2 Ağustos 2010 Pazartesi

LEONARDO’YU NASIL BİLİRSİNİZ? (*)
ALİ BULUNMAZ


“Akıl ve bilgelik, deneyimin ürünüdür.”

“Tüm bilgilerimizin kaynağı algılarımızdır.”
Leonardo da Vinci


Sürekli tartışılan, kendisi üzerine neredeyse her gün yeni bir “uzmanın” belirdiği ve tüm dünyanın tanıdığı bir insan hakkında yeni bir şey söylemek belki de en zoru. Hele bu kişi Leonardo da Vinci ise daha da soğukkanlı olmak gerek.

Bugüne kadar Leonardo üstüne pek çok şey yazıldı, onunla ilgili bir dolu laf söylendi; yetmedi, büyük usta, yakın zamanda “şifrelerle” daha da “popüler” hale getirildi. Dolayısıyla gerçeklerin ve bilgi olanın ayağı kaydı biraz, daha doğru bir ifadeyle hakikat tökezledi.

Leonardo’yu ayrı ayrı özellikleri ve nitelikleriyle değerlendirmek mümkün tabii. Her bir yeteneğinden ya da ortaya koyduğu ne varsa, hepsine dair rahatlıkla bir eser kotarmak hiç zor değil. Ama onu bir bütün olarak görmek, büyük ustayı anlamak için zorunlu sanki.

Rönesans’ın tüm özelliklerini kendisinde barındıran en önemli örneğin Leonardo olduğunu söylemek abartılı bir yaklaşım değil. Çizimleri, yazıları, desenleri, günlük ve defterleri bunu yansıtıyor. H. Anna Suh’ın yayıma hazırladığı ve “Büyük Üstattan Uygulamalı Dersler” alt başlığını taşıyan Leonardo’nun Defterleri, Rönesans’ın lokomotifi olan bilgeyi taze bir merak yaratarak bize konuk ediyor.

“USTASINI GEÇEMEYEN, KÖTÜ BİR ÖĞRENCİDİR”
Leonardo’nun ismini duyan, onunla ilgili bir şekilde bilgi sahibi olanların büyük ustaya ilişkin söyleyeceği genellikle resim ve sanat üzerinedir. Bu alanlardaki başarısı, döneminde resimde gelişen tekniklere ve dışavurum olanaklarına yaptığı katkılar düşünüldüğünde, Leonardo’nun ressam kimliğinin baskınlaşması ve onun ressamlığının, insanlar tarafından daha çok bilinmesi yadırganmamalı.

Ama tam bu anda şu soruyu yöneltelim: Kaç Leonardo var? Aslında bu soru saçma bulunabilir ama bugüne dek Leonardo’yla ilgili ortaya çıkan her yeni bilgi, 500 yıl sonra bile bu bilgenin farklı yüzlerini bize gösterdi, göstermeye de devam ediyor. Ressam, mimar, anatomi bilgini, astronom, coğrafyacı, botanikçi… Bu ve bunun gibi birçok uzmanlığa sahip; çok yönlü bir kişilik. Günümüz bilim insanlarının aksine tek bir konuda değil, birden fazla alanda uzmanlığa sahip bir insan. Zaten bu nedenle kendisine bilge ya da bilgin denmesinde sakınca yok.

Hayatının merkezine koyduğu sanat, ona her alanda kapıyı açmasına yardım eden bir anahtar işlevi de görür. Çünkü gözlem yeteneği Leonardo’nun en büyük yol göstericisi. Öte taraftan klasik eğitim almayışından doğan açığı, bu gözlem gücüyle kapatıp kendi kendisini eğitir.

Onun gözlem yeteneğini ve gücünü yansıttığı en bilindik alan elbette resim. Ressam Leonardo, daha başlangıçta yol haritasını çizer: “Ey ressam! Şunu iyi bilmelisin: Doğanın yarattığı her formu sanatınla temsil ederken evrensel bir usta olamazsan iyi bir ressam da olamazsın (…) Doğada gezerken ilgini çeşitli nesnelere yoğunlaştırmalı, şu veya bu nesneye teker teker bakmalı, aralarından az değer taşıyanları ayırıp önemlilerini kaydetmelisin.”

Leonardo’nun hedefi çok açık: Doğayı en ince ayrıntılarına kadar gözlemlemek ve bu anlamda gözü, dünyayı algılamada ilk sıraya koymak: “Eğer siz, tarihçiler ve şairler veya matematikçiler, nesneleri gözlerinizle göremezseniz onları yazılarınızda anlatamazsınız.” Böylece Rönesans’ın kimliğini, kendi fikir dünyasında açık eden; Rönesans’ta kendi düşüncelerini öncül hale getiren bir Leonardo ile karşılaşıyoruz.

Leonardo’nun belirli kaygıları da bulunuyor. Estetik kaygı yanında, doğru ve yerinde anlatım da bunlardan biri. Ölçü, perspektif, ışık ve diğer pek çok şeyi, hem öğretir hem de sürekli öğrenir. Hep öğrenmeye açık kişiliği, uğraştığı her ne varsa orada başarılı olmasını da sağlar. Onun için, başarının ölçütü bellidir, “ustayı geçmek.” Leonardo’ya göre “ustayı geçemeyen öğrenci, kötü bir öğrencidir.”

Anna Suh’ın hazırladığı kitap, hep öğrenmeye, ustalarını ve kendini aşmaya çabalayan, bunu yaparken de zihnini tek bir şeye odaklamayan, daima meraklı bir adamı buluşturuyor bizle. İşte bu merak onu, her şeyi; insan bedenini, mimari yapıları, doğayı, gökyüzünü gözlemeye götürür.

Suh’ın, defterler ve notlarından yaptığı derleme, Leonardo’nun ayrıntılı çizimleriyle büyük bir hazineyi gün ışığına çıkarıyor. Çizimler, onun hem gözlem gücünü hem de uzun yıllar başvurulan (ve başvurulmaya devam edilen) bir kaynağı derli toplu biçimde veriyor. Burada ayrıca Leonardo için çizim yapmanın, bir anlamda yazmak ve anlamak demek olduğunu da fark ediyoruz.


KÜÇÜK DÜNYA İNSANDAN EVRENE

Leonardo’nun, mikrokosmos insandan başlayıp onun çevresi ve evrene dek uzanan gözlemleri, hayatı ve doğal düzeni kavrama açısından büyük öneme sahipti. Bu yolla o, zamanında denenmemiş bir şeyi başarırken beri taraftan düzenin tekerine çomak sokarak dikkatleri de şimşekleri de üzerine çekiyordu.

Özellikle anatomi alanındaki çalışmaları, cesetler üzerindeki otopsileri, dönemin otoritelerinin tepkisine neden olurken, gelecekte insan bedenine ilişkin çığır açacak bilgiler edinmesini sağlamıştı. Suh’ın derlemesinden anlaşılacağı üzere Leonardo, notlarında, zamanın yetersizliğinden dem vurur. Ama şunun bilincindedir: Büyük dünyayı anlamak için önce küçük dünya insanı anlamak zorunludur.

Leonardo’nun gözlemleri ve oradan edindiği bilgiler, yalnızca küçük dünya insan ile ilgili değil, onun çevresine de ilişkin. Notlarında doğanın nasıl uyandığını, işlediğini, neye nasıl tepki verdiğini de ince ince anlatıyor. Burada çizimler yine başrolde. Renk, ışık ve gölgeleme teknikleriyle adeta doğa çizimleri kataloğu oluşturmuş. Doğadakini yansıtma amacıyla yaptığı sınıflandırmalar, bu sayede daha da anlaşılır hale gelmiş.

Doğa ve insan eşleştirmesi ya da benzeşmesi, Rönesans’ın öncüsü Leonardo tarafından sıklıkla kullanılır. “Kalbin etrafındaki kan havuzu okyanustur” veya “Soluk alıp vermeyle oluşan kan basıncının azalıp artışının yeryüzündeki karşılığı med cezirdir” benzetmeleri buna uygun iki örnek. Kanı, dünyayı besleyen su gibi görmesi de aynı minvalde. Leonardo, doğa ve insan yakınlığını şu şekilde ifade eder:

“Eski insanlar, insanı küçük dünya olarak isimlendirmişti. İnsanın da dünya gibi toprak, su, hava ve ateşten oluştuğu düşünülürse bu doğru bir ifade. İnsan bedeninin içindeki kemikler nasıl kas ve yumuşak yapılara çerçeve ve destek oluyorsa, kayalar da yeryüzünün desteği durumunda. İnsan vücudunda nefes alıp vermeyle akciğerlerin genişleme ve küçülmesi sonucu yer değiştiren bir kan havuzu nasıl varsa, dünya da nefes alıp verdiğinde her altı saatte bir yükselip alçalan okyanuslar içerir. Vücudumuzda bulunan bu kan birikintisinden, vücudun her tarafına yayılan toplardamarlar başlar. Okyanusların, sonsuz sayıda damarla, yeryüzünün boşluklarını suyla doldurması gibi. Yeryüzünde eksik olan, yalnızca kirişler ve bağlardır. Bunların bulunmayış nedeni, kirişlerin hareket amaçlı oluşu. Dünya kendi içinde durağan olduğundan, bir hareket meydana gelmez ve hareket olmadığı için bir hareket meydana gelmez ve hareket olmadığı için de kirişler gerekli değildir. Ancak bütün diğer konularda insan ve dünya büyük benzerlik gösterir.”

USTA LEONARDO
Leonardo’yu bilge diye adlandırmak ne kadar doğruysa, bunu aşan bir niteliği daha var: Ustalık. Klasik eğitim almadığı göz önünde bulundurulursa dehasının pek çok alana yansıdığı ve o alanlarda ustalaştığı su götürmeyen bir gerçek. Bunların başında mimari ve heykel geliyor. İncelediği yapıların derinliğine yönelen gözlemleri, onu en az bir mimar kadar hatta kimi zaman mimardan daha da bilgili yapar. Pratik diye nitelendirilen mimari, Leonardo’nun resmetme yeteneği sayesinde tüm inceliklerinin; görülmez noktalarının görünür kılındığı bir sanata dönüşür. Üstelik Leonardo’nun incelemeleri, dönemine göre çok ileri mühendislik bilgilerini de içerir. Ağırlık merkezi ve kiriş dengesi türünden konulara değinmesi bunun göstergesi.
Mimarlık gibi bir başka pratik uğraş heykel. Leonardo “heykel yapımını resme göre daha az entelektüel bir etkinlik” olarak görür; yine heykel, Leonardo için “doğanın pek çok özelliğinden yoksundur.”

Işık ve gölge sayesinde önemli hale gelen heykel, nesnelerin farklı doğal renkleriyle çeşitlendirilemezken Leonardo’ya göre resim, ışık ve gölgesini her yere taşır. Ancak resim ile heykel arasında herhangi bir değerlilik tartışması ve karşılaştırmasına girmeye yanaşmayan usta, heykelin nasıl yapıldığı ve nasıl yapılması gerektiğine dair yine ayrıntılı bilgiler verir. Alaşımın ölçüsü, cilalama, kalıp alçısı, pürüz temizleme, fırınlama gibi teknik konular, üstadın geniş geniş anlattıkları arasında.

Ortaya koydukları incelendiğinde, dikkate değer olanlardan biri de, Suh’ın derlemesinde görüldüğü gibi Leonardo’nun öngörü yeteneği. Gözlem gücüyle birleşen bu yetenek, onda tasarımlamayı tetikliyor. Çağını epey aşan bu özelliği, alet tasarımı veya mekanik konusunda kolayca ilerlemesini sağlıyor. Suh, bunu Leonardo’nun ağzından şöyle aktarıyor: “Alet tasarımı veya mekanik bilimi, bütün diğer bilimler arasında en yararlı ve en değerli olanıdır.” Savaş için tasarladığı köprü, top, zırhlı araba benzeri araç gereçler, Leonardo’nun hem geleceği gören kişiliğini hem de onun üstün yeteneklerini sergiler.

Kitabın sonundaki aforizma ve yazılar, Leonardo’nun ressamlığı ve teknik konular yanında, düşünür olarak da zamanının ne kadar ilerisinde olduğunu gösterir. Değindiği konuların çeşitliliği, onun bakış açısının zenginliğini yansıtır. Bir örnek: “Başkalarına karşı suç işleyen, kendini koruyamaz.” Bir tane daha: “En büyük talihsizlik, fikirlerimizin çalışmalarımızın önünde gitmesi.” Şuna ne demeli: “Değersiz bir insan hakkında olumlu konuşmak, iyi bir insan hakkında olumsuz konuşmak kadar büyük bir hatadır.” Hayatı ve çalışmalarının orta yerine koyduğu sanat için de bir not düşmüş: “İnsandaki güzellik geçicidir ama sanattaki kalıcıdır.”

LEONARDO’NUN ZİHİN HARİTASI
Defterler ve notlar, Leonardo’ya ilişkin gizli ya da şifreli herhangi bir şeyi açığa çıkarmıyor. Aksine çok uzun zamandır tartışılıp konuşanları eli yüzü düzgün biçimde ortaya koyuyor. Burada göze çarpan en önemli özelliklerden biri de Leonardo’nun tavrı. Bilimin temelinde yer alan gözlem, onun ilgilendiği ve uzmanlaştığı her alanda etkisini fazlasıyla hissettiriyor.

Elyazmaları, gözlem ve notları da gösteriyor ki Leonardo, yakalayan bir adam. Algıları açık, hep meraklı ve her ne olursa olsun öğrenmeye istekli bir kişilik. Bu yönü, onun başarısını ve yüzyılları aşan kimliğini yansıtıyor. Suh’ın derlediği elyazmaları, Leonardo’nun öğrenirken öğreten biri olduğunun da göstergesi. Çağdaşlarından bir iki adım önde yer almasını sağlayan da bu belki.
Leonardo’nun Defterleri, onun çok yönlü zekâsını göstermesinin yanında zihin haritasını da veriyor bize. Hemen her sayfada Leonardo’nun ilgi alanlarının ayrıntıları ve dehasının kâğıda dökülüşüyle karşılaşmak da olası.

Suh’ın hazırladığı kitap, Leonardo’ya dair bir bakış açısı yaratıyor. Peki, Leonardo’ya bakınca ne görüyoruz? Üstün bir gözlemci; sanatı (özellikle de resmi), gözlemlerini aktarımının merkezine yerleştiren bir bilim insanı ve hemen her konuda usta bir entelektüel.

Dolayısıyla Suh’ın yardımıyla çağını, döneminin klasik düşünce yapısını ve devrin otoritelerinin kural olarak benimsenen öğretilerini aşan bir bilim insanı portresiyle yüzleşiyoruz. Elyazmaları, Leonardo’nun yaşamını; bilmeye ve öğrenmeye adadığı hayatını koyuyor orta yere. Kısacası Leonardo’nun Defterleri, bugünün bilim insanları ve Leonardo’nun yolunda ilerlemeyi amaçlayanlar için bir kılavuz niteliğinde.

Leonardo’nun Defterleri/ Leonardo da Vinci/ Yayıma Hazırlayan: H. Anna Suh/ Çeviren: Alev Serin/ Arkadaş Yayınevi/ 334 s.

(*) Cumhuriyet Kitap, 29.07.2010

Hiç yorum yok: