17 Eylül 2010 Cuma

SİZİ GİDİ YARAMAZLAR (*)
ALİ BULUNMAZ


“Başarı, insanın coşkusunu yitirmeden başarısızlıktan başarısızlığa koşması demektir.”
Winston Churchill


Susanna Tamaro'nun, ismi lazım değil romanlarından birinde şöyle bir söz vardı: “Kırık dökük çocukluk geçirmeyen biri asla büyük insan olamaz.” Bazıları için bu, dünyanın muammasını çözen sözlerden biri haline gelebilir elbette. Bunun aksi örnekler de var. Ancak yine de biz bu sözü az biraz değiştirsek: Çocukluğunda hiç yaramazlık ya da haylazlık yapmamış biri asla büyük bir insan olamaz. Galiba böylesi biraz daha dolgun.

Hemen herkes çocukluğunda kendine göre yaramazlık, daha doğrusu haylazlık yapmıştır. Bunun kimi zaman dozu yüksek kimi zaman düşük olabilir. Uslu veya sakin bir çocuk görüldü mü sevgi bombardımanına uğrayıverir. Yerinde duramayan, kafasında dönen kırk tilkinin kuyruğu birbirine değmeyen haylazlar için “bundan bir numara olmaz” etiketi hazırlanır.

Bilinen pek çok ünlü, dâhi ve önemli ismin çocukluğunda buna benzer hikâyeler veya anlar bulmak mümkün. Belki de aykırı çocuklukları, onları dünyayı değiştiren ya da dünyanın değişiminde önemli rol oynayan kişiler haline getirdi.

Jean-Bernard Pouy tarafından hazırlanan Haylazlar Kitabı, dünyada kalıcı izler bırakan kişilerin hayat hikâyelerinin eğlenceli taraflarından bir tutam sunarken; onların, bazılarınca “kayıp zaman” biçiminde nitelenen zikzaklarını da okura açıyor ve soruyor: “Ya yitirilmiş zaman diye bir şey olmasaydı?”


MUTLU VE MUTSUZ ÇOCUKLAR

Pouy, ünlü isimlerin çocukluklarından çarpıcı ayrıntıları anlatırken gelecekte nasıl belirleyici karakterler olacağına dair ipuçları veriyor. Bunlardan biri, okul sevmezliği ve ailesiyle ilgili sorunları nedeniyle daha çok yazmaya yönelen Balzac. O yıllardan küçük bir alıntı: “Bu adaletsiz okuldan nefret ediyorum. Öteki öğrencilerden içim sıkılıyor ve topluluk halinde yaşamak beni boğuyor. Beni tümüyle unuttukları ve iyi çalışmadığımı, kalın kafalı olduğumu bahane edip biraz harçlık bile yollamadıkları için anne ve babama gerçekten kızıyorum.” İlk yazdıklarının anlaşılamaması ve “bu adam edebiyattan nasibini almamış” yakıştırması, belki de Balzac'ı dünya çapında bir yazara dönüştürdü, kim bilir...

Ya annesi sağır Graham Bell'in telefonu icat etmesine ne demeli? Babasının güzel konuşmalarını duyamayan annesinin, Bell'in telefonu icat etmesinde nasıl bir etkisi oldu ya da oldu mu acaba? Balzac gibi Bell ve Napoléon da okuldan şikâyetçi. Elbette bu şikâyetlerine eşlik eden haylazlıkları sonucu aldıkları cezalar da var? Öğretmenleri “sadece geometride başarılı olur” dediğinde, dünyanın geometrisini değiştirecek bir isim değildi Napoléon.

Georges-Louis Leclerc de Buffon, “bir insan hayatının ilk on beş yılını hiç yokmuş gibi kabul etmeli” diye boşuna yazmadı değil mi? Yoksa bir yanılgı mı bu? Pouy'un kitabına bakılırsa sanki öyle.

Paul Cézanne, babasının bankasında çalışmaya devam etseydi, büyük bir ressam olabilir miydi? Güzel Sanatlar Okulu'na girmek için ısrar etmeseydi ya da babası, kendisiyle aynı mesleği yapması için diretseydi bugün Cézanne'ı kaç kişi tanırdı?

Ailesindeki tüm olumsuzluklara rağmen çok başarılı bir komedyen olan Charlie Chaplin'in kahkahasının altında, hem acı hem de o acılı günlerden intikam alan bir tuhaf tat var. Okuldaki tarih dersi için yaptığı yorum, doğasından gelen hınzırlığın göstergesi: “Tarih, şiddet ve ahlak dışı davranışlardan, kral katillerinin ve eşlerini, oğullarını, yeğenlerini öldüren kralların peş peşe sıralanmasından başka bir şey değil.”

Peki, ya mutlu çocukluk? Kitapta buna güzel bir örnek var; Agatha Christie. Annesi, babası, köpeği, kitapları, katıldığı geziler, iyi eğitimi... Dünyanın en önemli polisiye yazarlarının başında gelen; cinayet ve katillerle örülü romanlar kaleme alan Christie'nin sırrı bu mutlu yaşamı olsa gerek. Tarihe ilginç bir not değil mi?

“BOŞ İŞLERLE” UĞRAŞANLAR
Doğumuyla ailesine umut ve mutluluk getiren paranoyak dâhi Dali, ilkokuldaki başarısızlığını, daha o yıllarda gelişen resimdeki farklı bakış açısıyla örter. Anlaşılacağı üzere okulda başarısız Dali, resimde tam bir çılgın. 17 yaşında Güzel Sanatlar Akademisi'ne kabul edilişinin esas nedeni de bu. Sıkı dostlukları da aynı zamana rastlıyor: Bunuel, Picasso, Lorca... Ancak ileriki yıllarda “yetersiz” bulunup fakülteden atılışı, resimde daha da ilerlemesini sağlıyor.

Sekiz yaşına kadar hiç okula gitmeyen Claude Debussy, aldığı piyano dersleri sayesinde konservatuvara ilk sekize kalarak girer. Doğaçlamalarıyla öğretmenlerini hem mest eden hem de çileden çıkaran Debussy'nin müziği, “güzel ama kuramsal olarak uyumsuz” bulunur. Pouy, Debussy'nin buna karşılık verdiği yanıtı yerleştiriyor sayfalara: “Kuram diye bir şey yoktur, ancak dinlersiniz. Zevk yasa demektir.”

Çocukluğu çıkıntılıklarla geçen bir başka isim Thomas Edison. Öğretmenleri tarafından “ortalığı karıştıran ve yerinde duramayan bir insan” diye nitelenen Edison, bu hareketliliğiyle daha dokuz yaşındayken Newton'ın İlkeler'ini okur. “Kendisini matematikten soğuttuğunu” söylediği bu kitaptan sonra labaratuvar olarak bir tren vagonu seçer.

Edison gibi okul ve çocukluk yılları uyumsuzlukla geçen bir isim de Albert Einstein. Küçük yaşlarda fizik, felsefe ve biyoloji öğrenmeye başlayan Einstein, yaşamının son günlerinde ise “Yeniden dünyaya gelseydim musluk tamircisi olurdum” diyebilecek kadar da açıksözlü.

Pouy'un kitabına aldığı, çocukluğunda ve gençliğinde vaktini “boş işlere” ayıran bir başka isim John Lennon. Okul yıllarında resim ve müzik gibi “yararsız” işlerle uğraşmaya başlayan Lennon'ın, bir dönem “Hz. İsa'dan bile çok tanındığını” söylediği Beatles'ın beyni olduğu tartışma götürmez. “Hayatını gitar çalarak mı kazanacaksın?” sorularına inat, dünyanın en önemli müzik gruplarından birinin kilit elemanı olur.

“Hem çocukken hem de olgunluğunda haylaz ve aynı zamanda dâhi olan kim var?” diye sorulsa, herhalde akla gelebilecek ilk isimlerden biri Picasso. Pouy'un verdiği bilgilerden anlaşılacağı üzere, okulda başarısızken güzel sanatlarda “pekiyi” mansiyonu alan, derslerde sürekli güvercin ve boğa güreşi çizimleri yapan Picasso için resim, yaşamak demek aynı zamanda. Hatta küçük bir not aktarıyor Pouy: Yazı yazmayı sevmeyen Picasso, Malaga'daki ailesine haber ulaştırmak için resimli bir dergi oluşturuyor. Gürültücü ve dalgın kişliğiyle birleşen resimleriyle dünyayı kuşatan Picasso'nun tek derdi özgürlük. Resimleri ve yaşamı -her ikisi de birbirinden ayrılamaz bir bütün zaten- bunu en açık şekilde gösteriyor.

BİR ÇOCUĞA ANLATIR GİBİ...
Kitapta anlatılan kişilerin önemli bir bölümünün ortak özelliği okuldan ve ders çalışmaktan hoşlanmaması; okulda öğretilenlerin onlara yeterli gelmemesi. Bu ve benzer örneklerin yer aldığı çalışma “bana bir çocuğa anlatır gibi anlat” mantığıyla yalınlıkla hazırlanmış. Bir anlamda zor olanı başarmış Pouy. Buradan bakınca, hem bir çocuk kitabı hem de değil.

Pouy, kitabında pek çok ünlü isme yer vermiş. Genelde popüler ve hakkında kolay bilgi toplanabilen kişiler seçtiğini, (Truffault ve Buffon gibi isimleri saymazsak) alternatif ve daha etkileyici hayat hikâyesine sahip kişilere o kadar fazla yaklaşmadığını söylemek gerek.

Ama yine de Pouy'un Haylazlar Kitabı'nın dünyada iz bırakmış isimlere, çocukluklarından ve çocuklar için bakması dikkate değer.

Haylazlar Kitabı/ Jean-Bernard Pouy/ Çeviren: Eray Canberk/ Marsık Yayınları/ 128 s.

(*) Cumhuriyet Kitap, 09.09.2010

Hiç yorum yok: