29 Mayıs 2009 Cuma

YURTSEVER BİR AYDININ KALEMİNDEN ATATÜRKÇÜLÜK (*)
Ali BULUNMAZ

Bir insan onu tanıyan son insan öldüğünde ölür.”
(Sartre)

Bugün Türkiye'de yurtseverliğin ve Atatürkçülüğün, terör ve kör milliyetçilikle eşitlenmek istendiği düşünülürse, rafine yurtsever ile aydınların değerini anlamak; onların yaptığı ve yapmaya çalıştıklarını öğrenmenin önemi çok daha belirgin biçimde ortaya çıkıyor. Onlardan biri de Cavit Orhan Tütengil.

TAM BAĞIMSIZLIK DÜŞÜNCESİ
Bir yurtsever ve aydın olan Cavit Orhan Tütengil'in Atatürk'ü Anlamak ve Tamamlamak adlı kitabı, 1953'ten öldürülüşüne dek Atatürk ve cumhuriyet üzerine kaleme aldığı makalelerden ve bunlara eklenen söyleşi ile belgelerden oluşuyor.

Tütengil, sunuş yazısında “Atatürk'ü anlamak, Atatürkçü düşünceyi canlı tutmanın ilk basamağı, tamamlamak ise Atatürkçü eylemi gerçekleştirmenin ilk koşuludur” diyor. Dolayısıyla Tütengil'in düşünce ve yazıları, bugün iyiden iyiye sarsılmaya; hatta karalanmaya çalışılan Atatürkçülüğü anlamak adına bir yol açıyor.

Tütengil'in Atatürk ile ilgili olarak ilk vurgusu onun kurtarıcı kimliği üzerine. Bir başka deyişle Mustafa Kemal'in mağdur milletlerin örnek aldığı bir lider biçiminde görülmesiyle ilintili. Hemen sonrasında ise kültür adamı oluşunu gündeme getiriyor.

Tütengil, kültür çalışmalarından, cumhuriyetin ilk yıllarındaki üniversite kurma çabalarından söz açıyor. Üstelik ülkenin yalnızca batısında değil, o günkü şartların elverdiği ölçüde hemen her yerinde kurmaya çabaladığı üniversitelerden bahsediyor.

Buradan bakıldığında Atatürk'ü anlamanın ilk adımı, yani “Atatürkçülüğün temeline inme” gereği ortaya çıkıyor. Tütengil, Mustafa Kemal'in her eyleminin özünde yer alan “tam bağımsızlık” ilkesinin temeli olduğunu vurguluyor.

Tütengil'e göre tam bağımsızlık tek boyutlu değil: “Mustafa Kemal yalnızca siyasi, ekonomik, askeri bağımsızlıktan söz etmez; düşüncenin bağımsızlığını da şart koşar. Aklın üzerinde sulta kuran hurafe, inanış ve kurumlara karşı oluşu da sebepsiz değildir” (s. 10).

Eğitim, kültür, ekonomi ve askeri alanda kazanılan başarılar; bunların tam bağımsızlık ilkesi ile bütünlenmesini sağlayan da devrimlerdir. Devrimler Atatürk'ü tamamlama boyutunu da gündeme getiren başarıdır.

Kısaca söylemek gerekirse Atatürk'ü tamamlamanın yolu “tam bağımsızlığı” ve “devrimlerin bütünlüğünü” anlamak ve benimsemekten geçer. Buradaki tamamlama, Tütengil'in deyişiyle “Türk devrimlerine yeni katkılarda bulunmaktır” (s. 11). İşte adı geçen devrim ve tam bağımsızlık düşüncesi, bugünün moda deyişi haline gelen ama esas olarak içi o zamanlarda doldurulan “mazlum milletlere” örnek olmuştur. Burada çarpıcı bir hatırlatma yapıyor Tütengil: “Yapılan karşılaştırmaların doğru yanlarının yanı sıra yakıştırma yanları da bulunabilir. Fakat bütün benzetme ve etkilenmelerde ulusal bağımmsızlık, onur içinde yaşama ve bir toplumun alınyazısını değiştirme iradesi gibi ortaklaşa yanlar vardır. Cezayir'in özgürlüğü için savaşanların ceplerinde 'Kurtuluş Savaşı Mustafa Kemali'nin resimlerine rastlandığını herkes bilir.' Daha dünkü Pakistan-Hindistan çatışmasında adı geçen 'Kemal Atatürk Taburu', benzeri olayların en yenisidir, ama sanırım sonuncusu değildir” (s. 15).

Bununla birlikte, Mustafa Kemal öncülüğünde gerçekleşen Türk Devrim'i, Müslüman ülkeler başta olmak üzere, Asya ve Afrika uluslarının siyasal bağımsızlık mücadelesinde ağırlıklı rol oynamıştır. ancak ekonomik bağımsızlığın sağlanamaması, bu devletleri yarı sömürge ve sömürge durumuna getirmiş, siyasal bağımsızlığın havada kalmasına neden olmuştur.

BİÇİMSEL “ATATÜRKÇÜLÜK”
Atatürkçülüğün tam bağımsızlık ve devrimcilik zeminini kavrayamamanın bir göstergesi de Tütengil'e göre “biçimsel Atatürkçülük”tür. Bu, “Mustafa Kemal'i evliya haline getirmektir” aynı zamanda (s. 19).

Tütengil burada bir nitelemede daha bulunuyor ve “On Kasım Atatürkçülüğü” dediği biçimselliği eleştiriyor. Yılın tamamında ne düşündüğü belli olanların, 10 Kasım'larda başka bir yüzle insanların çıkışından dert yanıyor. Kısacası biçimselliğin yüzeyselliğini ve iticiliğini vurguluyor.

Dolayısıyla biçimsel Atatürkçülük, bir amaca ulaşmak adına araç olarak kullanılmıştır, günümüzde de kullanılmaktadır. Söz konusu kullanım, Atatürk'ü anlamayı engelleyen en önemli durumlardan biridir. Bu bağlamda biçimsel Atatürkçülüğün düştüğü yanlışların başta geleni de milliyetçilik ile ilgildir. Tütengil, Atatürk'ün milliyetçilik anlayışını “kültür milliyetçiliği” olarak tanımlar: “Mistik değil realist (gerçekçi), dogmatik değil rasyonalist (akılcı) bir milliyetçilik”tir (s. 34).

Biçimsel Atatürkçülük, Mustafa Kemal'i yaşatmanın değil gerçekten öldürmenin kapısını aralayan bir girişim. Tütengil'e göre bunu engellemenin ve Mustafa Kemal'i yaşatmanın koşulu “eserlerine sahip çıkmak ve onu geliştirmektir” (s. 39).

Bu çaba, “ikinci Atatürk” özleminin ya da Mustafa Kemal'e “diktatör” yaftasının yapıştırılmasının da önüne geçecek bir edimdir. Daha başka söylenecek olursa, Mustafa Kemal'in tarihi kişiliğini anlamak ve onun yaptıklarına katkıda bulunup ileriye taşımak, Atatürkçülüğü geleceğe aktaracaktır.

ZAFER VE KAZANIMLAR
Tütengil, Mustafa Kemal ve arkadaşları tarafından kurulan devletin bir onur savaşına dayandığını belirtiyor: Kurtuluş Savaşı'nın istilacılara karşı yürütülen bir savaş; bir “barış savaşı” olduğunu vurguluyor. Devrimlerin, kültür ve eğitim alanındaki atılımların, bu barış savaşının kazanımları olduğuna değiniyor. Tütengil'e göre bir “aşama” olan devrimlerin özgünlüğü, Türk aydınlanmasının başlangıcını yansıtmasında aranmalıdır.

Kurtuluş Savaşı bir zaferdir. Ama öylesine veya fetih amaçlı değil, kuruluş amaçlı bir zaferdir. Tütengil, bunu şöyle açıklıyor: “Kılıca dayanan zafer bir fetih aracıdır; yeni bir devletin kuruluşuna da temel olabilir. Ne var ki önemli olan zaferi kazanmak değil, sürdürmektir. Bunun aracı ise, gerçek zaferin simgesi olan tarımdır, üretimdir, ekonomik alandaki başarılardır” (s. 77).

Bugünün ekonomik “başarılarının”, Kurtuluş Savaşı zaferini ne kadar “tamamladığı” da ayrı bir soru olarak bir köşede duruyor. Kazanımların elden çıkarılmasına yönelik “atılım” ve “başarıların” Tütengil'in belirlemeleri ile ne derece örtüştüğü de yine tartışma konusu.

Eğitim ve eğitim reformu da, Kurtuluş Savaşı sonrası devrimlerle elde edilen kazanımlardandır. İlk ve orta öğretimdeki yenilik hareketinin yanında, 1933 yılındaki Üniversite Reformu, modern üniversitenin temelini atmıştır.

Bununla beraber, 1950'lerde kapısına kilit vurulan Köy Enstitüleri de eğitim reformunun temellerindendir. 17 Nisan 1940'ta resmi olarak kurulan bu enstitülerde, fikir ve sanat alanında önemli eserler konmuştur.

Pek çok kişinin tartışmasız kabul ettiği gibi milli eğitimin Altın Çağ'ı Hasan Âli Yücel dönemidir. Yücel'in bakanlık yaptığı zaman dilimi (1938-1946), 1923 Aydınlanması'nın eğitime yansıdığı yıllardır.

Bu yıllar, eğitimin, devrimlerin sağlıklı şekilde benimsenmesi ve geliştirilmesi için ne denli yaşamsal olduğunun anlaşıldığı yıllardır aynı zamanda. Tütengil, Yücel'den sonra milli eğitimin tam bir yaz boz tahtasına döndüğünü, plansızlık ve özensizliğin devrimlerin yaşatıcısı konumundaki eğitime zarar verdiğini belirtir.

MODERN TOPLUMA GEÇİŞ
Cumhuriyet'in 50. yılı nedeniyle görüşlerini dile getiren Tütengil'in, dönemindeki Türkiye'yi “geçiş toplumu” olarak değerlendirmesi önemlidir. Tütengil'e göre 1970'lerde “tarım kesimine dayanan toplumun yerini sanayi, ulaştırma, ticaret ve hizmet kesimi almaktadır” (s. 96). Bu, aynı zamanda geçiş döneminin asıl özelliğidir. Tüm bunlar da bir bakıma, geleneksel toplumdan modern topluma geçiş aşaması demektir.

O dönem, bu geçişi sağlayan itici güç ise Mustafa Kemal çizgisidir. Tütengil'e göre Mustafa Kemal çizgisinin çıkış noktası “koşullar ne derece ağır olursa olsun, en büyük güçlerin ve yengilerin temsilcisi düşmana, onun işbirlikçilerine karşı bağımsızlığı elde etmek için başkaldırmadır; bu başkaldırının amacı da tam bağımsızlık”tır (s. 100).

Mustafa Kemal çizgisinin en önemli özelliği ulusaldan evrensele doğru uzanışıdır. Tütengil'e göre bu, Üçüncü Dünya ülkelerine öncülük etmeyi sağlayacak bir özelliktir. Ancak Tütengil, ulusaldan evrensele uzanan Mustafa Kemal çizgisinin dünya ölçeğinde bir sisteme dönüşememesi yüzünden, Üçüncü Dünya ülkeleri üzerinde kurulabilecek etkinliğin sağlanamadığını ifade eder.

Tütengil'e göre bir ülkeyi yarı sömürge olma durumundan kurtaran Mustafa Kemal çizgisinin, “düşünürünü yeni kuşaklardan araması, belki de onun hem talihi hem de talihsizliğidir” (s. 103).
Tütengil, Atatürk'ü tamamlama konusunda farklı yaklaşımlar bulunduğunu belirtir: “Tamamlanmasını ikinci bir Atatürk'ten bekleyenler ile ondan yola çıkarak ve onu anlayarak Atatürk'ü tamamlamayı düşünenler” (s. 105).

İlk seçenek sahte kahramanlar yaratmaya dönükken ikincisi, Mustafa Kemal'i eylem ve düşünceleriyle yakından tanımayı ve devrimlerin tarih sahnesine çıkış yolunu enikonu öğrenmeyi gerektirir. Bu anlamda Kemalist öğretinin her boyutuyla ortaya konması; öğrenilip geleceğe aktarılması zorunludur.

Burada Tütengil yapılması gerekeni kısaca şöyle özetliyor: “Kemalizm'in dizgeleştirilmesi Mustafa Kemal'den beklenemez (...) Cumhuriyet'in 15. yıldönümüne kadar kendi sağlığında, 1938'den bu yana da Atatürk'süz Türkiye Cumhuriyet'nin karşılaştığı her güçlük ve atlattığı her badire, esasında Kemalist öğretinin geçirdiği bir sınama, verdiği bir sınavdır. Atatürkçü kuşakları bekleyen görev, düşünce ve gelişmeyi boğan kalıplarda sıkboğaz etmeden, Atatürkçü anlayış doğrultusunda ve yeni gereksinmelere yatkın bir düzenlemenin gerçekleştirilmesidir” (s. 108).

ÖZ MÜ BİÇİM Mİ?
Kurtuluş Savaşı sonrası kurulan Türkiye, çağdaş bir toplum olabilme yolundaki ilk adımları devrimler ile atmıştır. Ancak her yenilik ya da ilerleme hareketinin başına gelen şey, bir başka deyişle saldırı, devrimlerin de karşılaştığı en büyük güçlüklerden biridir. Tütengil, “devrimleri bölüp parçalama veya onları ortadan kaldırma girişimlerinin hep 'aydın' bir azınlık tarafından kışkırtıldığını” belirtir (s. 112).

Tütengil, devrimlere yönelen saldırılara şaşırmadığını, ama bunun ötesinde ve bundan farklı olarak eleştirinin devrimleri canlı tutacağını söyler. Şunu da ekliyor Tütengil: “Türk Devrimi'nin getirdiği 'değerler düzeni' ve 'dünya görüşü' yerine bunlarla bağdaşmayan görüşleri koyarak yeni bir 'devrim' yapmayı amaçlayan 'aşırıların' tutumu da şaşırtıcı değildir” (s. 113). Tütengil bir bakıma, eleştiri ile saldırının sınırlarını çizer.

Tütengil, herkesin “Atatürkçü olduğu”, türlü Atatürkçülüklerin kol gezdiği ve bugün daha da belirgin biçimde görülen ortama dikkat çeker: “Öz yitirilince ortada 'biçim' kalıyor; daha doğrusu 'biçim' öne geçerek 'özü' arka plana itiyor. Bundan da kocaman bir biçimsellik doğuyor” (s. 117).

Aslında bugünün de temel sorunlarından olan öz-biçim tartışmasını o günlerde açan Tütengil, bir bakıma öngörüsünü konuşturmuş ve 2000'li yıllardaki Türkiye'nin portresini yakın geçmişte çizmiştir.

Biçim-öz tartışmasını gündeme getirerek, aslında Atatürkçülüğün neliğini belirlemek amacıyla bir adım atıyor Tütengil. Mustafa Kemal ve arkadaşlarının gerçekleştirdiği Kurtuluş Savaşı ve onu izleyen devrimler, Türkiye Cumhuriyeti'nin kuruluş ilkelerine de işaret ediyor.

Atatürk'ü tanımak bu noktada yeterli değil. Tütengil'e göre devrimleri yaşatıp ilerletmek; Atatürk'ü tamamlamak da gerek. Çünkü 1923 Aydınlanması'nın hayatta kalması hatta kendini yarınlara taşıması, bu tamamlama koşuluna bağlı.

Bugün Atatürkçülüğe ve Mustafa Kemal öncülüğünde gerçekleştirilen devrimlere karşı saldırılar artarak sürüyor. Tütengil'in kitapta yer alan makaleleri kaleme aldığı zamandan bu yana, Atatürkçü düşüncenin izinden giden pek çok aydın, yurtsever ve bilim insanı öldürüldü.

Üzerinde dikkatle durulması gereken soru şu: Bu öldürümler, kayıplar ve saldırılar karşısında Atatürkçü düşünceyi benimsemiş ve Mustafa Kemal çizgisinde yol alanlar ne yapıyor? Mustafa Kemal'in, devrimlerini güvenle emanet ettiği gençler sorumluluklarının farkında mı? Tütengil'in eseri biraz da bu bakımdan önem taşıyor ve biçimden çok öze yoğunlaşmanın zorunluluğu üzerinde duruyor.

Kendisi de Atatürkçülük gibi saldırıya uğramış ve devrim şehitleri arasında yerini almış Tütengil, yurtsever bir aydın olarak, Atatürk'ü Anlamak ve Tamamlamak isimli eseriyle bu çabaya; biçim yerine, Atatürkçülüğün ve devrimlerin özünü kavramaya dönük gayrete çok büyük bir katkı sunuyor.

Atatürk'ü Anlamak ve Tamamlamak/ Cavit Orhan Tütengil/ Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları/ 156 s.

(*) Cumhuriyet Kitap, 28.05.2009

Hiç yorum yok: