2 Ağustos 2010 Pazartesi

KİTAP KURDU İKİ ADAM (*)
ALİ BULUNMAZ


“Kitap biriktirmek, kendini tatmine yönelik bir olgudur, tek başına yapılır; tutkunuzu paylaşabilecek kişilere nadiren rastlarsınız.”
Umberto Eco

“Bir kütüphane, bir arkadaş topluluğu, yaşayan arkadaşlardan, bireylerden oluşan bir grup gibidir. Kendinizi biraz yalnız, biraz çökmüş hissettiğinizde, onlara başvurabilirsiniz. Oradadırlar. Hem arada sırada kazı çalışmaları yapar, orada olduğunu unuttuğum gizli şeyleri keşfederim.”
Jean-Claude Carriére


Kitapların da elektronikleşmeye başladığı günümüzde, klasik okurla, yani kütüphane sahibi ve kitabın kokusunu duymadan edemeyenlerle sayfaları çiplere sokuşturmayı başaranlar arasında enikonu bir gerginlik var.

Yer kıtlığından dem vuranların “imdadına” sanal kitapçılar yetişip her ortamda okunabilecek “kitapları” savunuyor. Geleceğin kütüphaneleri bildiğimiz kitaplardan oluşmayacak belki ama bu gerilim epey zaman sürecek gibi.

YANGINDA İLK KURTARILACAK ŞEY: KİTAP!
Umberto Eco ile Jean-Claude Carriére’in uzun soluklu sohbeti, kitabın kitabını doğuruyor. Daha doğrusu söyleşi, kitabın tarihi üzerine çoğunlukla. Günümüzün kitaba dair gerilimleri de giriyor konuşmaya geçmişin izleri de.

Herkesin aklında bir soru var: “Kitap ölüyor mu?” ya da “Ölecek mi?” Sohbet başlamadan önce, Jean-Phillipe de Tonnac ortaya bir iddia atıyor: “Elektronik kitap basılı kitabın zararına olacak şekilde sonunda kendini kabul ettirse de, onu evlerimizden ve alışkanlıklarımız arasından çıkarmayı başarması için pek az sebep var. ‘E-kitap, kitabı öldürmeyecek yani.”

Eco ile Carriére’in konuşmaları, Tonnac’ın çerçevesini çizdiği üzere “Gutenberg galaksisine mütebessim bir saygı duruşu.” İki kitap dostu, iki bibliyofil ile kitabın geçmişi ve geleceğini, bugünün gelişmeleriyle teknolojik imkânlar ekseninde konuşmak, hem geçmişi daha iyi anlama hem de bir öngörü edinme olanağı sağlıyor.

Carriére’in dediğini hatırlatacak olursak “kalıcı veri depolama aktarımlarından daha geçici bir şey yok.” Çünkü kullandığımız ve “yeni” dediğimiz her teknolojik ürün, elimize aldığımız anda demode hale geliyor. Sürekli “daha iyisi” oluşturulsa da, hemen her şeyin ilk haline geri dönüyoruz. Eco da bu yüzden kütüphanelerin boşalmayacağı inancında. Kaldı ki, elektronik araç gereçlerin “hayat” koşulu elektrik üretilemediğinde ne olacak? O zaman “e-kitap” nasıl okunacak? Carriére, bu noktada yine elin sayfaya değeceğini; gün veya mum ışığında kitap okunabileceğini söylüyor. Eco’nun dediği gibi “kitap okumanın maddi ortamı”ndan vazgeçilemiyor.

Artık bayatlamış bir geyiğe dönüşen “Issız bir adaya düşseniz yanınıza alacağınız üç şey nedir?” sorusunu Carriére, konuya ve güne uyarlıyor: “Uygarlık korkunç bir iklim felaketinin tehdidi altında; her şeyi yanımızda götüremeyiz, neyi seçeceğiz, hangi maddi ortamı?”

Eco’nun yanıtı çok açık: “Kitapların, kültür endüstrilerimizin şu son yıllarda piyasaya sürdüğü her nesneden daha üstün olduğunu bilimsel olarak kanıtladık. O halde kolayca taşınabilir ve zamanın vereceği hasarlara direnebileceğini ortaya koymuş bir şey kurtarmalıysam, kitabı seçerim.” Şimdi bir başka soru: Hangi kitap seçilecek? Eco, “en sevdiğim” diyor. Carriére ise Octavio Paz’ın kütüphanesinin yanışından söz ediyor.

Konunun dönüp dolaşıp belleğe geldiği noktada, zamanımızın bilgi “teknolojileri”nin; daha açık konuşalım internetin, hafızaya kimi zararlarından bahsediyor Eco. Kültürü “ayıklama” olarak tanımlarken, çağdaş kültürün “internet üzerinden insanları ayrıntıya boğduğunu”; belleği gerekli gereksiz bilgilerle doldurduğunu söylüyor. Elektronik hizmetçinin hep yanımızdayken ve istediğimiz (aynı zamanda istemediğimiz) kadar “bilgi” sunarken, hafızaya ne gerek var? Çetrefilli bir soru.

İki kitapsever, bu konu bağlamında ortaya şunu atıyor: Öğrenmeyi öğrenmek. Belleği, şimdiki hımbıl halinden kurtaracak ve hiç de yeni olmayan bir yöntem. Eco, buna karşılaştırmayı da ekliyor: “Herhangi bir konu hakkında on farklı bilgi kaynağı bulun ve bunları karşılaştırın. Burada mesele, internet karşısında eleştiri anlayışını çalıştırmak, her şeyi geçer akçe olarak kabul etmemeyi öğrenmek.”

İşte çağdaş kültürün “bilgi” havuzu için eleme önerisi; yeniden kendine gelecek kültürün, Eco’ya göre asıl önemli niteliği “ayıklama”yı canlandırma formülünün bir ayağı. Bu ayıklama kitaplar için de söz konusu.

AVCI-TOPLAYICI KOLEKSİYONCU
Gerek Eco gerekse Carriére, teknoloji karşıtı ve nostaljik takılan kişiler değil. Onların yaptığı bir saygı duruşu ve değerli olan, zamana direnen kitabı anlatmak. İkisi de şundan emin: Kitap kaybolmayacak. Hatta kullanılan teknoloji belki bir yerde gelişimini tamamlayacak ama kitap yoluna devam edecek. Eco’nun burada çarpıcı bir örneği var: “1984 veya 1985’te diskete kaydetmiş olmam gereken Foucault Sarkacı’nın ilk versiyonunu umutsuzca aradım, nafile. Romanımı daktilo etmiş olsaydım, hâlâ duruyor olacaktı.”

Masada iki kültür adamı bulununca, her uzun söyleşide olduğu gibi, bir yolculuğa çıkıyoruz beraberce. Eco ve Carriére kültür, bellek ve eleme kavramları etrafında, edebiyattan sinemaya şiirden resme dek uzanan bir yola çıkarıyor bizi. Bazen yüzyıllar öncesine gidiyorlar bazen de birden bire bugüne dönüyorlar. Ancak Tonnac’ın sorularına verdikleri yanıtlardan anlaşılıyor ki, ikisini de kitap kokusu kadar heyecanlandıran başka şey yok. Bu yüzden laf nereye giderse gitsin, önünde sonunda asıl konu kitaba gelip dayanıyor. Biriktirmenin heyecanının da kitabın tarihine dahil olduğunu anlatıyor her iki bibliyofil de.

Birer küçük İskenderiye Kütüphanesi’ne sahip olan Eco ve Carriére, basılı kitabın tarihini eşelerken, hem bir döküm yapıyor hem de kendileri ve geçmişteki bibliyofillerden hareketle “neden” ve “nasıl”ları inceliyor.

Carriére, bu soruşturma sırasında samimi bir itirafta bulunuyor: “Ben gerçek bir koleksiyoncu değilim. Hayatım boyunca kitapları sırf hoşuma gittiği için satın aldım. Bir kütüphanede en çok sevdiğim şey, uyumsuzluk, çeşitli nesnelerin yan yana gelmesi, hatta çatışan, kavga eden nesnelerin.”

Buna karşın koleksiyonculuğun mantığını açıklamaktan geri de durmuyor Carriére: “Koleksiyoncunun saplantısı daha ziyade nadir bir nesneyi ele geçirmektir, onu muhafaza etmekle pek ilgilenmez.” Eco da bunu desteklerken, koleksiyoneri, avlanmayı esas alan avcıya benzetir. Her iki isim için koleksiyoncular aynı zamanda birer kâşif. Belki de bu nedenle sohbet, dünyanın birçok noktasındaki kitapçılara, koleksiyona, kütüphaneye ve paha biçilemeyen kitaba kayıyor. Gezinti ya da yolculuk çatallanıp büyüyor.

Kitaba sahip olmak, geçmişi biriktirmek de demek. Eco ve Carriére bunun ayırdında. Eco’ya göre kitaplar tartışılmaz tanıklar değil; ancak “yalan söyleseler bile, geçmişe dair bir şeyler öğretiyor.” Carriére için kitabın biriktiği kütüphane, geçmişin yığınıyken öte taraftan hatırı sayılır bir bölümü “yeteneksiz, alık ve takıntılı insanlar tarafından yazılan kitaplardan oluşuyor.”

Kitap tartışılınca konu ister istemez sansüre ve yayın yasaklarına da geliyor. Salman Rushdie’nin Şeytan Ayetleri kitabından yola çıkan ikili, gelişen teknolojinin, sansür mekanizmasını alt edebileceğini söylüyor. Ama geçmişin izleri nasıl ortadan kaldırılacak? Mesela kitap yakımı? Eco, “kazara çıkan veya çıkarılan yangının, kitabın tarihine eşlik ettiğini” vurguluyor. O halde kitabı korumak önemli bir görev ancak Eco, burada bir endişe taşıyor:

“Bundan böyle hepimizin maruz kalabileceği bir sansür biçimi var. Dünyanın bütün kitaplarını, bütün dijital veri depolama ortamlarını, bütün arşivlerini muhafaza edebiliriz fakat bu muazzam kültürü muhafaza etmek için seçtiğimiz bütün dilleri bir anda çevrilemez hale getiren bir uygarlık krizi olursa, işte o zaman bu miras geri dönüşü olmayan bir şekilde kaybolur.”

Kitapları korudunuz diyelim, heybetli kütüphanenizin önüne dikilen meraklı gözlerin “Bunların hepsini okudunuz mu?” sorusuna ne yanıt verilecek peki? Ya Carriére gibi “onlarla başka hayatta buluşacağız” ya da Eco’ya öykünüp “ben okumam, yazarım” yanıtını yapıştıracaksınız veya bulduğunuz başka bir tanesini.

Söyleşinin sonu, “son”a odaklanmış. Tonnac’ın “Sizden sonra kütüphanenize ne olacak?” sorusu, Eco ve Carriére’in sonraki tasarılarını okura açıyor. Çok basit bir yanıt her ikisinden de: Kütüphaneler elbette dağılacak. Kime, nereye, nasıl dağıtılacağına geride kalanlar karar verecek kuşkusuz ama ikisinin de isteği kitapların doğru kişi ve yerlere gitmesi.

Carriére’in kendisi gibi “dağınık” kütüphanesi de Eco’nun “inanmadığı kitaplarla kurulu arşivi” de, onların hakkını verecek kişilerin eline geçmeli; iki bibliyofilin de esas kaygısı bu.

Eco’nun “son”a ilişkin son sözü ilginç: “İlgi alanım o kadar özel ki, koleksiyonumun gerçekten kimin ilgisini çekeceğini tam olarak kestiremiyorum. Kitaplarımın gizli bir bilim meraklısının eline geçmesini istemem (…) Belki günün birinde koleksiyonum, Batı’nın tüm çılgınlıklarını anlamak isteyecek Çinli araştırmacıların ilgisini başkalarından daha çok çeker.”

Tonnac’ın sorularına yanıt veren iki kültür adamı, bibliyofil ve entelektüel; Eco ve Carriére, hem kitabın geçmişine dair açılımlarda bulunuyor hem de geleceğe yönelik düşüncelerini açıklıyor.

Kitaplardan Kurtulabileceğinizi Sanmayın, somurtkan bir kitap değil. Hatta en tatsızından ayrıntılar bile Eco ve Carriére tarafından büyük ustalık ve neşe içinde anlatılıyor.

Kitaplardan Kurtulabileceğinizi Sanmayın/ Umberto Eco, Jean-Claude Carriére/ Çeviren: Sosi Dolanoğlu/ Can Yayınları/ 274 s.

(*) Cumhuriyet Kitap, 29.07.2010

Hiç yorum yok: