29 Kasım 2009 Pazar

SANAL ORTAMA DÜŞMELER (*)
ALİ BULUNMAZ

Yalnızca kitap sayfalarının geri dönüşü vardır, yaşamınkilerin, yok.”
José Saramago

Blog (“internet günlüğü” biçiminde çevirirsek yanlış olmaz) yazarlığı, dünyanın nispeten yeni tanıdığı ve alışmaya başladığı bir alan. Bir başka deyişle, hızla yayılan ve büyüyen bir depolama merkezi.

İnternet müdavimlerinin büyük bölümünün blog'u var; hali pür melalini anlattığı, atıştığı, kimi zaman duygusallaştığı bir alan bu. Saramago'nun Not Defterimden başlıklı kitabı, kendisine ayrılan blog'da biraz zorlamayla biraz merakla ama sonradan hoşlanarak yazdıklarından oluşuyor.

GÜNLERİN GETİRDİĞİ
Saramago blog'unun ilk satırlarını Lizbon'a ayırmış. Bu kente yazdığı bir mektupla başlıyor her şey. Tarihinden, geçmişinden, geleceği ve şimdiden söz ederken belli oranda zamana yenilişinden dem vuruyor. Saramago'nun kent ya da yere dair belirlemesi; insan-yer ilişkisine bakışı dikkate değer:

“Yer oradadır, kişi ortaya çıkar, sonra kişi gider, yer orada olmaya devam eder, yer kişiyi oluşturur, kişi yeri dönüştürür.” Lizbon da diğer tüm kentlerin kaderini paylaşıyor bu bağlamda.

Saramago, politikaya da uzak durmuyor. Bush'tan, Amerika'dan ya da Berlusconi'den bahsediyor. Bush'a “çapsız” diyen Saramago, onun dönemini “devasa cehalet” biçiminde niteliyor. Bir belirlemesi daha var: “Yetkin bir yalancı” olan ve yalanın, “döneminde meşru hale geldiği” Bush ve arkadaşlarından tarihin hesap soracağına inanır. Belusconi'ye ne demeli? Blog'da onun rüşvetçiliği ile yasakçılığı ve keyfiliğine vurgu var.

Saramago'nun internet günlüğünden zihni kılçıklandıran sorular da çıkabiliyor, işte onlardan biri: Boşanmalar kütüphanelerin artışını tetikliyor mu? Ama şunu da unutmamak gerektiğini vurguluyor: Ekonomik kriz boşanmaları zorlaştırıyor, bu da Saramago'ya göre yeni kütüphanelerin açılmasını en hafif deyimle sekteye uğratıyor. Buradan bakınca, keskin düşünce akla zarar ve ayrıksı. Kısacası Saramago'nun blog yazıları ilginç.

Özellikle 11 Eylül sonrası ABD için geçerli olan ya da daha doğrusu ağırlık kazanan bir belirleme söz konusu: “ABD için herhangi bir kişi, ister göçmen olsun ister turist, mesleki faaliyetine bakılmaksızın, Kafka'daki gibi, neyle suçlandığını bilmeksizin suçsuzluğunu kanıtlamak zorunda olan potansiyel bir suçludur; onur, saygınlık ve ün, ülkenin kapısını bekleyen ceberrut bekçiler için komik sözlerdir” (s. 32).

Saramago'nun yakındığı bir konu da saldırganlık ve bunun dışavurumu. Tüketim çağında yaşayan insanoğlu, ona göre basit hedonizme sırtını dayarken öte yandan da aynı hazcılıkla şiddetin kışkırtılmasını izliyor. Her yanda ahlak kumkumalığına soyunulmuşken, alttan alta da şiddet körükleniyor. Bu, Saramago için “tek gerçek ölümcül günah” olan ikiyüzlülüktür.

Güncel değinmelerin dışında, kimi önemli sanatçı ve şairlerin de ismini anıyor Saramago: Carlos Fuentes, Jorge Amado, Eduardo Lourenço, Federico Mayor Zaragoza ve Fernando Pessoa... Yazılarında, Zaragoza'nın barıştan yana tavrına özel bir parantez açıp şiirleriyle “dünyanın bilincine çağrı yaptığını” söylüyor. Dahası da var: “Zaragoza, şiirsel ve yaşamsal olarak başka bir bavuldan, tükenmek bilmez iyiliğinin, olağanüstü sadeliğinin hazinesini saklayan o bavuldan beslenir” (s. 57).

Ancak Zaragoza'nın bavulundan haberdar olmayanlar “Medeniyetler Çatışması” gibi kandırmacalarla “siyah altın” bölgelerine yerleşme çabasındadır. Hepsinden öte, insanlık suçu işlerler Saramago'ya göre; insanlık suçu denen şey yalnızca soykırım, ölüm kampı, işkence, çevre kirliliği ya da aşağılama değildir. Bir başka insanlık suçu daha söz konusudur ki bu, ABD'nin finansal ve ekonomik güçlerinin kimi hükümetlerle işbirliğine girişerek ellerindeki az miktarda birikimi de kaybetme tehdidiyle yüz yüze olan milyonlarca kişiye karşı işlediği suçtur. Buna karşı sesini yükselten Zaragoza, Francisco Altemir, Roberto Savio, Mario Soares, José Vidal Beneyto ve Saramago “değişim” ve “adalet” der, Saramago'nun blog'unda ortaklaşa bir bildiriye imza atarlar.

Bildiriyi tamamlayan soru ise Almeida Garrett'ten alıntılanır: “Bir zengin yaratmak için kaç kişiyi sefalete, orantısız çalışmaya, ahlaksızlığa, aşağılanmaya, cehalete, üstesinden gelinemez talihsizliğe ve mutlak yoksulluğa mahkûm etmeniz gerektiğini hesapladınız mı?” (s. 77).

YAZARIN KADERİ: “SÖZLERİ SORGULAMAK”
Yaşam, ölüm ve umut... Saramago'nun blog'unda hepsine yer var. Küçük bir karamsarlık kaplıyor ortalığı ve Saramago şöyle diyor: “Gençlerin umutları asla, en azından şimdiye kadar dünyayı daha iyi yapmayı başaramadı, yaşlıların yenilenmiş hırçınlıkları da dünyayı daha da kötüleştirecek dereceye varmadı.”

Blog'da kimi zaman isyan alevleniyor kimi zaman bir dinginlik beliriyor. Bazen de bir yolculuk; örneğin Brezilya: Güncel ve geçmiş arasında gidip gelinen zaman dilimi. Şili'de Pinochet'nin vahşeti ve ona karşı yıllar sonra başlatılabilen hukuk mücadelesi...

Hemen ardından Arjantin'de Borges'nin anıtı önünde buluveriyoruz kendimizi. Borges'nin kalem tutan sağ elinin doğrudan kalıbı anıtlaşıyor. Saramago bunu, belki de bir yazarı en iyi şekilde yansıttığı için, sade ve tüm heykel ya da büstlerden daha yaratıcı olarak niteliyor.

Yakın dostlarından Juan José Tamayo'nun ilginç bir sözü de yazdıkları arasında kendine yer buluyor: “Tanrı evrenin sessizliğidir ve insan bu sessizliğe anlam veren çığlık” (s. 116). Saramago, buna bir dipnot düşüyor: “İnananlar tanrılarından besleniyor, gelecek Noel'e kadar, gelecek yemeğe kadar hep tatminsiz bir maddi ve mistik bir açlıkla onu yutuyor, hazmediyor, yok ediyor.”

Aklın imbiğinden süzülüp gelen ifadelerle donatılmış yazılar internet günlüğünü kaplıyor. Saramago bir yazar ve bunları kaleme alırken yazarın ne yapması gerektiğinin de ayırdında. “Sözleri sorgulamak yazarın kaderi” derken, yol haritasını da çiziveriyor.

Peki, yalnızca sözleri mi sorgular yazar? Saramago'nun blog'undaki konu çeşitliliğine bakılırsa, hayatta ne olup bitiyorsa hemen hepsi bu sorgulamanın içine giriyor ama en başta geçmiş, şimdi ve gelecek. Yazılarıyla geçmişi eşeliyor, bugünü eleştirip gelecek için bir taş koyuyor.

Dünyayı kasıp kavuran diktatörlükler, yalancı politikacılar, kıyımlar, ikiyüzlülük, dolgun ve içi boşaltılan edebiyat... Tümü Saramago'nun yazılarının konusuna dönüşüyor.

Her şey bir kenara, cesur değinmeler hiç peşimizi bırakmıyor metinlerde. Pek çok kişinin ele almaya cesaret edemediği din konusu örneğin. Saramago, dinlerin insanları birbirinden uzaklaştırdığını söylüyor: “Dinler, birbirleriyle beraber yaşamı anlık ve geçici taktik nedenlerle faydalı olarak değerlendiren bütün sahte-evrensellik nutuklarına rağmen, sürekli bir karşılıklı düşmanlık durumunda yaşıyor.” Saramago'nun çözüm önerisi kışkırtıcı: “Herkes ateist olursa, gezegen daha barışçıl olabilir” (s. 152).

Saramago'nun yarım yılını kapsayan bu blog ve oradaki yazıların içeriği çok çeşitli. Bir başka deyişle, Not Defterimden başlığıyla yayımlanan kitap tematik bir özellik taşımıyor. Daha çok konudan konuya geçen yazılar toplamı.

Ama kişisel görüşlerinin yanı sıra Saramago, güncelliği de atlamıyor. Ne de olsa bir günlük bu. İnternet günlüğü olması onu, istenilen anda değiştirilen ve çabucak yeni görüşler eklenebilen bir hale sokuyor.

Kitabın özgün yanı, metinlerin hemen herkesin istediği anda ulaşabileceği bir yerden (blog'dan) sayfalara dökülmüş olması. Saramago, zihninden blog'una oradan da kitap sayfalarına işlediği, zaman zaman kendisiyle ilgili, çoğunlukla da güncel soru ve sorunlara ilişkin görüşleriyle buluşuyor okurla. Not Defterimden, hayatta olup biten ne varsa ona dair sade fikirleri yansıtıyor en yalın anlatımla.

Not Defterimden/ José Saramago/ Çeviren: Nesrin Akyüz/ Turkuvaz Kitap/ 176 s.

(*) Cumhuriyet Kitap, 26.11.2009

Hiç yorum yok: