6 Ocak 2011 Perşembe

HAYATIN DİKİZ AYNASI (*)
ALİ BULUNMAZ

Japon ve Uzakdoğu edebiyatı üzerine okumalar yapar, Akutagava’ya yoğunlaşırken Yasunari Kavabata’nın Dağın Sesi kitabı geliverdi. Aslında son yıllarda artarak devam eden Japon ilgisinin bir sonucu olsa gerek bu. Uzakdoğu’yu sadece turizm nedeniyle değil edebiyat bağlamında da keşfediyoruz. Olumlu bir gelişme.

“Haiku”nun ötesine geçmeyi sağlayan, roman ve öykü okumaları adına da umut veren çeviriler yapılmaya başlandı. Bizim için hem uzak hem de yakın bir coğrafya Japonya. Yakınlığı, kurulan ilişkiden geliyor, uzaklığı da tanıdığımızı sanıp yanıldığımız Japon kültüründen. Japoncadan çevrilen her kitapla, o kültürün yalnızca “kimono”dan, “origami”den, “haiku”dan, savaş ve dövüş sanatlarından ibaret olmadığını da enine boyuna öğreniyoruz. Akutagava’nın, Mişima’nın, Oe’nin ve Kavabata’nın Türkçeye çevrilen kitapları bu görüyü perçinliyor.

DOĞA-İNSAN BÜTÜNLÜĞÜ
Oe ile birlikte Nobel Edebiyat Ödülü kazanan iki yazarından biri olan Kavabata, Japonya’nın en ileri gelen edebiyatçılarından. Romanlarıyla öne çıkan Kavabata’nın dünya çapında tanınması 1950’lere rastlıyor. Hayatı “insanın kapılıp sürüklendiği bir rüzgâr” olarak niteleyen Kavabata, İkinci Dünya Savaşı’nın kanlı çarpışmalarının akımına gazeteci kimliğiyle bile kapılmayı reddeder. Ancak önemli bazı Japon yazarlarda rastlanan intihar rüzgârı, 16 Nisan 1972 günü Kavabata’yı da alıp götürür.

Geriye dönüp bakınca, Kavabata’nın önemli kitapları Türkçeye kazandırılmış: Karlar Ülkesi, Go Ustası, Uykuda Sevilen Kızlar, Kyoto, Kiraz Çiçekleri, Bin Beyaz Turna ve Göl bunlardan bazıları.

1949’da yazmaya başladığı ve 1954’te bitirdiği Dağın Sesi, 1950’lerde dünya çapında bilinen bir yazar haline gelen Kavabata’nın Dost Körpe imzasıyla Türkçeye çevrilen ve yazarın güçlü kalemiyle resmetmeyi her zaman başardığı Japon düşünme biçeminden kimi örnekler yansıtıyor.

Japon edebiyatında ağırlıklı yer kaplayan doğa-insan bileşimi, Dağın Sesi’nde yüklü biçimde karşımıza çıkıyor. Bu, etrafı ve anlatımı süsleyen öğe olmanın ötesinde, romanın kahramanı Şingo’nun yaşlanmayı kabullenmeyen ihtiyar delikanlı karakterini sağlamlaştırmak adına yazar tarafından sıkça kullanılıyor. Bir küçük örnek:

“Kamakura’nın bu dağlık, ücra bölgesinde geceleri bazen denizin sesi duyulabiliyordu. Şingo belki de denizin sesini duyduğunu düşündü. Ama hayır, dağın sesiydi. Rüzgâr gibiydi, uzaktan geliyordu ama yer gürlemesi gibi derindendi. Şingo kulaklarının çınlıyor olabileceğini düşünerek başını salladı (…) Kendini sakince ve kararlılıkla sorgulamak, duyduğunun rüzgârın sesi mi, denizin sesi mi, yoksa kulak çınlaması mı olduğunu bilmek istedi. Ama duyduğunun bunların sesi olmadığına emindi. Dağın sesini duymuştu.”

Kavabata’nın romanda kullandığı kasırga metaforu, Şingo ve ailesi için biçilmiş kaftan. Çünkü yaşlılığa, zamana ve dolayısıyla doğaya direnen Şingo ve aynı zamanda çocukları, eşi ile akrabaları arasında yaşanan sorunlara olsa olsa kasırga denebilirdi. Ama asıl kasırga, Şingo’nun eski aşkına; eşinin kız kardeşine duyduğu özlemle kopuyor. Anlayacağınız aradan otuz yıl geçmesine rağmen eski defterler hep açık.

VAROLUŞÇU TINI
Şingo’nun çocuklarının da babalarının hayatıyla ilgili soru işaretleri var: “Babamız başarılı mı, başarısız mı?” Şingo, buna kesin bir yanıt verir: “Ebeveynlerin başarıları, çocuklarının evliliklerinin başarılı olup olmamasıyla ölçülür gibi geliyor bana. O konuda başarılı olamadım.”

Şingo’ya göre evlilik, bataklığa benzer; “partnerlerin kabahatlerini yutan koca bir bataklık.” Yıllar geçtikçe kendince bunun doğruluğunu kanıtlayan çeşitli olaylar yaşamıştı, yaşamaya da devam ediyordu.

Kavabata, Şingo’nun yaşadıklarını anlatırken fazlasıyla simge kullanıyor. Özellikle doğayı ve doğada her ne varsa romanın içine katarak konuyu yan öğelerle besliyor. Bazen düşler ve mistik malzemeler olayların önüne bile geçebiliyor. Kimi zaman da Şingo’nun sanrı ve rüyaları Kavabata tarafından olup bitenle ilişkilendiriliyor. Kavabata’nın Dağın Sesi’nde önümüze koyduğu kurgusal dünyada tam bir dram var. Bu dram ise sadece Şingo’ya değil, öbür aile bireylerine de ait. Özellikle aile içinde ortaya çıkan kamplaşmalar, eski ve yeni gönül meseleleri söz konusu dramın bam teli.

Kendi aşk meselesi ve oğlunun metresiyle beraber Şingo’nun kafasında gidip gelen, bazı günler aklını kurcalayan bir konu da intihar. Kavabata’nın intihar ederek yaşamını sonlandırdığı düşünülürse, Şingo aracılığıyla birtakım sezdirmeler yaptığı kanısına kapılabilir okur.

Dağın Sesi’nde Kavabata, savaş sonrası hafiften yalpalayan ama yapılanmasına hız veren ülkeden bir kesiti; Şingo’nun sorunlu ailesi ve ilişkilerine eğilirken varoluşçu tınılara da kapı aralıyor. Oğlunun, eşini bırakıp metresine gitmesinin sorumluluğunu da sırtlanır reis. Bu arada geliniyle ilişkisi de son derece gizemli Şingo’nun. Daha doğrusu, ailede en iyi anlaştığı birey olan geliniyle ilişkisi, Kavabata tarafından okurun aklını kılçıklandırcak biçimde aktarılır. Sanki gizliden gizliye Şingo ve gelini, birbirlerine açıklayamadığı bir aşk içindedir.

Japon burjuva toplumunun içindeki değişim ve gelişim sancısını alt metin haline getiren romanda karakterlerin kurgusal gücü de öne çıkıyor. Öyle ki bu kahramanlar, sadece Japonya’da değil hemen her yerde ve yaşamın her köşesinde yüzleşebileceğimiz nitelikte.

Romanda kahraman, hayatının dikiz aynasına bakıp açık açık dillendirmese de “Acaba başarılı mıydım?” sorusuyla alttan alta okuru yokluyor. Kim bilir, belki de bu soruyu Kavabata Şingo’yla beraber kendine soruyor…

Dağın Sesi/ Yasunari Kavabata/ Çeviren: Dost Körpe/ Doğan Kitap/ 236 s.

(*) Cumhuriyet Kitap, 06.01.2011

Hiç yorum yok: