9 Eylül 2011 Cuma

ŞU ‘CİCİ’ DİKTATÖRLER… (*)
ALİ BULUNMAZ

Henri Michel (1907-1986), tarihi yazıp yorumlamakla kalmamış, aynı zamanda yaşamış bir isim. İkinci Dünya Savaşı'nda, sosyalist kimliğiyle ülkesindeki Direniş’te yer alarak olan bitene tam ortasından bakmış.

Döneminin Avrupası'nı birbirine katan faşist dalganın ince ayrımlarını son derece sağlam biçimde anlatan Michel’in Faşizmler adlı kitabı, bu yıkıcı hareketlerin palazlanışını ve daha çok, dünyayı nasıl uçuruma sürükleyebilecek hale geldiğini aktarıyor.

MOTTO: “LİBERAL DÜNYANIN REDDİ”
Bir başka önemli tarihçi Eric Hobsbawm kült yapıtı Kısa Yirminci Yüzyıl’da, Michel’in ayrıntı ve ayrımlarıyla ele aldığı faşist dalganın, insanlığın başına nasıl bela olduğunu açıklarken az geriye gidiyor: “1929 krizi olmasaydı kesinlikle Hitler olmayacaktı (…) Ekonomik çöküş, faşizmi dünya için bir tehlikeye dönüştürdü. Faşizmin Alman biçimi (Nasyonal Sosyalizm), hem 1880’lerden beri uluslararası ortodoksi haline gelen neoklasik ekonomik liberalizm teorilerine düşman olmuş Alman entelektüel geleneğinden hem de ne pahasına olursa olsun işsizlikten kurtulmaya kararlı amansız bir hükümetten yararlandı.”

“Liberal toplumun reddi” mottosuyla yola çıkan faşizm, grup bütünlüğünü bozduğuna inandığı özgürlükle mücadeleye tutuşur. Öç alan içgüdü, entelektüelleri ezip geçmeyi görev bilir. Halk, millet ve ırk aynı şeye indirgenip kutsallaştırılır. Güçlü ve otoriter devlet, tüm bunları sağlayan ve koruyan bir “baba” biçiminde gün yüzüne çıkar. Böylesine bir devletin başındaki “deha” kişinin söz ve eylemleri, Michel’in deyişiyle “yasa” haline gelir. Tıpkı Nasyonal Sosyalizm’de olduğu gibi: “Führer”, sözü üstüne söz söylenemeyen kişidir.

Nasyonal Sosyalizm, gerek kendi dönemindeki gerekse kendisinden sonraki benzerlerinde, “katı ve erkeksi” insanı (“Yeni İnsan”ı) inşaya girişir. Onun baskın niteliği “inanmak, boyun eğmek ve savaşmak”tan başka bir şey değil: Buna, “Sürü dayanışması”nda vücut bulan tarikat tipi örgütlenme ya da usdışının yaşamın her alanında nefesini kişinin ensesinde hissettirdiği bir baskı mekanizması da denebilir. Onun ana besini de, Michel’in vurguladığı gibi “ulusal aşağılanmışlık duygusu.”

Fetih ve güç fetişizmi, faşizmin beşiği İtalya’nın yetiştirdiği “cici” diktatör, nam-ı diğer “Duçe” Benito Mussolini’nin, Michel’in aktarımıyla bize ulaşan şu sözlerinde öne çıkar: “Faşizm, çoğunluğun, sırf çoğunluk olduğu için insanlık toplumunu yönetemeyeceğini söyler. İnsanlığın eşitsizliğinin değişmez, yararlı ve verimli olduğunu savunuyorum.” Mussolini, bunu şöyle formülleştirir: “Her şey Devlet içinde, hiçbir şey Devlet dışında ve Devlet’e karşı değil.”

Kendini “aristokrat ve demokrat, muhafazakâr ve ilerici, gerici ve devrimci” diye tanımlayan Duçe, demokrasiyi kullanıp sonradan onun önüne set çeken popüler bir figüre dönüşür. Michel araya giriyor: “Gerçekte kültürsüz bir insan, bir polemikçi ve güçlü bir hatip olan Mussolini, bir düşünür değildi; eğitimi azdı ve kendini yetiştirmişti, yükselişine hayranlık duyuyor, dünya üzerindeki güçlüleri beğeniyor ve halk adamı yüzüne inançlarında yıkılmaz, kendinden ve geleceğinden emin şef maskesi konduruyordu. İnsanı ‘tarihin bu pisliği’ni ve İtalyan halkını, ‘bu koyun halkı, bu az yetenekli ırkı’ küçümsüyordu (…) kendini beğenmişliği, gariplikleri, kasıntılığı ve küstahlığıyla, İtalyan ulusunun sempatisini ve hayranlığını kazanmayı başardı. Etkileme gücü o denli fazlaydı ki, yokluğunda bakanlar karar almaya cesaret edemiyor, en basit işleri erteliyordu.”

Duçe’ye hayranlık duyan ama her anlamda ondan ünlü olan “Führer” Adolf Hitler, Nasyonal Sosyalizm’i faşizm ve bunalmış insanının çaresizliğinden türetir. 1929’da Nasyonal Sosyalist Parti’ye katılanlar 400 binlerdeyken 1933’e kadar bu sayı 1 milyon 300 bine fırlar. 1933 sonrası devlet memurlarının partiye üye olması zorunlu kılınır ve Führer gücüne güç katar. Michel’e göre Hitler’in fetih kavrayışı, ülkesinin “tüm nüfusunu” da kapsar: “Mahalle, kasaba, kaza ve meslek örgütlerinden sorumlu şeflerle” parti, “demokratik” yapılanışını genişletir. Bu genişlemeyle beraber, Michel’in de altını çizdiği bir devlet modeli gelişir:

“Nasyonal Sosyalist rejim, idare ve polisin hukuktan üstün olduğu ve herhangi bir hukuksal zorlamanın engellemesi konusunda kaygı duyan istisnai ‘de facto’ bir rejimdir. Bu, bir ‘Führerstaat’, yani sözlerinin kanun haline geldiği, iradesinin hiçbir engel tanımadığı ve davranışlarının eleştirilemez olduğu şefin insafına bağlı bir devlettir.”

Nasyonal Sosyalist “kültür”ü açıklama girişiminde “kitleyi güdülerine boyun eğen hayvan” olarak gören Hitler ve “kitlelerin ilkel duygularını tatmin etmemiz gerek” diyen sağ kolu Goebbels, bu sözleriyle Michel’in anlatmak istediklerini daha da arılaştırıyor.

“Zararlı entelektüel faaliyetleri” ayıklayıp etkisizleştirmeye dayanan bu propaganda “kültürü”, “sağlıklı sanat ve kütüphane” kurmaya yöneliyor. “Yozlaşmış sanat”ın kökünü kazıyan Hitler’in kurmayları, işgal edilen ülkelerdeki “yoz sanat ürünlerini” koleksiyonlarına katmayı da unutmuyor! Nasyonal Sosyalist “kültür”, insanlara “sen hiçsin, ulusun her şey” ilkesini belletmek için her yola başvurur. Eğitimi, sanatı ve yaşamı bu doğrultuda yeniden kurgular. Tüm bu “üstün” nitelikleriyle beraber, Nazizm’in geride bıraktığı şeyler, Michel’in deyişiyle “terör, sınırsız fetih isteği, şef fetişizmi, soykırım ve insanı küçümsemenin” ötesine geçmez. Dolayısıyla Nazizm’in yakasındaki tek “madalya”, “cinayeti kurumsallaştırmaya” ilişkin.

FAŞİZM YENİDEN KAPIYI ÇALAR MI?

İtalya’daki faşist hareket ve Almanya’da Nasyonal Sosyalist Parti hep göz önünde olmasına karşın, bunlardan esinlenen ya da onları taklit eden pek çok örnek var. “Action Française”yle başlayan Fransız faşizmi, Mussolini’ye hayran ama onu taklit etmiyor. Mutlak Monarşi’nin yeniden kurulmasını hedefleyen bir topluluk; yani, 1789 öncesine dönüşe ağırlık vermiş. Fransa’da faşizme kaynaklık etse de Michel’e göre yüzde yüz faşizm değil. Onun yetiştirdiği isimler önemli. Örneğin Valois, Dorgéres, eski komünist Doriot ve yakın zamanda Halk Cephesi’nde yer alan Marcel Déat. Bunların yanında “parti sahibi” birkaç isim daha bulunuyor: Pierre Clementi, Jean Boissel, Constantini, Deloncle ve Bucard.

Michel, bunlar içinde en tehlikelilerin Doriot ve Déat olduğunu belirtir. Doriot, saf bir faşist; etkili bir örgüt kurar, hatırı sayılır bir kitleyi ele geçirir ve militanlar yetiştirir. Déat ise henüz adı konmamış teknokrasinin hararetli bir savunucusu. “Tek parti, tek program” ülküsünü “otoriter cumhuriyet” düşüncesiyle besler.

Almanya ve İtalya tipi faşizm, onların Avrupa uydularında önemli sayıda taraftar toplar. Katolik Kilisesi’nin manevi değer doktrinini arkasına alan faşizmler (Klerikal Faşizm), Alman ve İtalyan örneklerinden eklentilerle kervana katılır. Avusturya’da Dolfuss rejimi ve Portekiz’de Salazar yönetimi bunlardan başlıcası. 1934’te İspanya’da işçi hareketine karşı Jose Primo de Rivera tarafından kurulan Falanj, sonradan General Franco’nun ardında saf tutar. İki komşu (Portekiz ve İspanya), iki “cici” diktatör (Salazar ve Franco) öncülüğünde halklarını hareketsizleştirir.

Norveç’te Quisling “Büyük Cermen Birliği” düşüncesiyle, Hollanda’da çakma Nasyonal Sosyalist Mussert, Belçika’da Staf de Clercq, Macaristan’da “Oklu Haç”ın babası Ferenc Szalassi, Romanya’da Antonescu’nun diktatörlükleri Klerikal Faşizm’in Avrupa’daki öbür örnekleri.

Michel, Güney Amerika’ya inip irili ufaklı faşizmleri sıralarken oltasına iki büyük balık takılır: Arjantin ve Brezilya. Arjantin’de Peron görece daha yumuşak yüzlü bir yönetim kursa da, Brezilya bu konuda daha şanssız. Selefi Salgado’dan etkilenen Vargas, partileri fesheder, seçimleri yasaklar ve polise sınırsız yetki verir. 1945’e kadar demir yumruğuyla Brezilya’yı inleten Vargas, yüksek rütbeli subaylarca iktidardan düşürülür.

Henri Michel, Faşizmler’de örnekleri arka arkaya sıralayıp bir soru patlatır: “Faşizm ne zaman kapıyı çalar; kapitalizm onu yardımına çağırdığında mı yoksa ‘emperyalist bir tekelcilik’te başarıya ulaştığında mı?” Michel, peşi sıra bir uyarıda da bulunur: “Faşizm, demokrasilerin kronik hastalığına karşı bir ‘çare’ olarak yeniden ortaya çıkabilir; otoriteye başvurma, aşırı özgürlüğe karşılık olabilir ve şefler, teknolojik uygarlıkta kendini yitik hisseden kişiler arasından birlikleri için asker toplayabilir.” Bu uyarı üzerinde düşünmeye değmez mi?..

Faşizmler/ Henri Michel/ Çeviren: Füsun Üstel/ İletişim Yayınları/ 132 s.

(*) Cumhuriyet Kitap, 08.09.2011

Hiç yorum yok: