27 Mayıs 2008 Salı

KÜLTÜRÜN ENDÜSTRİLEŞMESİ (*)
ALİ BULUNMAZ

“Hakikatin yalan, yalanın da hakikat gibi göründüğü bir dönemeçteyiz şimdi (…)Her düşünce, daha önce kültür endüstrisinin merkezlerinde biçimlendirilmiş olarak geliyor bize. Böyle bir ön biçimlendirmenin izini taşımayan şeylerse, inandırıcılıktan yoksun bulunuyor.” (1)


“Kültür Endüstrisi” adlı makale, 1944’te Theodor Ludwing Wiesengrund Adorno (Theodor W. Adorno) tarafından kaleme alınmış; 1947’de Max Horkheimer ile birlikte oluşturdukları Aydınlanmanın Diyalektiği başlıklı kitapla geniş kitlelere ulaşmıştır.

Bugün Kültür Endüstrisi-Kültür Yönetimi başlığıyla yeniden okuyucuyla buluşan ve sunuşunu J.M. Bernstein’ın yaptığı eser, güncelliğini korumakta mıdır? Daha da önemlisi, kültür endüstrisi açılımı günümüzde geçerli midir?

Kültür Endüstrisi
Adorno’nun “kültür endüstrisi” kavramlaştırmasını anlamak için, öncelikle zeminde yer alan “araçsal akıl” belirlemesi çözümlenmelidir. Modern batı dünyasında aklın araçsallaşması, kişinin aklıyla doğa üzerinde hâkimiyet kurması, onu dönüştürmesi biçiminde açıklanabilir. Kapitalist üretim şeklinin (: kar ve tüketim amaçlı üretimin) yaygınlaşması, bireye de bu gözlükle bakılmasını sağlamış ve yararlılık ilkesi, bireyin değerlendirilmesinde önemli rol oynamıştır. Bu da bir kölelik şeklidir, ancak söz konusu kölelik dolaylı bir niteliğe sahiptir. İşte tam bu nokta, kültür endüstrisi ve ürünlerinin gündeme gelişini imler.

Kültür endüstrisi tüketici olan, tüketmek için üreten, tüketmek adına yaşayan ve kısıtlı serbest zamana sahip “bireyleri”, ürünleriyle bütünleştiren ve mekanik-karmaşık hayatı çekilir kılan bir “alan” sunar. Bir diğer deyişle adı geçen endüstri ve ürünleri, tüketicileri birörnekleştiren ve tek boyutluluğu hızlandıran bir yapıdadır. Buradaki temel amaç ise, estetikten yoksun (seri olarak üretilen kötü kopya-kitch) ürünler aracılığıyla tatmin sağlamaktır.

Bir sektöre dönüşen “kültür” ve ürünleri, belirli çizelge ve müşteri kimliğine uygun şekilde piyasaya sürülür. Bunun dışındakiler, “yabancı” veya “işlevsiz” (getirisi olmayan) biçiminde nitelenir. Böylelikle kültür endüstrisi, birörnekleştirme harekâtı başlatır ve kitle toplumunun yaratılmasına kapı aralanır. Kitle toplumu denen şey, nesne (salt tüketici) durumundaki ve davranışları önceden belirlenmiş “bireylerden” oluşur, Adorno bunu şöyle resmeder:

“Herkes kendiliğinden önceden birtakım göstergelere göre belirlenmiş düzeyine uygun davranmalı ve belli başlı tüketici tipleri için üretilmiş kitlesel üretim kategorilerinden kendine denk düşene yönelmelidir. Tüketiciler, araştırma kuruluşları tarafından çizilen ve propaganda amacıyla kullanılanlardan ayırt edilemeyen haritalarda kırmızı, yeşil ve mavi alanlarla değişik gelir gruplarına göre ayrılarak birer istatistik malzemesine dönüşür” (s. 51).

Bir başka deyişle tüketici, her an endüstrinin ürettiklerine bağımlı olan / olması beklenen sahte (pseudo) özneler biçiminde konumlanır. Tüketici de tüketecekleri de (ve bunun zamanı da) zaten bellidir:

“Kültür endüstrisinin ürünleri, insanlar perişan halde olsalar bile canlı bir biçimde tüketilecektir. Bu ürünlerin her biri, ister iş saatlerinde ister onun benzeri dinlence saatlerinde herkesi ayakta tutan dev ekonomi çarkının bir modelidir” (s. 56).

“Taklit olanı, mutlak olanın yerine koyan” (s. 61) kültür endüstrisi, daha da ileri giderek, taklidin çoğaltılması ve pazarlanmasını üstlenir. Endüstriyi oluşturan tekeller, sunup pazarladıklarıyla ilintili olarak bedeni özgür bırakıp ruha saldırmaktadır. Adorno, Tocqueville’in yardımıyla şu belirlemeyi yapar: Hükümdar [Adorno’ya göre günün kültür tekelleri-A.B], “benim gibi düşünmeli ya da ölmelisin’ demez, benim gibi düşünmemekte özgürsün; yaşamın, malın, mülkün sende kalacak, ama bugünden itibaren aramızda yabancısın” biçiminde seslenmektedir (s. 63-64).

Bir başka deyişle uyumsuz olan dışlanır; yoksun kılınır. Buradaki temel kural, çarkın dönmesidir. Kültür tekelleri, hem üretimi hem de tüketimi belirler; denenmemiş / piyasanın çerçevesinin dışındaki herhangi bir şeye şüpheyle yaklaşır. Her şey, piyasanın kuralları içinde / izin verildiği ölçüde, sürekli değişmeli ve üretim-tüketim dengesi devam etmelidir. Ancak bu şekilde kültür tekellerince çizilen sınırın dışına çıkılmayacağının güvencesi elde edilmiş olur.

Kültür endüstrisinin temel amaçlarından biri de, hafif sanat (eğlence) ile yüksek sanatı uzlaştırmak; iç içe geçirmek ve nihayet birbirine dönüştürmektir. Böylece tüketicinin “gereksinimi” karşılanırken, bir yanda da eğlenmesi sağlanmaktadır. Eğlence Adorno’ya göre “geç kapitalizmde çalışmanın uzantısıdır” (s. 68). Bu bağlamda, çalışma zamanının dışındaki vakit, kültür endüstrisi tarafından doldurulur. Başkaca söylenecek olursa saf (kişinin rahatladığı, ama tüm çağrışımlara açık olduğu) eğlence, kültür endüstrisinin eğlence anlayışınca ötelenir.

Burada esas olan, hazzın kamçılanmasıdır. Arzu nesneleri yaratılarak, tüketici onlara yönlendirilir. Bu anlamda kültür endüstrisi, “yüceltmeden çok, baskı kuran” bir niteliğe bürünür (s. 72). İnsan, denetim altına alınırken yaşamdan kaçırılır da:

“(…)Bugün sistem içinde belirleyici olan şey, tüketicinin iplerini elden bırakmama, bir an olsun direnişin mümkün olduğunu sezdirmeme gerekliliğidir. Endüstriyel kültürün ilkesi, bir yandan tüm tüketici gereksinimlerinin kültür endüstrisi tarafından giderilebileceğini göstermek, öte yandan da bu gereksinimleri insanın hep bir tüketici, sadece kültür endüstrisinin bir nesnesi olarak yaşamasını sağlayacak biçimde düzenlemektir (…) Kültür endüstrisi ve onun tüm dalları, gündelik yaşamdan kaçış vaat eder” (s. 75).

Adorno’ya göre kültür endüstrisi “düşünmemekle eşdeğer bir eğlenceyi” dayatır, bu da bir kaçıştır; “direnme güdüsünden uzaklaşma”dır. Fakat bunun arkasından gelen “halk ne ister?” sorusuyla, “öznellikleri yok edilmeye çalışılan insanlara, ‘düşünen özneler’ olarak” seslenilir. Sorunun yanıtı bir “karşı çıkış” içerse bile, kültür endüstrisinin “insanlara aşıladığı ve tutarlı hale gelen dirençsizlik” kolayca söküp atılamaz (s. 78-79).

Genel anlamda endüstri insana, müşteri ve çalışan olarak eğilir. Aynı endüstriyel zihniyet, çalışanlara “akılsal örgütlenme” modeli önerir; onların sisteme uyumu için çaba harcar. Buradan bakıldığında insanlara, hem çalışma hayatında hem de kültür endüstrisi bağlamında “seçme özgürlüğüne sahip ‘bireyler’ oldukları” söylense de, kişiler “her durumda birer nesne konumundadır” (s. 81-82).

İnsan, kültür endüstrisince yaratılan bu tekdüzeliğe katılıp katılmama konusunda kimi çelişkilerle de yüz yüze kalır. Ama tekdüzeliğin çekici yapısı, insanları kendi tarafına yaklaştırmayı genelde başarır. Tekrar eden, birbirine benzer arzuları okşayan ve insanları tatmin eden ürünler, müşterisini çemberin dışında konumlanmaktan alıkoyar; dirençlerini kırar. Bir diğer deyişle tüketici haline gelen insan, “kurumlarından yakasını kurtaramadığı eğlence endüstrisinin ideolojisine dönüşür” (s. 96). Bu bağlamda kültür endüstrisinin kotardığı “sanat ürünü”yle de, sanat “metalaşır ve pazarlanabilir bir şekle gelir” (s. 96).

Böylesine bir ortamda, tüm ürünlerin pazarlanıp tüketiciye sunulmasının en önemli yolu (bir süre sonra kendisi de sanata dönüşen) reklamdır. Adorno’nun deyişiyle reklam, “kültür endüstrisinin yaşam iksiridir ve reklamın arkasında, sistemin egemenliği gizlenmektedir; reklam damgası taşımayan her şeye ekonomik açıdan su götürür diye bakılmaktadır” (s. 101). Adorno, reklamın kültür endüstrisindeki zaferini “tüketicinin, sahte olduğu halde, bastırılması zor bir istekle ‘kültür’ metalarını alma ve kullanmaya devam etmesi” biçiminde açımlar (s. 107). Sonuçta kültür endüstrisi, çemberini tamamlamış ve nesnelerinin (müşterilerinin) kalbini fethetmeyi başarmıştır.

Eleştirinin Eleştirisi
Adorno, 1963’te yayımladığı “Kültür Endüstrisine Genel Bir Bakış” adlı makalesinde, “Kültür Endüstrisi” çalışmasına ve buradaki belirlemelere bir kez daha eğilir. Adorno’ya göre adı geçen endüstrinin yeni diye sunduğu şey, hep aynı olanın kılığının değiştirilmesinden ibarettir; “değişikliğin her yerde gizlediği, kültür üzerinde egemen olduğu günden beri değişmeden kalan kar güdüsü gibi bir iskelettir” (s. 112).

Kültür endüstrisinin başat etkinliği, kişiye sahte bireysellik sunmasıdır. Ürünler, bir kaçışın yarattığı sığınaktır; ancak bu, bir kaçıştan öte adeta kümelenmeyi ortaya çıkarır. Adorno için kültür endüstrisinin fizyolojisini “verimliliği arttırma, fotoğrafik sertlik ve netlik karışımı; diğer yanda bireyci tortular, hazırlanmış ve rasyonel eğilimli romantizmin ruh hali” oluşturur (s. 113). Adorno için tüm bunların insanları götürdüğü en önemli sonuç, koşulsuz ve bilinçten yoksun “uyumdur” (s. 117).

Kültür endüstrisinde bilincin yerini uyumlu olma hali alır. Zaten dirençten / direnç gösterme ediminden uzaklaştıran yapısıyla kültür endüstrisinin, insanı ulaştıracağı farklı bir durak da söz konusu değildir: Bu durağın en arı ifadesi, “ben-zayıflığının teşvik edilmesi ve sömürülmesidir” (s.118). Az önce belirtilen bilinç gerilemesi veya yoksunluğu da, bu şekilde ortaya çıkmaktadır.

Kültür ve Yönetim
Kültür ile yönetim arasında bir bağ var mıdır? Adorno, bu soruyu olumlu şekilde yanıtlar. Çünkü ona göre “kültürden söz ediyorsak yönetimden de bilerek veya bilmeyerek söz ederiz” (s. 121). Ortaya attığı kültür endüstrisi kavramı ve onun biçimlendirici / birörnekleştirici, yöneten-yönlendiren ve ürünlerini pazarlayan yapısı dikkate alındığında, Adorno kültür konusunda hassas davranır. Ona göre “kültüre özgü olan, yaşamın çıplak zorunluluklarından bağımsız olandır” (s. 123). Adorno için kültürün “dokunulmaz irrasyonelliğini en açık biçimde dışa vurduğu yer, yönetimin kültürel olana yabancılaşmasıdır; kültür en fazla, onun hakkında en az deneyimi olanlara irrasyonel görünür” (s. 127).

19. yüzyıldan başlayarak (yararlı-yararsız ayrımından hareketle) kültürün gerçek yaratıcılarının, yönetenler tarafından çoğunlukla hoş karşılanmaması veya en azından yöneticilerle tam bir uyum içinde bulunmayışı da gözden kaçmamalıdır. Adorno bu noktada, yönetimin kültürü biçimlendirişiyle bağlantılı olarak Nazileri örnek gösterir. Onların “özerkliği, bilinçliliği, kendiliğindenliği, ve eleştirelliği yok edip”, bunlar yerine “biçimlendiriciliği, güçsüz topluluğu ve uyumu” koyduğunu vurgular (s. 139-140).

Adorno, yönetimlerin “doğru kavrama” başlığı altında, “öznenin boyun eğmesi ve körü körüne itaat etmesinin yolunun açıldığını” belirtir (s. 141). Yönetimin eskiden beri varolan hastalığı, kültür yönetiminde bir kez daha nükseder. Adorno’nun deyişiyle bu, kültürün “kitleleri işleme, propaganda ve turizm aracına dönüştürülmesidir” (s. 142).
Kültürü kültür kılan, insana özgü varoluş koşullarının kişilere aktarılmasıdır, bunun eksik kalması kültürün kök salamamasına; bir anlamda kültürlenmenin gerçekleşmemesine neden olur. Adorno, bu belirlemelerin ardından, bir kültür politikasının nasıl olması gerektiği üzerine ipuçlarını da verir: “Eleştirel düşünceyi dışlamayan ve yönetim organının bir işlevi olmakla kalmayan bir kültür politikasıdır bu” (s. 145). Böylesine bir politika, kültürün tüketim nesnesi haline getirilmesine ve insanların baskı altına alınmasına engel olacak niteliktedir.

Bugün Adorno’nun kültür endüstrisi kavramını ve aynı adlı makalesi ile bunları bütünleyen yan belirlemelerini güncel kılan nedir? Bunun yanıtı çok açık: Kültür endüstrisinin birörnekleştirici yapısının –belli farklarla- sürüyor olması. Adorno’nun adı geçen makaleyi kaleme aldığı yıllarda, ağırlıklı şekilde propaganda ve özendirme yöntemi kültür endüstrisinin belirleyici ilkesiydi.

Günümüzde bu ilke yine geçerli, ancak daha dolaylı ve “derli toplu” biçimde. Adeta bir fotoğraf ya da filmin montaj olup olmadığını anlamakta güçlük çektiğimiz gibi, 21. yüzyılın kültür endüstrisinin yönlendirmelerinin ayırdına varmakta zorlanıyoruz. Ancak ortada keskinleşen bir gerçek var: O da, bugünün kültür endüstrisi ve ürünlerinin kişileri, Adorno’nun makaleleri kaleme aldığı dönemden daha fazla nesneleştirip edilginleştirdiği.

Şimdinin kültür endüstrisi, insanları daha çok tüketmeye, yalnızlaştırmaya; onun ancak toplum içinde birey ve bireysel özne olabileceği gerçeğini unutturup, bağlarından koparmaya çalıştığı da bir varolan. Aynı zamanda ürünleriyle, daha sarsılmaz bir fetişizm yaratıp kişinin, bundan doğan yeni cemaatler içinde yer almasını da sağlamakta. Bu da bize, Adorno’nun yazdıklarının güncelliğini ve haklılığını gösteriyor…

Kültür Endüstrisi-Kültür Yönetimi / Theodor W. Adorno/ İletişim Yayınları / 152 s.

***

Notlar:

(1) Theodor W. Adorno, Minima Moralina (1. Basım), çev. Orhan Koçak ve Ahmet Doğukan, Metis Yayınları, İstanbul, 1998, s. 111.

(*) Cumhuriyet Kitap, 07.02.2008.

Hiç yorum yok: