4 Şubat 2011 Cuma

YORGUN KADINDAN HİKÂYELER (*)
ALİ BULUNMAZ

Ali Smith, dümeni felsefeden yazarlığa kırmış bir isim. Bu eylemde hiç de hafife alınmayacak nedenleri var. Tutulduğu Kronik Yorgunluk Sendromu, felsefe doktorasını yarıda bırakmasına yol açınca o da ağırlığı edebiyata vermiş; felsefeyi, roman ve öykülere yedirmeye başlamış.

Yaşamının tuhaflıklarla dolu olması bir yana, yazdıklarında da garip biçem ve öğeler yer kaplıyor. Rahatsızlığının bu anlamda Smith’i olumlu etkilediğini söyleyebiliriz. Smith’deki gerçekle kurmaca ya da gerçeküstünün zor ayırt edilen birlikteliğini de buna borçluyuz belki. Beri yandan Bütün Hikâye ve Diğerleri’ndeki birinci tekil şahıs anlatımı, ister istemez “Bu öykülerde Smith kendinden ne kadar bahsediyor?” sorusunu akla getiriyor.

İÇ SESİNE KAPILIP GİDEN KAHRAMANLAR
Smith’in öykülerinde göze çarpan şeylerden biri “normal” görünmesine rağmen, ayrıntılara gizlenen ve “anormal” işlerin peşinden koşan tiplerin varlığı. Örneğin Scott Fitzgerald’ın kaleme aldığı ve sahaflardan edinilen Muhteşem Gatsby’lerle absürd malzemelerden inşa ettiği kayık filosunu genişleten kadın. Yine kitapçı dükkânlarından kitap aşırıp okuduktan sonra onları rafına geri koyan sinik bir yan kahraman.

Peki, ya metro istasyonunda “yakışıklı ölümle” karşılaşmaya ne demeli? Enikonu bir psikoz bu. Gayet normal ya da sıradan birini, sadece etrafına dikkatli bakıyor diye ölümle özdeşleştirmek, hikâyenin kahramanı açısından tehlikeli, yazarı için de özgün bir durum.

Aynı şey ağaca âşık olan öykü öznesi ve yine onun yaratıcısı için de geçerli. Ağaca âşık olmak, uçukluk veya uyuşturucu almış birinin davranışı biçiminde nitelenebiliyor; öyküde karşımıza çıkan bu. Anlatıcının şaşkınlığı da her şeye tuz biber ekiyor: “Bir ağaca uzun süre bakmanın yanlış olabileceğini bilmiyordum.”

Öykülerinde, Smith’in ruhundaki dalgalanmalarla yüzleşmek mümkün. Depresyon, panik ya da mani anları kimi zaman satırlardan sızıyor. Sorular, sorunların kapısını aralıyor; sorunlar yeni sorgulamaları kışkırtıyor veya bazen de yersiz bir dinginlik gözümüze giriyor.

Bazen tuhaf bir biçimde (örneğin kaldırıma, karıncalara, ağaçlara…) takılıp kalma durumu da söz konusu. Tüm bunlar Smith’in gel gitli ruh haline bağlanabilir. Bir yandan İngiltere’nin her daim puslu göğünün altında yaşam olağan şekilde devam ederken öbür taraftan o sıradanlığın içinde gerçeküstü hikâyeler demleniyor.

Hikâyelerde bizi takip eden (kahramanların mı yoksa Smith’in mi belli olmayan, hatta ikisinin birbirine karıştığı) bir iç ses bulunuyor. Bu, kimi zaman bir vicdan hesaplaşması kimi zaman da neyin yapılması gerektiğini neyden uzak durulacağını söyleyen bir sese dönüşüyor. İşte o da, Smith’in öykülerindeki gerçeküstü yönlerden biri.

EBRULİ RUH DURUMU
Smith, kitaptaki öykülerde bazen hayata ilişkin son derece sade ve pek kimsenin görmediği betimlemeler de yapıyor. İşte onlardan biri: “Hayat bundan ibaretti, bakım yapmak ve akışı sürdürmekten, ocağın ateşinin yanmasını sağlamaktan. Hayatta kalmak bundan ibaretti, küveti tekrar emayelemekten, görünüşte daha önemli olan başka şeyler sona ermiş olsa bile.”

Smith’in hikâyeleri kuşatıcılığa sahip tamam ama nasıl? Bir kere kaynağını, insanın çoğu zaman dikkate almadığı küçük şeyler oluşturuyor; bu yönüyle öyküler naiflik barındırıyor. İkincisi, doğal haller üzerine kurulu anlatımlar da var: Bir bakıyorsunuz öykünün kahramanı dalgın, durgun ya da sürükleniyor, bir bakıyorsunuz esriklik ve koşturmaca hâkim. Bazılarının delilik diye niteleyeceği eylemler, kimi öykülerde bir şey söyleme ya da söyletmenin bahanesi veya aracına dönüşüyor.

Kısacası Smith’in ebruli ruh durumu, öykülerine kendine özgü bir biçem katıyor. Kitap sayfalarından yapılma kayıklara binip gitme de yanınıza kâr kalıyor.

Bütün Hikâye ve Diğerleri/ Ali Smith/ Çeviren: Dost Körpe/ Everest Yayınları/ 164 s.

(*) Cumhuriyet Kitap, 03.02.2011

Hiç yorum yok: