27 Şubat 2009 Cuma

ELEŞTİREL TARİHYAZIMI (*)
Ali BULUNMAZ

Dünyanın tarihi, dünyanın mahkemesidir
(Schiller)

BELLEK VE TARİH
Belleğin tarihe oranla daha az kısır ve daha insani görülmesi anlaşılır bir şey. Ancak unutulmamalı ki “geçmiş, kültürel duyarlılıklara, etik sorgulamalara ve şimdiki zamanın politik beğenilerine göre ayıklanıp yeniden yorumlandıktan sonra kollektif belleğe dönüşüyor” (s. 2).

Belleğin üzerine eğilmenin çekiciliğine değinen Traverso, Benjamin'in “aktarım” kavramına başvurur. Banjamin için “bellek takıntısı”nı anlamanın ilk koşulu “aktarılan deney” ile “yaşanmış deney” arasındaki ayrımı fark etmektir. “Aktarılan deney” ile kuşaklar arası bildirişim vurgulanırken; “yaşanmış deney”, “bireysel, dayanıksız, uçucu ve geçici yaşanmışlığa” karşılık gelir (s. 3).

“Aktarılan deney” geleneksel, “yaşanmış deney” ise modern toplumlarla eşleştirilir. Benjamin için modernite, aktarılan deneyin çöküşü demektir: “Günümüzün bellek takıntısı, nirengi noktalarını yitirmiş, şiddetin biçimsizleştirdiği ve gelenekleri silen, yaşamları parçalayan toplumsal bir sistemin atomize ettiği bir dünyada, aktarım deneyinin çöküşünün ürünüdür” (s. 4).

Tarih ile belleğin paylaştığı konu aynıdır: Geçmişi özümseyebilme. Ancak tarih, olanı anlatı haline getirmektir; bilimsel bir yazıdır. Bellekten doğan tarih, bellek ile arasına mesafe koyarak iş görür. Bir başka deyişle, “belleği kendi konularından birine dönüştürür” (s. 10).

Belleğin öznelliği de atlanmaması gereken bir noktadır. İnsan her ne yaşıyorsa, bunların ruhunda bıraktığı izlerle belleğini oluşturur ve geçmiş imgesi, insan tarafından böyle kurulur. Bellek donmuş değildir, sürekli şekillenir.

Traverso'ya göre “bellek ister bireysel olsun ister kollektif, şimdiki zamanın daima filtre ettiği bir geçmiş görüntüsüdür” (s. 11). Bir diğer ifadeyle buradaki, öznellik ile nesnellik arasında sıkışmış tarih sorunudur.

Traverso, “sömürgeciliğin çözülme döneminde Avrupa merkezci paradigmanın tartışma konusu edilmesiyle ve ardından politik özne olarak alt sınıfların doğuşuyla, tarih ve belleğin birbirinden ayrıldığını belirtir” (s. 15). Belleğin önemli bir özelliği, anıları kutsamaya olan eğilimidir. Tarih geçmişe bir bakış açısıdır ve eleştirel söylemi böyle inşa eder.

Tarih denildiğinde, tarihyazımı parantezini açmak zorunludur. Geleneksel anlamda tarihyazımı, çok sesli bir anlatım biçimi olarak gözüküyordu, çünkü aşağı sınıflar bu edimin dışında tutulmuştu. Bir anlamda empati eksikliği tarihyazımında da kendini göstermişti.

“Sakatlanmış bir belleğin boşluğunu dolduramayan tarihyazımının” etkin kişisi, yani tarihçi, Traverso'nun Georg Simmel'den alıntıladığı biçimde “araştırdığı geçmiş ile yaşadığı şimdiki zaman arasında bölünmüştür” (s. 28).

Tarihçi bu bağlamda, bellekten yola çıktığı kadar bellek üzerine etkide de bulunur; bu belleği oluşturur ve yönlendirilmesine katkı sağlar: “Tarihçi, tarihsel bir bilincin, çoğul ve kaçınılmaz olarak çatışmalı bir belleğin oluşumuna yardım eder” (s. 29).

ZAMAN
Tarih ve belleğin kesişen, çarpışan ve iç içe geçen, ama çakışmayan zamanları bulunduğunu söyler Traverso. Tarihyazımının atılım yapmasının yegâne yolu ise, geçmişle arasına mesafe koyması; bir anlamda geçmişten kopması ya da onu inceleme nesnesi haline getirmesidir.

Traverso, belleklerin güçlülüğü ve zayıflığına değinirken “kurumların, hatta devletlerin desteklediği bellekler bulunduğuna” dikkat çeker (s. 44). Örneğin Yahudi soykırımı, geçmişi okumanın bir yolu ve Batı'nın tarihsel bilinci olmasının yanında , özellikle Yahudi kimliğinin de temel öğesidir.

Bellek ve tarih sürekli birbirini etkiler. Güçlü bellekler, tarihyazımında belli oranda öne çıkar. Traverso bu durumu şöyle özetler: “Kamusal ve kurumsal kabul anlamında bellek ne kadar güçlüyse, taşıyıcısı olduğu geçmiş de o ölçüde araştırılmaya ve tarihe dahil edilmeye uygun olur” (s. 52).

Traverso'nun anlatmaya çabaladığı şey, bellek grubunun gücü ile geçmişin tarih haline gelişi arasında doğrudan bağlantı bulunduğuna dair bir çıkarım değildir. Önemli olan, hakikatin ortaya koyulabilmesindeki titizliktir.

TARİHYAZICI YA DA TARİHÇİ
Traverso'ya göre tarihyazımının metinsel öneminin kavranması 1960'lı yıllara rastlar. Bu, “gerçeklik ile yorumlama ve metinler ile bağlamlar arasında yeni bir diyalektik saptamaya olanak sağlamıştır” (s. 55).

Ancak doğan tehlike, dilsel dönüşüm aracılığıyla tarihin edebiyata indirgenmesiydi. Şu gerçek de böylelikle ortaya çıkmış oldu: “Geçmişin tarihe katılması, gerçekliğe bağlı kalmak zorundadır ve argümanlar ileri sürerken gerektiğinde kanıtları sergilemekten vazgeçemez” (s. 56). Tarihyazımını saf öyküden ayıran; tarihsel anlatı ile tarihsel kurguyu ayrıştıran da budur.

Görevini tam anlamıyla yerine getiren tarihçi, “tarihin bir bilgi ve aydınlatma girişimi” olduğunun da farkındadır. Tarihçi asla yargıç değidir, Traverso'nun da belirttiği gibi “tarihçinin görevi yargılamak değil, anlamaktır” (s. 64).

Donmuş olmayan tarihyazımında tarihçi ile yargıcı aynı noktada buluşturan ise hakikat arayışıdır. “Hakikat arayışı kanıtlar gerektirir”, bu bağlamda hakikat ve kanıt, yargıç ve tarihçinin çalışmalarının merkezinde yer alır.

POLİTİKA VE TARİH
Bellek, eleştirel olarak kullanıldığı gibi, unutmak ya da unutturmak için de belirli bir çaba harcayabilir. Devrimin “suçla özdeşleştirilmesi ve salt totalitarizme indirgenmesi” buna örnek olarak gösterilebilir (s. 77).

Komünist belleğin pek çok yerde karşı-toplum şeklinde benimsetilmeye çabalanması, devrimlerin köklerinden koparılması ve kurmaya çalıştığı eşitlikçi yapıyı gözden uzak tutma eğilimini de körükledi.

Nasyonal Sosyalizm ve Komünizmi bir araya getirmeye çabalayan kimi “tarihçi” ve politikacılar, bu noktada totalitarizm tutamağına sarıldı. Traverso'ya göre “eskiden soğuk savaş kütüphanelerinin en az uğranılan raflarında dizili bulunan totalitarizm kavramı, savaşlar, diktatörlükler, yıkımlar ve katliamlar çağının muammalarını deşifre etmeye uygun tek anahtar olmasa da, en uygun anahtarı olarak görkemli bir dönüş yaşamıştır” (s. 79). Bir başka deyişle, yeni Restorasyon tarihçileri komünizme “totaliter bir ideoloji” diyerek, onu topyekûn biçimde mahkûm etmeye girişmiştir.

REVİZYONİZMİN ÇEKİCİLİĞİ
Traverso, tarihyazımı ve tarihçilik bağlamında revizyonizmi ele alırken, onun “bukalemun gibi bir kelime olduğuna dikkat çeker” (s. 97). Revizyonizmin gerçekleri reddetmekten olayları çarpıtmaya dek çeşitli işlevler yüklendiğini söyleyen Traverso, onun tarihini üçe ayımanın mümkün olduğunu belirtir: “Marksist bir itilaf, komünist dünya içinde bir bölünme ve İkinci Dünya Savaşı sonrasında gün ışığına çıkan tarihyazımı tartışması” (s. 98). Aslında genel anlamıyla revizyon yeniden yapımdır ve tarihyazımına bazı olayları görmezden gelme biçiminde yansımıştır.

Traverso, “tarihin her zaman şimdiki zamanda yazıldığını ve geçmişi araştırmayı yönlendiren sorgulamanın dönemlere, kuşaklara ve kollektif belleğin izlediği yollara göre değiştiğini” ifade eder (s. 102). Bu anlamda iyi niyetli “revizyonların” gerekliliğine vurgu yapan Traverso, asıl sakatlığın çarpıtmaları öne çıkarmak olduğunu savunur. Bir başka deyişle, tarihyazımında politik hedeflere öncelik verilmesi, tarihi gerçeklerden koparmaktır.

Traverso, Krzysztof Pomian'ın sözleriyle bir bakıma son noktayı koymak ister: “Ne resmi ne de revizyonist tarihçiler olmalıdır; yalnızca eleştirel tarihçiler bulunmalıdır” (s. 106).

Eleştirelliği, tarihçiliğin ve tarihyazımının merkezine koymayı öneren Traverso, Geçmişi Kullanma Kılavuzu'nda, gerçeklerden yana bir tarih anlayışının egemen olmasından yana tavır alma zorunluluğunu ana fikir biçiminde okuyucuya sunuyor.

Geçmişi Kullanma Kılavuzu/ Enzo Traverso/ Çeviren: Işık Ergüden/ Versus Kitap/ 130 s.

(*) Cumhuriyet Kitap, 26.02.2009

Hiç yorum yok: