10 Mart 2011 Perşembe

BAŞARILI ÖĞRENCİ BUNU OKUMASIN! (*)
ALİ BULUNMAZ

“İçinde yaşadığımız toplumda bir hiç olduğuna inanan ergen -yaşanmış deneyim bize en azından bunu öğretiyor- bir kurbandır.”
Daniel Pennac

O bilindik sözü şöyle değiştirsek: “Her büyük insanın geçmişinde kötü bir öğrenci vardır.” Nasıl oldu? Kimileri pek beğenmiştir, bazıları hemen homurdanmaya başlamıştır. Boş verin. “Kötü öğrenci”nin asıl sorunu herhalde anlaşılamaması, yoksa öğrenmeye direnmesi değil. “Kötü öğrenciler”in önemli bir bölümünün zekâ katsayısının yüksekliğini de zihnin bir köşesine iliştirmeli.

Notun, öğrenciyi veya onun aklının sınırlarını ne kadar gösterdiği epey tartışma götürür. O zaman başka tutamaklara yönelmek gerek. Örneğin, “kötü öğrenci”nin nerelere tırmandığına bakmalı. Karneleri yırtıp atın, notları uçurumdan yuvarlayın gitsin, kızgın ebeveynlerden naniklerinizi eksik etmeyin. Gırtlağına megafon yerleştirilmiş asık suratlı öğretmenlerin, akıl hastanesinden bir süreliğine izin alan hastalar olduğunu düşünün. “Kötü öğrenci” bunu yapabilecek cesarete sahip olduğu için “kötü” değil mi? Bir de şu var: “Kötü öğrenciler” unutulmaz! Mesele, gidilmemiş bir yol bulmak. Olaya biraz da mizahla yaklaşmak.

Okul Sıkıntısı’nın yazarı Daniel Pennac, okulu, ebeveynleri ve öğretim sürecini “kötü öğrenciler”in gözüyle anlatıyor. Az önce sözü geçen girilmemiş yola girmeyi deniyor.

BİR ŞEY OLMAK YA DA OLMAMAK
Pennac’ın anlatımında hayli gerçek taraflar var, çünkü kendinden ayrı düşmüyor: Okul Sıkıntısı, otobiyografik bir roman. Buna gündökümü diyenler de çıkabilir rahatlıkla. Kendine; kendi öğrenciliğine eğilen “yaramaz” bir adam: “Yani, ben kötü bir öğrenciydim. Çocukluğumda her akşam eve dönüşte okul da peşimden gelirdi. Karnem, öğretmenlerimin uyarı ve eleştirileriyle dolu olurdu. Sınıf sonuncusu değilsem, sondan bir önceki olurdum.”

Pennac’ın sıfatı müthiş: “Tıkalı adam.” Kafası neredeyse hiçbir şey almayan, yıllar sonrasının öğretmeni ve çocuk kitapları yazarı. Ne ironi ama!

Tembel öğrencinin el kitabı olur mu bilinmez fakat Okul Sıkıntısı’nın tembeli anlatan tuhaf bir çekiciliği var. Harflerden çöp adamlar çizip onları sayfaların dışına özgürlüğüne doğru koşturan Pennac’ın, “haylaz ya da tembellerin, yola getirilecek azılı tipler olduğu” görüşünü nasıl yerden yere vurduğunu fark edebilirsiniz her sayfada.

Tembel öğrenciyi, sırtında ödev tomarları taşıyan Sisyphos’a benzetmek de az iş değil. Notlarına bakıp “bundan adam olmaz” denilen bir öğrencinin karşısında nasıl vaziyet alacaksınız?

“Bir şey olamayacağını” bilen tembel öğrenci, aslında olanın görülmemesine ufaktan bir isyan çıkarır burada: “Okul hayatımda kocaman bir hiçtim ve bunun dışında hiçbir zaman başka bir şey de olamamıştım. Tabii ki zaman geçecekti, büyüyecektim ve hayat devam edecekti fakat ben bu hayatın içinden hiçbir sonuca ulaşamadan geçip gidecektim. Emin olmaktan da öte bir şeydi bu. Bu bendim.”

“Bir şey olmaz” denen kişi, az ya da çok bir şey oluyor da, Pennac bunun ufak ayırımına dikkat çekiyor: “İnsan mutlaka bir şey oluyor, fakat çok da değişmiyoruz, elimizdekilerle yapabileceğimiz kadarını yapabiliyoruz.”

Tembel öğrencinin bahane uydurma mekanizmasının gelişkinliği insanı hayrete düşürecek nitelikte. Pennac, hem kendisinden hem de kendi çetesinden yola çıkıp kahkaha dolu örneklerle karşımıza dikiliyor. Aslında bahane bulma teknikleri bile, tembel öğrencinin ne kadar yetenekli olduğunu kanıtlıyor.

Pennac, tembelliğin belli bir eziklik yarattığını, daha doğrusu, anlamayan öğrencinin anlamamakta ısrar ettiği ve hiçbir zaman da anlayamayacağını düşündüğü şeyler yüzünden eğilip büküldüğünü satırlara dökerken yedekte komik hikâyeler de biriktiriyor.

Sıfıra demir atmış solda sıfır öğrencilerin dillere destan tembelliği, adeta bir sığınak gibi. En azından Pennac’ın kendine böyle güçlü bir alan yarattığını söylersek yanlış olmaz. İmla yanlışına ya da aritmetiğin çözülemeyen problemine benzeyen tipler hepsi.

Pennac’ın iki farklı noktada duran bakış açısı, zaman zaman birbirine karışıyor. Öğrenci Pennac bazen öğretmen olana eklemleniyor. Ara sıra da tersi yaşanıyor. İşin keyifli noktası bu zaten: Geçmişine öğretmen olarak bakan yazar, öğrenci Pennac’tan hâlâ pek çok şey kapıyor.

“Umutsuz vaka” öğrenci Pennac’a benzeyen bir sürü “düzeltilemez” tip, öğretmen Pennac’ın ilk öğretmenlik deneyiminde beliriveriyor: Hayatın cilvesi işte!

Kendisini anlamaya çabalarken Pennac’ın yapmaya çalıştığı bir başka şey, öğretmeni çözümlemek: Başaramayacağına inanmış (ya da inandırılmış) öğrenci karşısında, öğrenciden umudu kesen ve onun başaramayacağı düşüncesine saplanıp kalan öğretmen. Ona kırık not vermeye programlanan öğretmenin, gerçekte kendine sıfırı basması!

Tembel isyan eder mi? Kim bilir? Eşref saatine denk gelirse… Ama inatla “ezber” diyen birine “Neden?” ve “Nasıl?” sorularıyla “saldırmak” isyan fişeği sayılabilir. Öğretmenin hapı yutması işten değil o zaman. Pennac, tembellere isyan konusunda böylesine bir kopya da fısıldıyor belli yerlerde.

OKUL KOMASINDAN ÇIKARTAN ÖĞRETMENLER
Öğrencilerin ve özellikle de tembel olanlarının dört elle sarıldığı savunmalardan biri “öğretmenlerin kafa ütülediği.” Pennac burada devreye giriyor; kimi öğretmenlerin, ütülenmiş kafaların yerine öğrencileri sağlıklı zihinlerine geri döndürmeye çalıştığını söylüyor. Bir bakıma Sezar’ın hakkını Sezar’a veriyor. Ona göre markalar ve tüketim, öğrencileri semeleştirmiş durumda.

Tüketim aspiratörüne kapılan çocuklar, kuşandığı markanın bilinmesini istiyor. Pennac şöyle diyor: “Eğer markalar birer madalya olsaydı, sokaktaki çocuklarımız operetlerdeki generaller gibi şakırdardı.”

Çeşit çeşit cezanın müdavimi olan tembel öğrencilerin, bazen kantarın topuzunun kaçtığı cezalara çarptırılışını da eleştirir Pennac. Bunun, yer yer ırkçılığa varmasından rahatsızlık duyar.

Öğretmen Pennac, lisedeki matematik öğretmenini saygıyla anar. Elbette bunun bir nedeni var: Cehaletlerinin gayya kuyusundan çıkış yolunu göstermesi. Bilinmeyen yüzünden aşağılamak yerine, bilinenin üstüne bir şeyler koyma gayreti ya da yılmaz bir sabır da denebilir buna. Pennac, bunun en tembel öğrenciyi bile ininden çıkaracağı görüşünde: Böylesine arzulu öğretmenlerin, öğrencileri iştahlandıracağını düşünür yazarımız:

“Bu öğretmenler bizlerle sadece bilgilerini değil, bilgi edinme isteğini de paylaşıyordu. Bana da bilgiyi aktarma zevkini aşıladılar. Dolayısıyla onların derslerine büyük iştahla girerdik. Onlar tarafından sevildiğimizi hissettiğimizi söyleyemem, fakat kesinlikle değer verirlerdi (günümüz gençliği saygı duyarlardı, der) ve bu, ödev kâğıtlarımızı düzeltmelerinden ve her birimiz için tek tek yazdıkları yorumlardan da anlaşılırdı.”

Tembeller belli başlı bir sorun, tamam ama peki, ya başarılı öğrenciler? Onların hiç sorunu yok mu? Pennac onları da unutmuyor: “Başarılı öğrencilere acırım, çünkü onların da kendine özgü dertleri var: Büyüklerin beklentilerini asla boşa çıkarmamak, o aptal bilmem kim birinciliği tekeline almışken ola ola ikinci olabilmek, ders sırasında hocanın sınırlarını tahmin etmeye çalışmak, zayıf olanların alaylarına ya da kıskançlıklarına maruz kalmak, otoriteyle uzlaşmakla suçlanmak ve tüm bunlara ek olarak, diğerlerinin de başına geldiği gibi büyümenin o malum sıkıntılarını yaşamak.”

Günümüzün müşteriye dönüşmüş öğrencileri karşısında Pennac, öğretmenin işinin kolay olmadığının farkında. Git gide güçleşen öğrenme isteğinin tatmini konusunda, öğretmenin daha çalışkan olmasının gerekliliğine vurgu yapan Pennac, statülerin yarıştığı bir dünyada durumun daha da çatallandığı görüşünde. Tembel öğrenci neden bedel ödesin ki? Pennac yanıtlıyor:

“Her ne kadar sınıfta tembel de olsa, odasına kapanıp bilgisayar masasında otururken kendini evrenin efendisi olarak görmüyor mu? Sabahın ilk ışıklarına kadar ‘chat’ yaparken tüm dünyayla iletişim halindeymiş duygusunu yaşamıyor mu? Arzuları doğrultusunda tüm bilgilere ulaşma sözünü vermiyor mu ona klavyesi? Sanal ordularla savaşması ona heyecanlı bir hayat sunmuyor mu? Neden bu merkezî konumunu sınıftaki bir sırayla değiştirsin ki?”

Pennac’ın can alıcı bir gerilime dikkat çekmesi, kitabın ağırlık noktalarından birine denk düşüyor: “Öğretmenler, bilgiyle cehalet arasındaki çatışmaya hazırlıklı değil.” Öbür gerilim ise cehalet karşısında bilmenin yarattığı şok dalgası.

Öğrenciyken, öğretmenlerine çatmaktan geri durmayan Pennac’ın, roller değiştiğinde öğrencileri çılgınca uçan kuşlara benzetmesi, aradan geçen zamanda edindiği deneyime bağlanabilir pekâlâ. Ama asıl etken, örnek aldığı öğretmenlerinin, başta kendisi olmak üzere, tembelleri okul komasından çıkartması. Okul Sıkıntısı’nı bu gözle okumak da gerekli. Ne tembellik değişmez bir şey ne de kimi öğretmenlerin önyargıları…


Okul Sıkıntısı/ Daniel Pennac/ Çeviren: Barış Behramoğlu/ Can Yayınları/ 286 s.

(*) Cumhuriyet Kitap, 10.03.2011

Hiç yorum yok: