13 Kasım 2009 Cuma

İŞGALLERE KARŞI HAKLI BİR TAVIR (*)
ALİ BULUNMAZ

İnsanın iktidara karşı mücadelesi, hafızanın unutmaya karşı mücadelesidir.”
Milan Kundera


Yirminci yüzyılın ikinci yarısından bu yana, Ortadoğu'dan başlayıp tüm dünyayı etkileyen bir sorun var: Filistin-İsrail çatışması. İsrail, kendine “vaadedilmiş topraklarda” hayat sürme iddiasında. Filistin'in buna karşı geliştirdiği bir direniş var.

İsrail, haklı olduğunu savunuyor, direnişe “terör” adını veriyor. Filistin ve duyarlı her insan İsrail'in eylemlerinin yayılmacı bir politikaya denk düştüğünün farkında. Ortada tam bir kısırdöngü var. Merkezde ise Edward Said'e göre ABD. Said hemen her seferinde şunu demişti: “Kadim Filistin’ davası kaybedilmiştir artık, fakat tam da aynı sebeplerle, ‘kadim İsrail’ davası da kaybedilmiştir. Üstelik bugün, Ortadoğu’da kalıcı bir çözüm bulunmasının önündeki engel, ne Arafat gibi beceriksiz Arap liderleri ne Şaron gibi zalim İsrail yöneticileri ne de sayıları her gün artan yerleşimlerdir. Asıl engel, ABD'nin ta kendisidir. Benim öngörebildiğim çözüm, güçlü tarafın, yani İsraillilerin cömertliğine bağlı olarak, gizli müzakerelerle ve kapalı kapılar arkasında yapılan pazarlıkları kovalamak değil, iki halkın tek bir devlet çatısı altında barış içinde ve birbirlerinin haklarını tanıyarak bir arada yaşayabilmesinin koşullarını yaratmaktır.”

1967 Arap-İsrail savaşıyla eylemciliğini öne çıkaran Said, ölümüne değin Filistin-İsrail çatışmasına ilişkin görüş bildirmekten kaçınanların sesini yükseltmesi adına çabaladı. David Barsamian'la konuşmalarının toplamından oluşan Kültür ve Direniş'te de yine gür bir sesle dünyaya çağrıda bulunuyor Said.

DİRENİŞ VE “SAVUNMA” (!)
Barsamian-Said konuşmasının başlangıcı, Said'in kitaplarının örtük sansürüne ilişkin tartışmayla başlıyor; kendisinin ABD'de istenmeyen adam ilan edildiğini ve bunun sonrasında gelişen sansür hareketiyle, daha da tanınır hale geldiğini söylüyor. Tıpkı çoğu zaman gerçeklerin görülmek istenmediği Filistin-İsrail sorununda olduğu gibi.

İsrail'in koyulduğu ve Filistinlileri azınlık haline getiren işgal, iki ulusun bir arada yaşamasını engellemediğini ancak gerilimin arttığını ifade eden Said'in soruna dair çözüm önerisi son derece yalın: İki uluslu devlet. Bunun, şimdiki (konuşmaların yapıldığı 2003'teki) koşullar devam ettiği sürece bir ütopya olduğunu belirten Said, İsrail'in tarihsel anlatısının güçlülüğüne değiniyor. Filistinlileri görünmez kılan ve “göçebe” gibi gösteren anlatı, çözümün önündeki en büyük engellerden olan Siyonizmin de başat ilkesi durumunda.

Böylece dönüp dolaşıp 1948'e geliriz ki, Said'e göre 1948'de olanları çözümlemeden bugün yaşananları anlamlandırmak mümkün değil. O yıl, yurtlarında yabancı ve azınlığa dönüştürülen Filistinlilerin toprak sahibi olması da 1967'ye kadar sistematik biçimde engellenir. 1967, İsrail'in fethini tamamladığı yıldır aynı zamanda ve sorunun çetrefilleştiği tarihtir. 1948, Said'e göre, askeri güçle ele geçirdiği topraklar, İsrail'in kanla yazdığı ve terörle beslediği olaylar zincirinin başlangıcıdır.

İsrail, bu tarihten sonra, işgal ettiği ve kendisine büyük çoğunlukla taş atanlardan oluşan Filistinlilere karşı “savunmaya” geçer, ordusuna “İsrail Savunma Güçleri” adını verir. “Savunma”nın geçtiği topraklar da yine Filistin sınırları içinde kalır. Said, durumu şöyle formüle eder: “İsrailliler ezen; İsrailliler, Filistinlilere karşı aralıksız saldırı düzenleyen taraf” (s. 41).

TERORİZME YÖNELİK GERÇEK ELEŞTİRİ ZORUNLULUĞU
Said, İsraillilerin politikasını açığa vurur ve onun “geleceği gören, demokratik, cömert ve şefkatli taraf olarak” sunulmasını eleştirirken, bunun Batı'nın “liberal” vicdanına dönük bir hareket olduğunu da vurgular. “Barış” süreçlerinde de hep bu yönlerle gözler boyanır. Ama gerçek barışın koşulları ve o noktada gözden kaçırılmaması gerek şeyler Said'e göre farklı: “İsrail'in siyasal bakımdan kendi kaderini tayin etme hakkına sahip olması gerektiği kesinlikle tartışılmaz bir durumdur. Fakat bu hak, askeri yollarla güvence altına alınamaz. Bu, uzun vadeli bir politika olamaz. Tek seçenek barıştır ve bu, güçlü güçlü tarafın zayıf tarafa dayattığı bir barış olmaktan ziyade, eşitler arasında sağlanmış gerçek bir barış olmalıdır” (s. 58).

Eşitliğin sağlanabilmesinin koşulu, buna zihinleri hazırlamaktan geçiyor. Ancak Siyonizm burada büyük bir engel. Said, İsrail'den öte Amerikan Siyonizminin tehlikeli tutumunu gün ışığına çıkarırken, Filstinlilere bakışı ve barışa köstek olan tutumu da çözümlüyor: “Filitinlileri kendi tarihlerinden ayrı bir yere oturtan, 1948'de Filistin toplumunun yok edildiğini ve 1967'den beri askeri işgal altında tutulduğunu bilmezlikten gelen Amerikan Siyonistinin aklı, İsrail'deki Siyonizmden çok daha tehlikeli işler. Çünkü Filistinlilerin gerçekte hiç olmadıkları, dolayısıyla kendilerine mikrop muamelesi yapılabileceği, en iyi ihtimalle bir ideolojik kurgu olarak görülebilecekleri gibi bir fanteziye dayalı bir akıldır onlarınki” (s. 68).

ABD'deki pek çok gazete ve dergide İsrail'in yaşadığı “acıklı tarihe” gönderme yapılırken, İsrail'in gerçekleştirdiği terör eylemlerine ve meşru saydığı işkencelere değinenlerin azlığı dikkat çekiyor. Said bu gözü pek ve sayısı az kişileri övmeden edemiyor, çünkü riskli bir mücadeleye giriştiklerini düşünüyor.

Aynı şekilde ABD terorizmini gerçek anlamda eleştirenler de bir elin parmağını geçmiyor. Terorizm, özellikle de uğradığı ya da zarar gördüğü terorizm, ABD için bir paravan Said'e göre. Aklına eseni yapabilmesi ve mazeret üretebilmesi için vazgeçilmez bir malzeme. ABD, terorizmle “küresel çaptaki isteklerini meşru göstermeye çalışıyor; halkına kalıcı korku salarak, onun kendisini güvensiz hissetmesini sağlayıp insanları ağa düşürüyor” (s. 102). Küresel hesaplar da böylelikle bir bir hayata geçiriliyor. ABD'nin kendi çıkarlarına karşı hareket edenleri yola getirmek adına herkesi aynı hizaya sokmak için seferber olduğu bilinen bir gerçek. Bunun doğal sonucu da ABD'ye yönelen nefret. Özellikle Ortadoğu'da ve İslam dünyasında içten içe büyüyen bir kin ve öç alma isteği var.

Gerek ABD'nin teröre karşı yarattığı karşı-terör gerekse emperyalist politikalar ve küreselleşmenin yaydığı amblajlama “kültürü” karşısında Said, entelektüellerin muhalif tavır takınması gerektiğini belirtiyor. Ona göre muhaliflik “seçim yapan ve bir özne olarak eyleyen bir işlevin tekrar bireye atfedilebileceği şekilde yargıda bulunma, eleştirme ve tercih yapma kapasitesi” yaratma demek (s. 114). Said, bunları zor ama başarılması imkânsız olmayan hedefler şeklinde değerlendirilmesini istiyor.

ÇÖZÜMÜ İSTEMEK
Said, terorizmin kökenlerine dair görüşlerini açıklarken bir zamanlar “Allahsız komünistlere” karşı beslenen yeşil kuşağın, işlevsiz kalıp da bir köşeye atılınca düşman kesilişinden söz ediyor. Bir başka anlatımla ABD'nin beslediği terör, daha sonra kendisine dönen ve emperyalist politikalarını gerçekleştirmenin bahanesi haline gelen bir bumeranga evriliyor.

Said'e göre terorizmi Usame bin Ladin'le sınırlamak anlamsız. ABD'nin destek verdiği İsrail'in eylemleri de pekâlâ terör kapsamına girer nitelikte. Said aynı şekilde İsrail'in işgali, abluka ve uyguladığı ambargoyu da terör olarak değerlendirir. İsrail'in Filistinlilerin direnişini ısrarla “terör” biçiminde etiketlemesi ve bunu gerekçe gösterip her türlü barış girişimini çoğunlukla ve bir şekilde yokuşa sürmesi, kendi terör eylemlerini meşru kılma çabasının açıklaması gibi. Bir anlamda duvar örmek demek bu: Barışa, iki uluslu devlete ve tüm anlaşma girişimlerine...

Bu öyle bir duvar ki, Filistinlilerin insanca yaşama koşullarını elinden almakla kalmıyor aynı zamanda bölgedeki gerginliği en üst seviyeye çıkarıyor. İsrail'in “savunma” anlayışını safsata ve zırvalık olarak değerlendiren Said'e göre bu politika “ABD'nin İsrail'in arkasında durmaması halinde hemen çökecek” (s. 156).

ABD, Ortadoğu'da temelde iki çıkar peşinde: İsrail'in güvenliğini sağlamak ve Suudi petrolünün akışının kesilmesini engellemek. Bu doğrultuda İsrail terörüne ve Suudi rejimine göz yumuluyor. İsrail de elindeki güçlü kartlarla hedeflediği Ortadoğu haritasını çizmeye yöneliyor. Kendini her şeyin üstünde ve istisnai konumlandıran iki ülke, İsrail ve ABD, Ortadoğu'da kartları kendisi karıyor, oyunun kurallarını kendi çıkarlarına göre her an değiştiriyor dolayısıyla.

İsrail'in hem bir güvenlik-polis devleti olarak kurulması hem de İkinci Dünya Savaşı'nda Yahudilerin başına gelenlerden sonra ona sınırsız kredi açılması, Filistinlilerin çektiği acıların kaynağını oluşturuyor. Çünkü İsrail, “vaadedilmiş topraklarda” kendisini yaşatmak için “her şey yapılabilir” ilkesine göre hareket ediyor.

Said'in Filistin direnişinin kilit noktalarından biri olarak gösterdiği şey kültür ve o, tüm kültür ürünleriyle baskı ve terörün tehdit edilebileceğini söylüyor. ABD'nin Irak işgalini izleyen günler ve yıllarda, ABD'deki şairlerin çoğu bu yıkımın karşısında durur. ABD, karşı politika üretiminde “kültürü” kullanır. İşgale karşı direnenlerin önemli bir tutamağı da kültür. Kısacası kültür ve ürünleri, yaratıcılarıyla direnişi besler ve büyütür. İşte Filistinlilerin direnişinin şiire, edebiyat ve müzik ile diğer sanat ürünlerine yansımasının altında bu yatar.

Said, unutmanın bireysel olabileceğini ama bunun halklara söylenemeyeceğini düşünür. Birisi çıkıp Filistinlilere “çektiğiniz acıları geride bırakın” derse, bunun ne kadar anlamsız ve yersiz olacağı açıktır. Böyle bir durumda resmi anlatılarla kitapların yanı sıra gayrı resmi hatıralar da aktarılarak belleğin diri tutulmasını sağlayabilir.

Bugün Filistin'de ve Irak'ta bir direniş var. ABD'ye, İsrail'e bir karşı koyuş bu. Buna rağmen hâlâ işgallerin dehşeti ve hasarlarını yok sayma anlayışı da pompalanıyor. Her şey unutturulmaya çalışılıyor. Said'e göre her şey “sterilize edilip, dehşeti çağrıştıran ne varsa ortadan kaldırılarak CNN tarzı bir aktarım yaratılıyor” (s. 209). Diğer bir ifadeyle işgal ve baskı “çok uzaklarda” gösteriliyor, üstelik gerçekler çarpıtılıyor ve tüm bunlar “haklı” bir savaşmış gibi yansıtılıyor. Bu, hem Filistin hem de Irak işgali için geçerli.

Hemen herkes Filistin-İsrail gerilimi ve çatışmasını merak ve heyecanla izliyor. Hatta kışkırtıcıların sayısı da hayli fazla. Ama sorunun çözümüne dair somut şeyler ortaya koyan da bir o kadar az. Edward Said çözümden yana zar atan bir aydındı. Bunu eylemleri ve diğer kitaplarının yanında Kültür ve Direniş'te de görmek mümkün.

Kültür ve Direniş/ Edward Said/ Çeviren: Osman Akınhay/ Agora Kitaplığı/ 235 s.

(*) Cumhuriyet Kitap, 12.11.2009

Hiç yorum yok: