13 Mayıs 2009 Çarşamba

HAYATI ANLMLANDIRMAK İÇİN (*)
Ali BULUNMAZ

“İnsan olmak özellikle sorumlu olmak demek. Bir taş koyarken bile, yeryüzünün kuruluşuna katkıda bulunduğunu o insanın duyumsaması demek.”

(Antoiene de Saint Exupéry)

UMUTLA UMUTSUZLUK ARASINDA
Bugün pek çok insan, pek çok şeye karşı çıkmaya çalışıyor. Başkaldırmaya, eleştirmeye ve bir şeyleri kendince değiştirmeye çabalıyor. Karşı çıkılan, kimi zaman baskı kimi zaman da duyarsızlık oluyor. Bazen de küreselleşme ve iktisadi “düzen.” Berger'a göre karşı çıkan ve eyleme geçen bu kesim artık “itaatkâr değil, başına buyruk” (s. 15).

Eylemler, daha çok özgürlük ve daha geniş hareket alanı adına şekilleniyor. Dünyanın “süper gücü”, yönlendiricileri ve koşullayıcıları, bazen kaygıyla bazen de alaycı bir ifadeyle izliyor yaşananları. Umudun buralarda filizlendiği de açık.

Ama Berger, umutsuzluğa da değiniyor. Terorizm, umutsuzluk bağlamındaki önemli örneklerden biri: “Teröristin mayasında her şeyden önce bir umutsuzluk vardır ya da daha keskin ifade edecek olursak bir aşkınlık, kendi hayatını sunarak umutsuzluğa anlam kazandırma derdi” (s. 17).

Berger, intihar eylemcilerinden yola çıkarak, genel anlamda teröristlerin eylemine yön veren umutsuzluğun kaynağını sorgulamaya giriştiğinde şu sonuca ulaşır: “[Bu umutsuzluk] kendi hayatınızın ve yakınlarınızın hayatının hiçe sayıldığı duygusunu içerir” (s. 18). O halde hassas soru şudur: Bahsedilen umutsuzluk, yaşamın önüne duvar örmek değil midir? Korkudan ya da çaresizlik duygusundan başka bir anlamı var mıdır bu mutsuzluğun?

Her türlü umut yitimini kıracak olan dürtü Berger'a göre “inadına yaşamak”tır. İnadına yaşamak, özel bir nitelik taşır ve bu da paylaşımdır. Berger, insanın böyle bir hayata “anlar arasında tekrar tekrar var olan zamanı paylaşmak için doğduğunu” söyler (s. 30).

NEREDEYİZ?
Berger, kitabında bugünün düşünme evrenine de değinirken bu, en belirgin biçimde Nâzım Hikmet'e ithafen kaleme aldığı “Söylesem Sevdamı Yumuşacık” adlı yazıda görülüyor: “Çoğu zaman insanın kafa şeklinin, içindeki düşünme tarzının ipuçlarını verdiğini fark ettin mi? Kimi kafalar kendi çıkarlarından başka bir şey düşünmez. Kimileriyse köhne düşünceleri sahiplenmekten vazgeçemez asla” (s. 40).

Berger Nâzım'a seslenmeye devam ediyor yine: “Tarihte gerçekleşmekte olduğuna ya da gerçekleşeceğine inandığın şeylerin çoğu hayal oldu. Senin düşlediğin sosyalizmin hiçbir yerde kurulduğu yok. Şirket kapitalizmi, yükselen muhalefete rağmen, engel tanımadan ilerliyor ve Dünya Ticaret Merkezi'nin ikiz kuleleri yıkıldı. Aşırı kalabalıklaşan dünyamız her geçen yıl daha da yoksullaşıyor. Dino'yla birlikte gördüğünüz mavi gök nerede bugün?” Nâzım'a duyurmaya çabaladığı günün gerçeklerinin değiştirilebileceğine dair inancı şu cümleyle özetliyor ardından: “Gerçek hayatta ümit beslemeyenler, yalnızlığa mahkûmdur” (s. 41).

Peki, “umudunu” tüketim ideolojisine yükleyenler ne olacak? Bu insanların, “Neredeyiz?” veya “Nereye sürükleniyoruz?” gibi soruları kendisine sorması ne kadar mümkün? Küreselleşme, postmodernizm ve iletişim “devrimi” ile harmanlanmış zihinler, sorsa bile bu soruların içinden çıkabilecek gibi görünmüyor.

Bugün dünya üzerinde hâkimiyet kuran sistemin iktidarının, iki temel tehdide dayandığını da algılayamıyor bu dolgun kitle. Berger, bu iki tehdidi şöyle betimliyor: “Bunlardan ilki dünyanın en ağır silahlarıyla donatılmış devletinin havadan müdahalesidir. Buna B52 tehdidi denebilir. İkincisiyse insafsız borçlanma, iflas ve günümüz dünyasındaki üretim ilişkileri göz önüne alındığında, açlık. Buna da Yokluk Tehdidi denilebilir” (s. 45).

SAVAŞIN KORKUSU YA DA KORKUNUN SAVAŞI
Berger, 11 Eylül'de yaşananları ABD'nin Hiroşima'ya atom bombası atışına benzetirken, ikisinin de bir “uyarı” amacı taşıdığını ifade ediyor. Ama yıkımın ve yaşanan acının boyutunun ölçülemez olduğunu da kabulleniyor.

11 Eylül'ün hemen ardından başlatılan “özgürlük” ve “teröre karşı savaş”harekâtının yarattığı korku ortamına değiniyor Berger: “BM'ye meydan okunarak başlatılan savaşın başlıca amacı, ABD çıkarlarına boyun eğmeyip direnen herhangi bir liderin, ulusun, topluluğun ya da halkın başına neler gelebileceğini göstermekti” (s. 56). Bu, açıkça korku yaratmak ve korkuyu yöntem olarak kullanmak demekti. Irak'ta bir diktatörlük, bir başka diktatörlük tarafından yıkıldı; hem de bir ülkeyi “özgürleştirme” ve “demokratikleştirme” bahanesiyle!

Çok yakın geçmişte “teröre karşı” ya da “demokrasi” adına gerçekleştirilen şey bir savaş mıdır? Berger'ın, Pasolini'den yaptığı alıntıyla hatırlattığı gibi “savaşı sınıf mücadelesi açıklayabilir” pekâla. Ama günümüzün “savaşları”nın bununla ne kadar ilintili olduğu tartışmalıdır. Savaşı tetikleyen korku ile cesaretsizliği ve çıkar ilişkilerinin neliğini buradan yola çıkarak uzun uzun irdelemek ve tartışmak da mümkündür.

“DUVAR ÇAĞI”
Berger, Berlin Duvarı'nın yıkılışıyla her yerde duvarlar yükseltmek için hazırlanan planların sökün ettiğini söyler. Bu nedenle, yaşanan devir ona göre bir “duvar çağı”dır: “Betondan, bürokratik, ırkçı duvarlar, gözaltında tutma ve güvenlik duvarları. Duvarlar, her yerde umarsız yoksullarla her şeye rağmen nispeten zengin kalma umudunu yitirmeyenleri birbirinden ayırır” (s. 85).

Ama içimizdeki duvar, Berger için daha dikkate değerdir: “Şartlarımız ne olursa olsun, içimizden duvarın hangi yanına uygun düştüğümüzü seçebiliriz; bu, iyi ile kötü arasındaki bir duvar değildir (...) Seçim, insanın özsaygısıyla içindeki keşmekeş arasındadır” (s. 86).

Yoksulları toplu halde ele geçirmenin mümkün olmadığını söyleyen Berger, “yoksulların yeryüzünün her yerinde olduğunu” belirtir: “En küçük bir olayda bile onların adı geçer. Günümüzde zenginlerin başlıca faaliyetlerinin duvar inşa etmesi bu yüzdendir” (s. 88).

Duvar örme edimi, çağdaş anlamda nihilizmin açıklayıcısı olabilir belki. Bugünün nihilizminin kederle uzaktan yakından ilgisi yoktur, nihilizm şimdilerde kâr-zarar ilişkileriyle açıklanır hale gelmiştir: “Çağdaş anlamda nihilistlik, kâr peşinde koşmayı tüm toplumsal faaliyetlerin başlıca amacı olarak kabul ettiğinden, başka herhangi bir düzeyde üstünlüğe inanmayı reddeder; yani, her şeyin bir fiyatı vardır. Nihilistlik, fiyatın her şey demek olduğu savına boyun eğmektir. Korkaklığın en son tezahürüdür bu” (s. 89).

Zengin kalmayı isteyip, her şeye bir fiyat biçenlerin yükselttiği duvarların, neleri yok ettiğini görmek de zorunludur. Belki, ABD'de New Orleans'ı yerle bir eden Katrina kasırgası değil de, sözü geçen duvarın bir benzeriydi. Katrina, önüne geleni yıkıp geçerken eşitsizliği, yoksulluğu ve ikinci sınıf vatandaşın ne anlama geldiğini tüm çıplaklığıyla ortaya çıkardı. Berger, kendi hesabına, Katrina'nın yıkıcılığına eklemlenen beceriksizliğe tepki olarak, bugün de geçerliliğini koruyan şu iletiyi göndermişti Eylül 2005'teki yazısında: “Küresel iktidar bu kara cahillerin hissiz ellerinde daha ne kadar kalacak?” (s. 104).

DUVARIN DİBİ KAOS
“Duvar çağı”nı yaşayan dünyada, kaos da kaçınılmazdır. Berger, kaosun kendine has bir mantığı olduğunu savunur. Ancak kaos dilsizdir. “İnsanların düzenleme ve yerleştirme yeteneği”nden doğan dil ve iletişim sayesinde düzen sağlanmaya çalışılır.

Bu düzenleme yetisi ve isteğine rağmen Berger'a göre 21. yüzyıl, bir küresel kaos çağıdır ve bunun anahtar terimi “yer değiştirme veya yeni bir yer bellemedir.” Bu, iş bulmak amacıyla yer değiştirmek değildir sadece, “bugünün iktidarının sınır tanımayan çılgın halleri”dir: “Dünyayı piyasa haline getirmeye çabalayan küresel iktidar 'tüketmedikçe kendini boşlukta hisseden tüketiciler' yaratmaktadır” (s. 107). Bir başka deyişle “nihai kurtuluşun” tüketimde olduğunu savlar bu iktidar.

Berger neden anlattı bütün bunları? Herşeyin Kıymetini Bil ile varmak istediği nokta ne? Aslında burada başa dönüp çemberi tamamlamak gerek: Körler evreninde bakıp, baktığının ardını görebilen; duyarlı ve bilinçli bireylerle dayanışmaya ve onların sayısının arttırılabilmesi için adım atmaya hazır olanlara ulaşmaya çalışıyor. Bir bütün halinde yaşama olaylarına eğilmeye çabalarken, dünyayı algılamada gerçekçi ve adil olmaya çağırıyor insanları.

Kendinden, özniteliklerinden ve insanı insan yapan her türlü özellik ve değerden uzaklaşan ya da uzaklaşma eğiliminde olan bireyi, yeniden diriltmek adına bir taş koyuyor. Bu yüzden Filistin diyor, Lübnan diyor, sanat diyor; duvar ve korkulardan bahsediyor. Kısacası, insanın insanla ve kendisiyle yüzleşmesi için elinden ne geliyorsa yapmaya gayret ediyor.

Kıymetini Bil Herşeyin/ John Berger/ Çeviren: Beril Eyüboğlu/ Metis Yayınları/ 146 s.

(*) Cumhuriyet Kitap, 30.04.2009

Hiç yorum yok: