6 Ağustos 2010 Cuma

BUTES DE KİM OLA? (*)
ALİ BULUNMAZ

İnsan bazen yaşadığı coğrafyanın ne kadar verimli olduğunu gözden kaçırabilir, bu doğal. Önemli olan unutuşa teslim bayrağı çekmemek. Yüzyıllar önce Eski Yunan düşünürlerinin boy verdiği bu topraklarda, kültürel anlamda nasıl bir zenginliğin avuçlarımızda bulunduğunu hatırlamak, güneşli bir güne uyanmak gibi.

Hesiodos ve Homeros’un, Thales’in, Miletos Okulu’nun varsıl kültürel ortamı hemen yanıbaşımızda geçmişten geleceğe seslenen güçlü bir tını. Pascal Quignard’ın kaleme aldığı Butes de, o coğrafyanın -bu coğrafyanın- kahramanlarıyla sesleniyor bize. İmbatla, Ege’nin kültürü ve havasını romanlaştırıyor.

Quignard, felsefeyle içli dışlı bir romancı. Sadece roman değil, deneme, opera, masal ve inceleme türlerinde eserler veren yazar, müzikle de uğraşmış. Dünyanın Bütün Sabahları ve Villa Amalia ile tanınan Quignard, 2000’de Monaco Edebiyat Ödülü ve Fransız Akademisi Büyük Roman Ödülü’nü kazandı. 2002’de ise Gouncourt Ödülü ile onurlandırıldı. Butes, yazarın en son kitabı, bir kısa roman.

DENİZE AÇILAN BEYAZ YELKENLİ
Mitolojiye, Eski Yunan düşüncesine ve felsefeye meraklı olanların hiç de yabancılık çekmeyeceği isim ve mekânlar var kitapta. Denize doğan ve denizde ölen Butes, yazarın başkahramanı; Sirenler ve denizlerin Aphrodite’si Kypris’in sesine vurulup, dalgalara bata çıka can veren kahraman. Anlatılan, nice gemicinin işittiği ve sonrasında gelenlerin duymamak, çekimine kapılmamak için kulağına balmumu doldurduğu şarkının hikâyesi biraz da.

Quignard’ın kısa romanında İlliada ve Odysseia’nın diline yakın, destansı bir biçem hâkim. Zaten bunu kendisi de söylüyor. Bir de müzik var; kitap boyunca ezgiler arasındayız sanki. Yunan mitolojisindeki yitişin (geri dönüşü olanaksız kılan) melodisi ve Orpheusçu (kurtarıcı) müzik arasında gidip gelmedesiniz: Denize atlamak ile güvertede kalmak gibi bir çelişki içinde; “düşüncenin korktuğu yerde, müziğin düşünmeye başladığı” yerin ortasında.

Ulaşamayacağı kıyıya çıkmak adına didinen Butes’in duyduğu yitişin müziği mi yoksa güvertede Orpheus’un müziğini işitmek mi? Quignard’ın yaptığı bir tuhaf tutku sınaması, aynı zamanda bir tarih anlatımı. Kendisinden dinleyelim:

“Kısaca Yunan tarihini anlatıyorum: Denize açılmak, rüzgârda ilerlemek, bir kent kurmak, bir sahili kolonileştirmek, bir insanı yüksek bir yarın tepesinden aşağı iterek kurban etmek, arınmak, bir başka kumsaldan, bir başka acenteden, bir başka hisardan yeniden yola çıkmak. Roma’nın imparatorluk hâkimiyeti altında gömülen Antik Yunan tarihinin sonu.”

Quignard, Butes’te Ege’nin eşsiz kültür derinliklerine bir sünger avcısı gibi dalarken geçmişin aslında nasıl da ayaklarımızın dibinde bulunduğunu anımsatıyor. Hani şöyle nitelesek yerinde olur: Bugünle o uzak geçmiş arasında görünmez ama güçlü bir bağ veya köprü kuruyor. Bir beyaz yelkenliyle Ege’ye açılan yazar, hem rüzgârın hem de köpüğün yanına tarihi katarak ilerliyor.

Butes, bir zaman yolculuğu sunuyor; yakalanamayan, devinimin yönlendiremediği ve kökenin kendini izlediği, Homeros’tan Cicero’ya, Seneca’dan Platon ile Aristoteles’e ve Eski Yunan’ın mitolojik kahramanlarının tümünü içine alan zamanda bir seyahat…

Peki, müzik? Butes’i dalgalara çeken, onu sulara çağıran müzik bu zamanın neresinde?: “Müzik, bedeni, devindiği sesli hazneye yeniden daldırır (…) Dinleyicisini, doğumu, nefes almayı, soluğu ve konuşma imkânını önceleyen yalnız var oluşun içine çeker.”

Quignard’ın deyimiyle müzik, ilk yaşamsal koşul ve bedeni çeker. Tıpkı Butes’in başına gelen gibi. Müziği “okyanusun ortasındaki ada” olarak niteliyor Quignard; “boğularak yok olmak dışında her türlü yaklaşmanın imkânsız olduğu bir ada…”

BİR İLERİ BİR GERİ
İşte Butes’i sarıp sarmalayan müzik, onun “kökensel koşulla buluşmak” dediği ölümün kapısını aralayan ses olur çıkar. Çekim gücüdür, adeta bir mıknatıslanmadır. Suyun dibinde işitilen geçmiştir öte taraftan: “Fışkıran zamanın ve durmadan tekrarlayan tarihin ortasındaki patetik zamansal adacık”; Sirenlerin adası olarak da nitelenebilir.

Quignard’ın kitap boyunca kaleminden düşmeyen müzik, öleceğini hisseden Schubert’in, Haydn’a mezarı başında saygısını sunuşu gibi kimliğini ve dilini yitirmeyi kabullenmiş kişinin fısıltısıdır beri yandan. Quignard’ın “her müzik, kaybetmiş olduğumuz biriyle ortak bir şeye sahiptir” demesinin nedenini burada aramalı belki de.

Pascal Quignard, Butes’le mitoloji, felsefe ve Eski Yunan kültürünü yanına alarak kısa ama son derece yüklü bir roman oluşturmuş. Aslına bakılırsa tam bir roman da denemez buna, denizin dalgalanıp durulan doğasına benzer bir özellik var metinde. Bazen ileri atılıyor Quignard bazen de hüzünlü bir geri dönüş yaşıyor.

Dinlediği hatta kurguladığı müziğe teslim olurken, Butes’in aksine bir anda onun dışına çıkarak, düşmeden olup biteni ayrıştırıyor. Gençliğinin yüzünü, eski suretini aramaya koyuluyor. Ailesinin öbür üyelerinin tersine orgcu olmayan bir adamın Butes aracılığıyla giriştiği bir hesaplaşma gibi de okunabilir bu roman.

Unutmadan son bir soru: Butes kim? Kendini ölüme sürükleyen bir deli mi yoksa günümüz insanı gibi kolayca yaşamın ucuna gelen sıradan biri mi?..

Butes/ Pascal Quignard/ Çeviren: Turhan Ilgaz/ Kırmızı Yayınları/ 72 s.

(*) Cumhuriyet Kitap, 05.08.2010

Hiç yorum yok: