15 Eylül 2011 Perşembe

OKYANUSUN ORTASINDA (*)
ALİ BULUNMAZ

F. Scott Fitzgerald deyince Amerikan edebiyatında “Caz Çağı”nın öncüsü bir yazar geliyordur akıllara. Çünkü Caz Çağı Öyküleri, bu anlamda kült ve kurucu bir kitap. Ama Minessotalı Fitzgerald’ı üne kavuşturan Cennetin Bu Yakası (The Side of Paradise) romanı. Sonra Muhteşem Gatsby, Geceler Güzeldir ve Son Patron gelir.

Fitzgerald hayatı boyunca, daha doğrusu edebi yolculuğunda, yüksek sosyetenin kepazeliklerini gözlemleyip Amerikan idealini, geniş ailelerin çocuklarının sınır tanımaz bencillikleriyle karşılaştırır. Bunların yanı sıra, iki savaş arasında beliren “Yitik Kuşak”ın dramını da anlatır.

Fitzgerald’ın ele avuca sığmaz kitabı Muhteşem Gatsby’deki Jay Gatsby karakterinin, Fitzgerald’la benzer yanları bulunduğu da gözden kaçırmamalı. Gatsby, gençlik aşkı Daisy Fay’in dikkatini yeniden çekebilmek adına kendi başarısını fazlasıyla abartır. Bu durum Gatsby’i, masumları harcayan kokuşmuş bir toplum ya da grubun züppeliğiyle yüzleştirir. Kahramanımız, zenginliğin, Amerikan idealizmini ya da rüyasını tek başına taşıyamayacağını kavrayan bir kişi olarak karşımıza çıkar.

Kısa yaşamına üç aşağı beş yukarı benzer ama vurucu temalı romanlar sıkıştıran Fitzgerald’ın, pek dikkat çekmese veya romanları kadar ses getirmese de ıskalanmaması gereken bazı öyküleri var. Bunlardan biri Kıyıdan Uzakta.

İKİ ASİNİN YOLCULUĞU
Fitzgerald’ın yaşadığı dönem dikkate alındığında “Amerikan rüyası” başta olmak üzere, o zamanın “yükselen” pek çok “değerine” karşı çıktığı biliniyor. Kısacası uyumsuz bir yazar. Romanlarında bu uyumsuzluğu fazlasıyla hissettiren Fitzgerald’ın öyküleri de aynı izleri taşıyor Kıyıdan Uzakta da bunlardan; güzeller güzeli ve ailesiyle çatışma halindeki Ardita’nın hikâyesi.

Fitzgerald, öykünün öznesi Ardita’yı hayli ayrıntılı şekilde anlatıyor: “Ardita çok bencildi (…) bencilliğini asla sorgulamıyordu, bu durumu tam bir doğallık içinde, cazibesinden hiçbir şey kaybetmeden sürdürüyordu. Daha on dokuzunda olmasına rağmen erken büyümüş olgun bir çocuk izlenimi uyandırıyordu; gençliğinin ve güzelliğinin ışığında tanıdığı herkes, ruhunun dalgalarında sürüklenen ağaç dallarıydı sanki. Başka bencillerle de karşılaşmıştı -ona göre bencil olmayan insanlar bencil insanlardan daha sıkıcıydı- ama onlardan, henüz alt edemediği, ayaklarına getiremediği biri olmamıştı.”

Tekne gezisi sırasında rastladıkları ve teknelerini ele geçiren “korsana” karşı konulamaz bir hayranlık duymaya başlayan ve onca züppeliğine rağmen, aslında o korsanın gerçekten asi ruhuna sahip olmak istediğini anlayan bir kız dikilir önümüzde.

“Korsan” Carlyle’ın da “Yitik Kuşak” temsilcilerinden bir olduğunu (en azından romanın sonuna dek Fitzgerald’ın bize böyle tanıttığını), anlattığı hayat hikâyesinden anlıyoruz. Aslen müzisyen ama hem büyük kentin şaşaası hem de savaş, tüm yaşamını altüst etmiş.

Ardite ise elinin altındaki tüm imkânlara rağmen hep bir şeyler arayıp duruyor. Carlyle ile Ardita’yı birleştiren, asiliğin yanında arayış. Öykünün ve tekne yolculuğunun yelkenlerini, bu saf mutluluk arayışı şişiriyor.

Bu arada Ardita’nın kendini “savrulan”, “ne istediğini tam bilmeyen” ve “her istediğinin hemen gerçekleşmesini bekleyen” biri biçiminde tanımlaması; yani, itiraflarda bulunması ilginç.

MUTLULUK VE YALANLAR…
Ardita’nın “korsan”la denize açılması ve tanımadığı birine hayatını açması, tek kelimeyle ifade edilebilir, o da cesaret. Zaten kendisi de hayatının esas ilkesinin bu olduğunu söylüyor: “Benim için cesaret inançtır, sonsuz dirence duyduğum inanç; hazzı, umudu, doğallığı geri getirecek inanç.”

Fitzgerald’ın hikâyede, gerçeklerle yalanları birbirine karıştırdığını, bu tekniği kullanarak okura kimi sürprizler hazırladığını (buna okuru ters köşeye yatırma da denebilir) söylemeli. Öykünün sonunda hayal kırıklığı ve doğrular, mutluluk ve yalanlar arasında tuhaf bir bağ ortaya çıkıyor. Carlyle’ın kim olduğu, Ardita’nın ne istediği ve neyle karşılaştığı, Fitzgerald’ın genel anlatım biçimiyle koşutluk gösteriyor.

Öyküde hepi topu iki doğru olması (Carlyle’ın ya da artık her kimse, Ardita’yı sevmesi ve yanındaki çantalarda taşıdığı çamur), anlatılanları sonunda daha da ilgi çekici kılıyor. Dikkatini yoğunlaştıran okur, gerçeklerin farkına önceden varabilir elbette.

Fitzgerald’ın Kıyıdan Uzakta’sı, alt metinleri olan kısa ama yoğun bir öykü. Çabucak bitiveren yolculuk, Ardita’nın özlemlerini, cesaretini ve kendini tanıyışını; “korsan” Carlyle’da kendini buluşunu ustaca işliyor. Bir bakıma Fitzgerald, roman ve öykülerindeki o buğulu havanın ötesine geçip okyanusun uçsuz bucaksızlığında yaşama sevincinin rüzgârını estiriyor.

Kıyıdan Uzakta/ F. Scott Fitzgerald/ Çeviren: Nazire Ersöz/ Kavis Kitap/ 70 s.

(*) Cumhuriyet Kitap, 15.09.2011

Hiç yorum yok: