15 Ekim 2010 Cuma

KABUĞUNU KIRMAYA ÇALIŞAN BİR KADIN (*)
ALİ BULUNMAZ

Son romanlar, daha doğrusu bitmemiş eserler, hem okuyucunun hem de edebiyat tarihçilerinin özel ilgisiyle karşılaştı, karşılaşmaya da devam ediyor. Bunlardan bazıları hiç tamamlanmadan bırakıldı bazıları da kimi zaman o yazarın yakınları kimi zaman ise yayımcılar tarafından bitirildi.

Elbette yazar dışında bütünlenen eserlerin ne kadar o yazara ait olduğu tartışılabilir, tartışılmalıdır. Zweig’ın kaleme aldığı Clarissa da yayıncısı Knut Beck tarafından, taslağın 1981’de ortaya çıkışından sonra tamamlanmış. Dolayısıyla son noktayı Zweig’ın koymaması belli başlı şüpheleri; Clarissa’nın Zweig’ı -en azından bir bütün olarak- ne ölçüde yansıttığına dair kuşkuları da beraberinde getiriyor. Ancak nereden bakılırsa bakılsın roman, yayıncısı tarafından bitirilmiş de olsa, Zweig imzası taşıyor. Bu nedenle Clarissa’yı bir Zweig romanı biçiminde ele almak zorundayız.

KURGULANAN HAYAT
Clarissa, her ne kadar roman olarak yayımlanıp okura sunulsa da bir taslak. Romanları, yaşamı, işlediği konular, göçü ve dünyadan ayrılışıyla hep bir şekilde ilgi çeken Zweig, Clarissa isimli roman taslağıyla yeniden gündemde. Kısacası hiç ölmeyen bir yazar.

Onu ölümsüz kılan başlıca şey olan gözlem ve analiz, romana adını veren ve bir subay kızı olan Clarissa’nın hayatının çerçevesini çizerken yine karşımıza çıkıyor. Clarissa Schuhmeister’in düzenli ve dakik hayatını ya da kendisinden beklenenin bu olduğunu anlatırken Zweig, gözlem ve analize dayanan biçemini kullanıyor. Özetle Clarissa, kendisi için çizilen rotaya uymaya zorlanıyor sanki.

Zweig, tarihlerle ve önemli olayların işaretlendiği bir günlük gibi kurgulamış romanı. Clarissa’yı adım adım takip eden okur, onun hayatının dönüm noktalarını da keşfediyor. Babasının ordudan uzaklaştırılması, insanlara hizmet etmenin ona mutluluk verdiğini bilen ve böylece kendisini daha huzurlu hisseden Clarissa’nın meslek seçimi konusunda bir karar vermek zorunda kalması gibi olayları tarih sırasına göre ilerleyen taslakta bulmak mümkün.

Tabii Clarissa’nın hayatı akıp gider, Zweig bunu yıl yıl bize aktarırken havada savaş kokusu yoğunlaşmaya devam eder. Clarissa bu ortamda özgürlüğün önemini bilir ve dilinden şu cümleler dökülür:

“İnsan neyi feda ediyor ki? Kendini. Yani, insan daha iyi bir şey yapabilir mi? İnsan özünde neyi varsa onu veriyor ve nedenini sorgulamıyor; karşılık bekleyen de yeterince vermiyor. Ancak insan bir şeyini vermez; esas olanı, özgürlüğünü.” Bu sözlerin 1914’te patlak veren savaş ile hemen hemen aynı günlere denk gelmesi de bir ironi.

Öte yandan, savaşın kızışmaya başladığı zamanlarda Clarissa'nın, “küçük kasabalardaki basit insanları görmeye meraklı” Leonard ile yakınlaşması gelir karşımıza. Hep başkalarının tasarladığı hayatı yaşayan Clarissa, bu kez kendi kararlarını kendisi veren ve bundan haz duymaya başlayan bir karaktere bürünür. Ülkesinin sınırları dışında (İsviçre’de) bulunmak onu ve düşüncelerini özgürleştirir bir anlamda. Zaten bu yüzden Leonard’la birlikte, dünyanın ve yaşananların üstesinden gelebileceğine inanır.

UMUDUN DOĞUŞU
Belli bir noktadan sonra neredeyse savaş günlüğü haline gelen kitapta Zweig, hem kahramanın çarpışmalar ve dünyanın sürüklenişi karşısındaki ruh halini hem de insan ilişkilerinin derinliği ya da sığlığından yola çıkarak notlar düşer. O notlarda, hamile olan ve çocuğunu aldırmak isteyen Clarissa ile Dr. Silbertein arasında geçen uzun konuşma, geleceğe ilişkin tek bir şey doğurur: Umut.

Yaşadığı duygu karmaşası (hamileliği ve savaşta kardeşini yitirişi) içinde Dr. Silberstein, Clarissa’nın ileriki günlerde; onur ve namussuzluğun, kahraman ve hain kelimelerinin anlamını yitirdiği bir zamanda, dik durmasını sağlayacak öğütler veriyor.

Savaşın, hayatın ve yaşadıklarının boğuculuğu arasında çocuğunu hisseden Clarissa’nın duyumsadığı, yaşama arzusundan başka bir şey değil. Ama öte taraftan sadece çocuğu babasız büyümesin diye yapılacak mutsuz ve geleceği karanlık bir evlilikle beklemek arasında kalan bir Clarissa da var önümüzde.

Zweig, romanda ya da taslakta, Clarissa’nın gözünden Avrupa ve dünyayı anlatırken gerçekle yalan, babasının istekleri ve kendi kararları arasında bocalayan bir kadını da tasvir ediyor. Tüm bunların üstüne savaş, hamilelik, kayıplar ve büyütülmek zorunda olan bir çocuk tuz biber ekiyor.

Yıllarla bölümlenmiş kitap, gün dökümü olmasının yanı sıra, Clarissa ve yakınlarının 1902-1930 arası ne yaşadığını gençlikten olgunluğa adım atan bir kadının dilinden aktarıyor. Zweig, bu zaman dilimini okura sunarken, çözümlemeler yardımıyla, insanların ve karakterlerin ruhsal derinliklerine inmeyi de ihmal etmiyor.

Clarissa/ Stefan Zweig/ Çeviren: Gülperi Sert, Serpil Yalçın/ Can Yayınları/ 184 s.

(*) Cumhuriyet Kitap, 14.10. 2010

Hiç yorum yok: