18 Şubat 2011 Cuma

İKİ UCU ADORNO’LU KİTAP (*)
ALİ BULUNMAZ

Bir kişi hakkında sözlük hazırlıyorsanız, neleri içeri aldığınızla beraber, neyi dışarıda bıraktığınıza hemen odaklanacak geniş bir kitleyle karşılaşabilirsiniz. Üstelik Theodor W. Adorno gibi biriyle ilgili kavram ve olay kazısına giriştiğinizde işiniz daha da zorlaşır.

Adorno, nereden bakarsanız bakın yirminci yüzyılın düşünsel anlamda en “yırtık” insanlarından. Yırtık, çünkü onca düz kafanın arasından kendini gösterip entelektüel ve eleştirel bağlamda döneminin sözcüğünü yapmış biri. Burada yine saygıyla anılası isimlere de parantez açmalı: Örneğin Marcuse, yine Adorno’yla saf tutmuş Horkheimer. Sözlüğün kimi maddelerinde bu iki isimle birlikte daha pek çoklarına yer vermiş Behrens. Beri yandan sadece felsefe ve sosyolojiyle değil, müzik hatta fotoğrafla uğraşması, Adorno’nun çok yönlülüğünü gösteren temel tutamaklardan bazıları.

Her şeyin yanında, en azından Marcuse ve Horkheimer’la karşılaştırıldığında çok daha zor anlaşılır bir dil kullanan Adorno’nun kavramsal dünyasına giriş için de bir kaynak sayılabilir eldeki sözlük.

CETVELİ ELİNDE BİR DÜŞÜNÜR
Behrens, sözlüğü ya da kitabı inceleyenlerin dikkatinden kaçmayacak derecede sınırlı sayıda kavram ve olaya yer vermiş. Yazarın buna bir açıklama getirdiğini hemen not edelim; Behrens, daha geniş Adorno sözlüğü veya bu minvaldeki bir eser için kapı araladığını, “çaba göstermeyi kışkırttığını” söylüyor.

Adorno ile ilgili çalışma yapanları bir kenara koyalım, düşünürün kıyısından geçenlerin bildiği en baba kavramlar kuşkusuz “kültür endüstrisi” ve “diyalektik.” Ama başka ve belki de ilk defa duyulacak sözcükler, kavram ve olaylar da var Behrens’in çalışmasında.

Bunlardan biri, düşünürü ters yüz etmeyi hedefleyen ve onu anlamamakla övünen bir grup “mizahçının” düzenlediği “Adorno’ya Benzeme Yarışması.” Yine Benjamin’den etkilenerek oluşturduğu “Bilmece Karakteri”yle Adorno, sanat yapıtlarını çözülesi bir bilmece olarak niteler; dahası, ona göre dünyanın anlamı, bilmece olan sanatta gizlidir. Kültür endüstrisinin cisimleştiği kişilere Adorno “Eksantrik Palyaçolar” sıfatını uygun görür. Mesela Adorno için bu palyaçoların en önemlilerinden biri Hitler’di.

“Otoriter Kişilik İncelemeleri”nde geliştirdiği “cetveller” de anılmaya değer: Sınırı, ölçmeyi istediği şeye göre değişen sorularla belirlenen A-S (Antisemitizm) Cetveli, E (Etnosantrizm) Cetveli ve F (Faşizm) Cetveli.

Adorno’nun özgün deyişlerinden biri de “Kulaklarla Düşünmek.” Eleştirel teorinin düşünme edimini “optik cazibenin etkisinde kalmış olmaktan çok, akustik ya da dinleyen bir düşünme” şeklinde açıklar. Burada Adorno’nun müziğe ve sese yüklediği rolü daha net görüyoruz.

Müziğe düşkün besteci ve yorumcu Adorno’nun, matematikle arasının hayli açık olması şaşırtıcı gelebilir. Ama ona göre matematik “şeyleşmenin bir ifadesi.” “Estetik fenomenlerin matematikleştirilmemesini” savunması, matematiğe soğukluğunun kendince haklı bir açıklaması.

Eldeki sözlük, kavramlarına bir yolculuğu içermekle beraber, Adorno’nun hayatındaki önemli durak ve insanları da önümüze getiriyor. Örneğin hayatının çok önemli bir bölümünü olumsuz yönde etkileyen Nasyonal Sosyalizm ya da neredeyse kendisiyle beraber anılan kültür endüstrisi.

MAMUT, SU AYGIRI VE FİLDİŞİ KULE
Tabii etkilendiği ya da omuz omuza çalıştığı insanlar da var: Beethoven, Kant, Kierkegaard, Mahler, Hans Eisler, Benjamin… İsimleri saymışken Adorno’nun caz üzerine yazdığı zamanlarda kullandığı “Hektor Rottweiler” adına değinmeden olmaz. Behrens, sözlükte caza karşı kızgınlığı yüzünden Adorno’nun, bu müzikle ilgili bir şeyler yazarken Hektor Rottweiler ismini kullanmayı tercih etmiş olabileceğini söylüyor.

Ama daha ilginci, Horkheimer ve Adorno’nun birbirine bazen hayvan adlarıyla seslenmesi. Örneğin Adorno’nun Horkheimer’a “mamut”, Horkheimer’ın da Adorno’ya “su aygırı” demesi. Ama bunun da düşünsel bir altyapısı var. The Beatles’ı kültür endüstrisinde hatırı sayılır derecede yüksek bir yere koyması da aynı düşünsel altyapının sonucu.

Behrens, Adorno’nun yarattığı etkinin kalıcılığını Stuttgart ile Frankfurt arasında işleyen “Theodor W. Adorno Ekspresi”ni hatırlatarak vurgular. Yolculuklarını sessizce gerçekleştiren Adorno’nun adına böylesine tantanalı bir tren seferi konması da az biraz ironik.

Aslında onun tuhaf ciddiyetine ters düşen başka örnekler de var. Mesela bazı yazılarının ilk bölümlerini tuvalet kâğıdına yazması. Bunlardan biri, Mahler’in “Binlerin Senfonisi” hakkındaki ilk cümleler.

Adorno, peşinden gidildiği kadar eleştirilen de bir düşünürdü. Behrens, onun, caz müziğini yerin dibine sokarken siyahlarla beyazlar arasında ayırıma gitmesinin ve “zenci” kelimesini kullanmasının hayli tepki çektiğini aktarır.

Bunun yanında Adorno, hiçbir zaman “fildişi kule”de oturduğunu reddetmez. Hatta “fildişi kuleden korkmamalı” der. Hemen eleştiri oklarını sivriltmemeli, cümlenin dibi beklenmeli; Adorno için “fildişi kule”nin anlamı “gerektiğinde hemen dışarı koşulabilecek ve kapısı açık düşünme mekânı”ydı. Böyle söylediğinde fazla kızamıyorsunuz bu gıcık adama…

Adorno Sözlüğü/ Roger Behrens/ Çeviren: Mustafa Tüzel/ Versus Kitap/ 260 s.

(*) Cumhuriyet Kitap, 17.02.2011

Hiç yorum yok: