13 Mayıs 2008 Salı

HASTALIKLAR VE METAFORLARI (*)
ALİ BULUNMAZ

İnsanlık tarihindeki iki önemli olgu, savaş ve hastalık; bu, tarihi biçimlendiren iki fenomendir aynı zamanda. Bir diğer deyişle, ortaya çıkan hastalıklar ve onların yarattığı salgınlara düşman gözüyle bakılmış ve bu varolanlarla savaşmak adına çeşitli yöntemler geliştirilmiştir. Susan Sontag’ın Metafor Olarak Hastalık-AIDS ve Metaforları adlı kitabında, beliren hastalıkların kimliklerine ilişkin açımlamaların yanında; özellikle düşman ve savaş metaforlarıyla nasıl bir arada düşünüldüğünü / algılandığını imleyen örnekler de karşımıza çıkmaktadır.

Hastalıkların Metaforik Anlatımı
Metafor (metophoria), Aristoteles’e göre bir sözcüğe kendi anlamının dışında, başka bir anlam verilmesidir” (1). Bir diğer ifadeyle metafor, bir kelimeyi veya kavramı kabul edilenin dışında ve ondan ayrık şekilde / başkaca anlamlara gelecek biçimde kullanmak olarak betimlenebilir. Sontag da hasta olma durumuyla ilintili olarak kafamızda kurduğumuz cezalandırıcı ya da duygusal fanteziler üzerinde” durmak istediğini vurgulamaktadır (s. 3). Bu bağlamda kitabının “Metafor Olarak Hastalık” adlı bölümünde, modern dönemden iki ana örnek (verem ve kanser) ve metafor olarak kullanılan (frengi, veba, cüzam gibi) modern öncesi diğer hastalık ve salgınlar üzerinde yoğunlaşır.

Hastalıklar kadar, onların algılanış ve yorumlanış tarzları da insanlık tarihinde önemli yer kaplamaktadır. Bir “kale” olarak kabul edilen beden; hastalık ya da mikrop (:virüs, tümör) tarafından “kuşatılır” ve “yabancı organizmaların istilasına uğrar” (s. 103). Hastalık, bu tür bir düşman (askeri bir metafor) olarak görülüp, hasta “yabancı bir öteki”ne dönüştürülerek (:şeytanîleştirilerek), kurbana benzetilmiştir. Ancak Sontag’a göre, verem “esrarengiz” biçimde tanımlanmaktadır. Bu tanımlama, veremin romantikleştirilmesine vardırılmakta ve hasta için (kendi röntgen filmlerini görme, hastalığını bilme, veremin cinsel gücü arttırdığına ilişkin kanı oluşturma, bu hastalığının tedavisi için dağlara ve daha başka ülkelere gitme türünden) saydam bir ortam hazırlanmaktadır. Oysa kanser için bunların hiçbiri geçerli değildir; kanser tanısı konan kişiden hastalığı titizlikle gizlenmektedir (s. 15). Metaforik anlatımla verem “zarif, görkemli, cazibeli ve görünüşe asalet katan” bir hastalık şeklinde ifade edilir (s. 32-33). Fakat kanser, “utanç duyulan / duyulması gereken ve beklenen” bir hastalığa karşılık gelir (s. 20). Fakat yine de her ikisinin metaforlar aracılığı ile anlatımını yaygınlaştıran şey, “ölümün kendisiyle özdeşleşmiş olmalarından” kaynaklanmaktadır (s. 21).

Kanser ve veremin metaforik anlatımlarında dikkati çeken önemli bir nokta da, 19. ve 20. yüzyıl homo economicus’larının karşılaştırılmasıdır. Verem, 19. yüzyıl homo economicus’unun “tüketme, israf ve yaşama gücünün bastırılması gibi” olumsuz davranışlarını özetleyen imgelerle “tanımlanırken”; “normal dışı büyüme, enerjinin bastırılması ve tüketilmesine imkân tanınmaması” da kanser ile 20. yüzyıl homo economicus’unun özellikleri arasında kurulan bağıntıya işaret etmektedir (s. 70). Kanserde, vücudu istila eden tümör (:düşman) ve onun tedavisinde kullanılan yöntemlerden radyoterapi (: ışın bombardımanı – hava saldırısı) ile kemoterapi (: kimyasal saldırı) de askeri metaforlarla hastalığın resmedilmesine örnektir (s. 72). Ancak bu yöntemler (Sontag’ın, ABD tarafından Vietmam Savaşı’nda Vietkong’un merkezi olmasından / olduğundan kuşku duyulmasından dolayı, haritadan silinen Ben Suc örneğinde belirttiği gibi) sağlam hücrelerin de zarar görmesini gündeme getirir (s. 73).

Tıp terimlerinin siyasetteki metaforik anlatımı bunlarla sınırlı değildir. Sontag, Machiavelli’nin “veremin teşhisinin konularak, tedavisine başlanması ile devlet işlerindeki güçlüklerin yetkin kişilerce çözümlenmemesi halinde önlenemeyecek derecede büyüyeceğini” ifade ettiğini aktarır (s. 85). Bir diğer örnekte Hobbes, “iç hastalıklarla toplumsal çatışma” arasında benzerlik kurmaktadır (s. 86). Troçki için Stalinizm bir “frengi” veya “kanser” iken; Naziler de Yahudiler hakkında aynı şeyi dillendirmektedir: Nasyonal Sosyalistler için Yahudiler, elde ettikleri faizle kanser hücreleri gibi çoğaldıklarından, sağlıklı dokuların tedavisine yönelik olarak “cerrahi müdahale (: krematoryum) ile kesilip atılmalıdır” (s. 91). İsrail’in Arap dünyasında “kanser” olarak adlandırılması ile Filistinlilerin İsraillilerce “bölgenin kalbindeki kanser” biçiminde nitelendirilmesi de yine metaforik anlatımın bir örneğidir (s. 92).

Özetle hastalıklar savaşılacak düşman, hasta ise kurban olarak algılanınca; frengi, veba, verem ve kanser örneklerinde görüldüğü gibi hastalıkların, yalnızca doğal bir olay biçiminde görülmesinin önü kapanmış ve bir metafor olarak algılanışı (ve anlatımı) yaygınlaşmıştır.

Çağımızın Vebası – AIDS ve Metaforları
Kanser hastası “neden ben?” diye yakınırken, AIDS’li için bu sorunun pek bir anlamı yoktur; çünkü AIDS’li biri, bu hastalığa nasıl yakalandığını bilmekte ya da en azından tahmin etmektedir. Aynı zamanda AIDS, “ölümü çağrıştırma gücünün çok daha fazla olmasından dolayı kanser gibi herhangi bir duygusallaştırma girişimine imkân tanımaz” (s. 119). Bu bağlamda AIDS, zihinlerde sert bir ölümü çağrıştırır.

AIDS metafor olarak “veba”yı gündeme getirir; “bu, toplu bela, kötülük ve pek çok ürkütücü hastalığı kapsayan genel bir adı” karşılamaktadır (s. 143). Böylece AIDS’in kaynağını dışarıda arama ve onun ahlaki yorumlarını yapabilme olanağı da ele geçmiştir. AIDS’in ilk defa “Kara Kıta”da ortaya çıktığı ve oradan dünyaya bulaştığının ifade edilmesi de buradan kaynaklanmaktadır (s. 151). Bir başka deyişle bu hastalığın Üçüncü Dünya’dan yayıldığı fikri genel geçer görüş haline gelmiştir.

Sontag’a göre “kanser bize kirlenen çevreden, AIDS ise kirlenen insanlardan korkmayı öğretmiştir” (s. 175). Bunun doğal sonucu da sakınma ve dışlama tepkilerinin belirmesidir. “Hasta olanları veya olduğundan ya da yaydığından kuşku duyulanları tecrit etme normal sayılmıştır” (s. 183). Oysa AIDS’i ahlaki anlam taşıyan bir olay değil; “doğal bir fenomen” biçiminde değerlendirmek, “canavarca davranmanın engellenmesi”ni sağlayacaktır (s. 190).

Kısacası veremi, kanseri ya da AIDS’i bir lanet, bir ceza veya sıkıntı değil; salt bir hastalık olarak ele almak gerekmektedir. Sontag’a göre hastalık “anlamı” olmayan bir şeydir, bir “ölüm hükmü” değil (s. 109).

Çözüm Denemesi
Sontag, Metafor Olarak Hastalık-AIDS ve Metaforları başlıklı kitabı “hayal gücünü kışkırtmanın aksine, zihni sakinleştirmek için” yazdığını vurgular (s. 108). Buna göre, (özellikle de askeri) metaforlar silinmelidir. Çünkü metaforik tuzaklar insanları, “yeterince erken tedavi aramaktan” ya da “tedavi için daha fazla çaba harcamaktan” alıkoymaktadır (s. 108). Sontag için askeri metaforlar tanımları gereği, “abartılıdır” ve “hastaların aforoz edilip, damgalanmalarına katkıda bulunmaktadır” (s. 199).

AIDS ile birlikte zirveye çıkan askeri metaforlar, bedenin bir savaş alanı gibi görülmesine yol açar. Bu nedenle hastalar “kaçınılmaz kayıplar” veya virüs taşımasından dolayı “savaşılacak düşman” olarak algılanmaktadır.

Bu bağlamda Susan Sontag’ı, tekrar okumak (kendisi de kanserden öldüğü düşünüldüğünde, içeriden biri olarak), yaşamın her anında normal kabul edilen askeri metaforların yarattığı ayrımcılığa, eleştirel gözle bakmamızı sağlamak adına bir kapı aralayacaktır. Aynı zamanda çağına tanıklık eden bir yazar, entelektüel ve muhalif olarak; eseri / eserleriyle neyi / neleri ortaya koyduğunu / koymaya çabaladığını anlamamız ve onun, pek çok çağdaşından ayrıksı duruşunu da kavramamız kolaylaşacaktır.

Metafor Olarak Hastalık-AIDS ve Metaforları / Susan Sontag/ Agora Kitaplığı/ 199 s.

***

Notlar:
(1) Aristoteles, Poetika, <1457>, çev. İsmail Tunalı, (7.Basım), Remzi Kitabevi, İstanbul, s. 59.
(*) Cumhuriyet Kitap, 02.11.2006

Hiç yorum yok: