beraber, düşünce dünyasında da çöküş kaçınılmaz hale gemiştir. Zweig, ekonomik buhranla düşünce dünyasının hızlı gerileyişi arasında bağ kurar: “Almanya üzerine çökmüş olan ekonomik facia Alman toplumunun en değerli birliği olan düşünce dünyasına bomba gibi düşmüştür. İnsanlarına yıllar boyunca olağanüstü eserler armağan eden bilim adamları, bugün büyük bir sıkıntı içinde. Görünmeyen bir yoksulluk, ulusun en değerli insanlarından bir çoğunu felakete sürüklemek üzere. Onların düşünün ve öğretinin doruğuna ulaştırdığı okurlar şimdi olduğu kadar hiçbir zaman bu insanlara olan minnettarlıklarını yardımlarıyla kanıtlamak olanağını elde etmemiştir” (s. 202).

GERÇEK DOSTLUKLAR
Maksim Gorki de Zweig'ın hayatında önemli yer kaplayan bir isim. Mektuplarına “Saygıdeğer” ifadesiyle başlıyor bu yüzden. 1920'li yıllara denk düşen yazışmaların başlangıcı, yine o günlerdeki Avrupa ve Almanya üzerine yoğunlaşıyor. Zweig, Gorki'ye dert yanıyor:

“Genç toplum, nasyonalist çılgınlığın peşinden gidiyor, kimsenin kimseye ayıracak zamanı yok; belki şimdi bir zamanlar Rusya'da başınızdan geçenleri burada da yaşarsınız: Terör, toplumdaki soğukluk ve büyük kriz” (s. 239).

Dünya ve değerlerin yavaş yavaş değiştiği yıllardır 1920'lerin başları ve Avrupa bu değişimin merkezidir. Almanya'da ise yaşam günden güne zorlaşır. Zweig olup biteni “para değerinin sürekli değişmesi, insanları her gün yeni hesaplar yapmaya zorluyor, bence bu durum düşünürler için bir 'zehir'dir” diyerek özetler (s. 241). Umudu ise, bu günler geçip gittiğinde “düşünsel gücünün geri geleceği”dir. Gorki ile Zweig'ın mektuplaşmalarından anlaşılan, hem Avrupa hem de Almanya için ortalığı toparlayacak “güçlü bir el”in belirmesine yönelik beklentidir. Beri taraftan tekdüzeleşmeye başlayan yaşamda, kafasını kaldırıp olanı görmek için bakanlar, ki Zweig ve Gorki de bunlardan biridir, farklılıkları arar ve serinkanlı durmaya çabalar.

Zweig ile Gorki'nin konuştuğu ana konu belli bir süre sonra tamamen edebiyata döner ve Rusya'dan Almanya'ya dek uzanan edebi bir sohbet boy verir. Tolstoy, Dostoyevski, Stendhal ikisinin de yanı başındadır.

Gorki'yle Zweig'ın sanatçı dayanışmasını tartıştığı satırları 4 Mart 1930 tarihli mektuptadır. İkisi de herhangi bir saldırı anında, düşünür ve sanatçıların bütünleşmesini bir güç olarak görür. Üstelik bu destek ve bütünleşme, çoğu zaman sınır ötesine taşar.

Sigmund Freud ile Zweig'ın mektuplaşmaları ise Dostoyevski'nin geçmişinin irdelenişiyle açılır. Eserleri ve kişiliğinin karşılaştırıldığı satırlar, Freud ve Zweig'ın ilk tartışmasıdır. Freud, Dostoyevski konusunda uzmanlığını konuşturur; patolojik ruhsal çözümlemeler, Zweig'ın merakını gidermeye yöneliktir.

İkinci aşama, Zweig'ın öykülerinin psikolojik ayrıştırılışını kapsar. Duygusallık, kişilerin konumu ve insan ilişkilerini irdeleyen Freud, Zweig'ın yaratıcılığına vurgu yapar. Bunun yanı sıra Zweig'ın sanatçılarda pek rastlanmayan ölçüde alçakgönüllü oluşuna işaret eder.

Freud da, Zweig'ın mektuplaştığı diğer isimler gibi zamanından şikâyetçidir. Ancak yakın dostlarının varlığıyla avunduğunu ve “ortak değerlerin yitirilmemesi nedeniyle kendini güvende hissettiğini” ekler (s. 323).

Zweig'ın Hermann Hesse'e 1922 sonbaharında yazdığı mektup, ikili arasında gidip gelen mektupların ilki ve Hesse'in gezginliği üzerine kurulu: Zweig, onun göçebeliğini ve Avrupa'yı gezişini hatırlatır. Hesse'in gençliğinde olduğu gibi aynı yollardan Zweig da geçer.

1920'li yıllar, Hesse'in sanatoryumda hastalıkla boğuştuğu dönemlerdir aynı zamanda. Zweig, Alman öykücülerin psikolojiye fazla yer vermemesini eleştirirken, Hesse'in yaratılarında varoluşun köklerine doğru yaptığı atılımdan övgüyle bahseder.

Zweig, Hesse'le de gününün ilişkileri üzerine sohbet eder: “İçinde yaşadığımız zaman çok tuhaf oldu, insanlar arası ilişkiler de değişti. Başkasından gelen bir selam kişiyi sanki büyük bir armağan almış gibi sevindiriyor” (s. 352). 1933'te Naziler tarafından kitaplarının yakılması karşısında kendisine destek veren Hesse'i “bireyin makineleşmeye karşı kendini nasıl geliştirmesi gerektiğine ilişkin mücadelesi” nedeniyle takdir eder (s. 354).

Zweig'ın dostlarıyla yazışmasında açıkça seçilen şey, saygı ve sevgidir. Bunun yanında yazan taraflar, birbirine samimiyetle hemen her konuda yardımcı olmak için çabalar. Satırlarda ortaya çıkan bir diğer özellik ise gerçeklik. Gerçek dostluk ve dostluğun kendisine duyulan saygı. Bir başka ifadeyle dostlukların derinliği. Tüm bunları pekiştiren ise nitelikli, dolayısıyla kalıcı üretim.

Sonuçta Dostlarla Mektuplaşmalar, Zweig ve yazıştığı önemli isimlerle yaşadığı içtenlikli zaman dilimlerini yansıtır nitelikte.

Dostlarla Mektuplaşmalar/ Stefan Zweig/ Çeviren: Ahmet Arpad/ Yordam Kitap/ 368 s.

(*) Cumhuriyet Kitap, 09. 07. 2009

Hiç yorum yok: