15 Mayıs 2009 Cuma

YIKIMIN ORTASINDA (*)
Ali BULUNMAZ

Yaşanan her ekonomik krizle beraber, bir şekilde 1929 Ekonomik Buhran'ı hatırlanır. Üstü örtük ya da açık biçimde o çöküşle karşılaştırmalar yapılır. Tıpkı bugünlerde olduğu gibi. Selwyn Parker'ın Büyük Çöküş isimli kitabı da 1929'u; o kara günleri anlatırken, okuyucuya yakın geçmişle bugün arasında bağlantı kurma olanağı veriyor.

“BIRAKINIZ YAPSINLAR!”
1929'u hazırlayan ekonomik tıkanıklığın hisse senedi patlamasıyla ilgili olduğu açık. Hükümetten bağımmsız iş yapan ve hisse senedi piyasasındaki üretimin insanların zenginliğinin artışı için olduğunu savunan borsa temsilcileri, üretim piyasasından da memnundu.

ABD'de devlet müdahalesi ve denetimin azlığı, üretim mekanizması ve kârın az sayıdaki şirketin elinde toplanmasını sağlamış ve bu nedenle tekelleşme de artmıştı. 1929'un hemen öncesinde “ticari monopollerin sayısı hızla çoğaldı ve Amerika'nın güçlü ekonomisi giderek daha az insanın yönetimine geçti. 1929'a gelindiğinde, ABD'deki şirketlerin yarısının servetini birkaç şirket kontrol ediyordu” (s. 6). Ama umutlu olanlar da vardı: İş dünyasındaki kâr, mutlaka halkın cebine akacaktı!

Aynı dönemde Amerikalılar daha fazla mülk alıyor, harcamalar doruğa ulaşıyor; bununla birlikte fabrikalar da fazla mesai yapıyordu. Tüm göstergeler ve tüketimdeki bu patlama, 1929'un “refah yılı” olacağına işaret ediyordu!

1920'lerde piyasaya girmeye çalışan “öngörülü” yatırımcılar da, inanılmaz boyutlara ulaşan borca batmış ve hisse senedi borsası tarafından aldatılmıştı. Hisse senedi piyasasına bakıp, büyük bir çöküşün yaklaştığını söyleyenler ise “partiyi bozdukları için neredeyse vatan haini olarak görülüyordu” (s. 20). Israrlarını sürdüren “vatan hainleri”, piyasaların çökebileceğine dair tahminlerini bildirmekten vazgeçmedi. Onlara göre çöküş “yalnızca spekülesyoncuları değil, ülke genelini peşinden sürükleyecekti” (s. 21).

1929 yılının başında New York Borsası'nın işlemdeki hisse senetlerinin değeri, üç yıl öncesine göre iki kat artmıştı ve 15 milyar dolar değerinde yeni hisse senedinin piyasaya sürülmesi tufanın başlangıcıydı. Fiziksel anlamda üretim yerine, yatırıma yatırımın artması da tufanı derinleştirmişti.

Büyük oranda el değiştiren hisse senetleri, patlama noktasına gelen borsalar ve her gün katlanarak değerlenen kağıtlar çöküşü hızlandırırken bazı yorumcular bunun gerekliliğine vurgu yapıyordu: “Ekim 1929 olayları sağlıklıydı. Kriz ve sonrasında yaşananlar, ABD'nin ekonomik yüzünü çirkinleştiren sivilceyi patlatmıştı ve zaman bu zehrin yavaşça yok olmasına yardım edecekti” (s. 46).

Krizi izleyen üç buçuk ayın sonunda hem piyasaların hem de halkın moralini düzeltmek için olumlu açıklamalar yapılmaya çalışılıyordu. ABD Başkanı, “din adamı ve bankacılardan oluşan endişeli bir grubu, yakında ekonominin sağlıklı bir duruma kavuşacağı konusunda bilgilendirecek kadar kendine güveniyordu” (s. 50).

Fırtına durulmuş gibi görünürken, Likidasyoncular (tasfiyeciler), “hükümetin, elini ekonomiden çekmesini ve çöküşün kendini tasfiye etmesi gerektiğini” savunuyordu. Bunun anlamı açıktı: “İş gücünü tasfiye et, çiftçileri ve emlak piyasasını tasfiye et” (s. 56).

KRİZİ FIRSATA ÇEVİRENLER
1929, dünya tarihinde ekonomik olduğu kadar siyasi açıdan da önemli gelişmeleri ortaya çıkardı. Özellikle Almanya'da Nasyonal Sosyalistler (Naziler), hem ekonomik liberalizm karşıtlığından hem de işsizlikten beslendi.

Parlamento Eylül 1930'da, başbakanın önerisini reddedince genel seçime gidildi ve Naziler yüzde 18 oranında oy aldı. Bu oran, iki yıl öncesine göre dokuz katlık bir artış demekti. 1931'de Almanya'daki işsiz sayısı 8.5 milyona ulaşmıştı. 1929'dan önce bu sayı 1.25 milyondu. Bu ortamdan yararlanan Naziler, binlerce Alman gencini üniformaları, toplu gösterileri ve bedava içkileriyle fethetti.

Faşizm, yalnızca Almanya'da değil, İtalya'da da yükselişteydi. Mussolini, hem ekonomiyi düzeltme hem de Bolşevikler'e karşı durma iddiasıyla iktidara gelmişti. Almanya gibi İtalya'da da üniforma giyme meraklıları faşizmin serpilmesine katkı sağlamıştı. Bu yükseliş insanlara şunu öğütlüyordu: “İnan, itaat et ve savaş” (s. 106). Verilen ya da uyulması istenen öğütler, krizi siyasi açıdan fırsata dönüştüren faşizmin 1945'e kadar sadakat duyulmasını şiddetle savunacağı politikaya dönüşecekti.

Kıta Avrupası'nda faşizm yükselişe geçerken, ABD ve İngiltere'de piyasa şokları ve toparlanma çalışmaları sürüyordu. Durumu düzeltmeye yönelik bütçe hazırlıkları hızlandırılmıştı. Vergiler, daralma ve tasarruf politikaları tavan yapıyordu. Tüm bunlar, 1929 öncesindeki satın alma gücünü açık şekilde azaltmıştı. Kısacası herkes kaybediyordu.

İşsizlik tazminatı almak için başvuranların sayısı günden güne artarken, sektörler kendilerini kollamak adına sistematik biçimde işçi çıkarmaktaydı. Bütün iş kolları çöküşle boğuşuyordu: İnşaat, gemicilik, sanayi, ticaret, borsa... Parker'ın buradaki belirlemesi önemli: “Ekonomi alanındaki cehaletten doğan vergi ablukası hem ABD'de hem de dünyanın diğer yerlerinde canavarlaşmıştı. Bu bunalımlı yılların belki de en aldatıcı yönü, neler olup bittiğini pek kimsenin bilmiyor olmasıydı” (s. 159).

Bir gerçek daha orta yerde duruyordu: Hindistan, İngiltere'ye akıttığı altınlarla rahat nefes alırken; Japonya da ekonomik bir güç merkezi haline geliyordu. Özellikle Japonya, yaptığı sanayi ve ticaret anlaşmalarının yanı sıra, mali disipliniyle Asya'da yükselişe geçen bir ülke konumundaydı.

Hindistan ve Japonya gibi yükselişe geçen bir başka ülke, para birimini altın yerine gümüşe endeksleyen Çin'di. Bu üç ülke, 1929'da yaşanan krizi ekonomik açıdan fırsata çeviren ülkelerin başını çekiyordu.

Almanya'da başta işsizliği kullanarak iktidara gelen Hitler, “istihdam yaratmak” amacıyla üretime dayalı tasarılar geliştiriyordu. Hitler, ekonomiyi emir-komuta zinciri içine sokarak, totalitarizmi bu alana da yaydı: “İşsizlik azalmıştı, çünkü neredeyse sağlığı yerinde olan herkes çalışmak zorundaydı” (s. 248).

Naziler, ekonomik çöküşün kendilerine sunduğu seçim fırsatlarını, Hitler'in deyişiyle, bir “hareket” olarak algılamıştı ve Von Papen hükümetinin çöküşüyle yönetimi ele geçirip kış aylarında donan ve açlıktan ölen halka “iş ve ekmek vaat ederek” yükselmişti (s. 252).

İngiltere'de ise Oswald Morsley, “faşizm iyi ücretler, daha kısa süreli mesailer, iyi evler, işçilerin kültürel gelişimi için fırsatlar anlamına geliyor” yorumunu yapmıştı (s. 258). Morsley'in içinde yer aldığı Faşist Birliği'nin en ateşli destekçisi ise Adolf Hitler'di.

Krizin çıkış noktası ABD'de ise hayat kalitesi günden güne kötüleşirken insanlar, “birbirinin arkasında durmayı öğreniyordu” (s. 270). Yolların iş arayanlarla dolu olduğunu söyleyen Parker, Amerikalılar'ın gönülden verilen yardımlarla hayatta kalabildiğinin de altını çizer.

Amerikalılar, 1929'un ardından bir “umut” beklemekteydi ve o umut, “Amerikan halkı için düzen” diyen Roosevelt'ti. Halk, Roosevelt'i, yaşam kalitesini yükseltecek ve pek çok kuruma karşı yitirilen güveni yerine koyacak bir kurtarıcı olarak görüyordu. Parker, bu dönemin ABD'sini şöyle tasvir eder: “Hayal kırıklığı içinde bir ülke, bankerler ve büyük şirketlerce sömürülen insanların girişimciler, slogancılar, bir günlük milyonerler, fırsatçılar ve her türlü maceracı için av olan insanlarla dolu topraklar” (s. 278).

TARİH TEKRAR MI EDECEK?
Piyasaların merkezinde gelişen ve dünyanın hemen her yerini etkileyen krizlerin ardından çoğu insanın zihninde şu soru uyanıyor: Acaba yine aynısı mı yaşanacak? Bugün süregelen krizi “İkinci Dünya Savaşı sonrasının en büyük durgunluğu” olarak tanımlayanlar da aynı soruyla boğuşuyor.

Büyük Bunalım en çok savunmasız çevreleri etkilemişti. Bugün onunla karşılaştırılan kriz de aynı kesimi dibe çekiyor. Parker, günümüzün krizi ile 1929'u karşılaştırırken şunun altını çiziyor: “1929'da krize yol açan vahşi aşırılığın tetiklediği çöküş sonrasında mali sektörlerde, sözde daha fazla düzenlemenin yapıldığı yetmiş beş yılın ardından kimse bunların tekrar yaşanacağı ihtimalini vermemişti (...) Herhangi bir çöküşün hiç yaşanmaması gerekiyordu veya bu çok uzak bir olasılıktı. Ne var ki, finans sektörü yine sınırı aştı ve sıradan vatandaşların hayatlarıın bir kez daha çok ciddi biçimde altüst etti” (s. 332).

1929'dakine benzer biçimde bugün kişisel borçlanma 2007'den beri artarak en yüksek seviyeye ulaştı. Parker, 1929'daki durumla bugünü karşılaştırırken söz konusu benzerliğe dikkat çekiyor ve ekonomik açıdan 1930'lara geri dönülebileceğini ifade ediyor. Sonuçta gelip dayanılan nokta, kapitalizmin kendisinin yarattığı bir kriz biçiminde insanoğlunun önünde duruyor. Parker'ın Büyük Çöküş adlı kitabı sonsöz olarak bunu vurguluyor.

Büyük Çöküş/ Selwyn Parker/ Çeviren: Burcu Çekmece/ Arkadaş Yayınevi/ 352 s.

(*) Cumhuriyet Kitap, 14.05.2009

Hiç yorum yok: