12 Haziran 2009 Cuma

GÖRÜNTÜ ÇAĞINDA 'AN'I DÜŞÜNMEK (*)
Ali BULUNMAZ

Sokaklarda saatlerce dolaşırdım, yaşayan, canlı zamanı tuzağa düşürüp kesin sonuca götüren 'an'ı dondurmak için.”
(Henri Cartier-Bresson)


Fotoğrafçı, yalnız başına yürüyerek kent cehenneminde keşfe çıkmış gibi dolanan, merakını çelen her köşeye sezdirmeden sokulan ve aklına esen yerlere girip çıkan kişilerin, keza şehri şehvet dolu aşırılıkların yaşandığı bir manzaraymış gibi keşfeden bir dikizci gezginin silahlı versiyonudur.
(Baudelaire)


Fotoğraf ile felsefe arasında bir bağ kurulabilir mi? İnsanoğlunun görüntü çağında yaşadığı hatta görüntüler tarafından kuşatıldığı düşünülürse, çoktan kurulması gereken bu ilişki için zamanın geçmekte olduğu bile söylenebilir. Vilem Flusser, bu ilişkinin kuruluşuna önayak olmaya çabalıyor; insani ve toplumsal yapı değişikliğini tetiklediğini idida ettiği kültürel krizin aşılması adına fotoğrafın önemli bir yer tuttuğuna inanıyor.

GÖRÜNTÜYÜ KAVRAMAK
Fotoğrafın ana malzemesi görüntü. Flusser, görüntü için “anlamlı yüzey” ifadesini kullanıyor: “Görüntülerin anlamı yüzeyinde yatar ve ilk bakışta algılanabilir. Ancak bu aşamada ele geçirilen anlam yüzeyseldir” (s. 3).

Görüntü, zaman ve mekanın yeniden kurgulanması için gerekli bir malzeme; dolayısıyla biraz da “büyü” dünyasına ait. Flusser'in deyişiyle görüntüyü “canlandırılmış olay şeklinde görmek yanlış; çünkü görüntüler, olayların durumlara çevrilişi” demek (s. 5).

Görüntünün önemli işlevlerinden biri dünyayı insana sunması; insanın, dünyaya erişimini sağlaması ve dünyayı insan tarafından düşlenebilir kılmasıdır. Ancak görüntü, insan ile dünya arasına girebilir. Bir başka deyişle, kendini dünya gibi ortaya koyarak -yeniden sunarak- insanı, kendi ürettiği görüntülerin işlevi haline getirebileceğinden Flusser'e göre,“dünya, görünüm ve durumlar bağlamına dönüşerek, 'görüntüsel' bir hal alabilir” (s. 6).

Aslında burada görüntü ve gerçek gibi bir ikilem zihinleri zorlar. Platon'dan bu yana tartışılagelen konu, fotoğraf için de geçerlidir; hatta bunun da ötesinde, fotoğraf üzerine düşünülmeye başlandığında merkezde yer alır.

Yazı ile doğan kavramsallaştırmanın, görüntüsel düşünceden çok daha soyut olduğu açık. İnsanın görüntüye sıkı sıkıya sarıldığı bu dönemde metinsel bilimlerle imgelemsel ideolojiler arasındaki mücadele de kızıştı.

İmgelemsel ideolojinin savunucuları konuyu daha da ileriye taşır: Görüntü gibi insan ile dünya arasına giren yazı, insan ve görüntü arasında açıklayıcı bir işlev üstlendiğinden “dünyayı insan için saydam hale getirmez, onu saklar” (s. 8).

Aslında görüntünün icadından önce sıkıntı söz konusydu; metinlerin görüntüyle beslenmemesi sıkıntısı. Flusser'e göre teknik görüntünün icadı, metinlerin görsel açıklamasını mümkün kılarak, bir anlamda tarihsel sıkıntının atlatılmasını sağlamıştır.

TEKNİK GÖRÜNTÜ VE HOMO LUDENS
Teknik görüntü bir “aygıt” tarafından üretilir. Bir bakıma üçüncü dereceden bir soyutlama sayılabilir: “Dünya, güneş ışığını ve diğer ışınları yansıtır, bu yansıyan ışık yine ışığa duyarlı bir yüzey üzerine kaydedildiği zaman teknik görüntü oluşur” (s. 12).

Teknik görüntünün en belirgin özelliği, izleyene bir pencereden dünyayı seyrettiği izlenimi vermesidir. Nesnelliği ise yanılgıdan başka bir şey değildir. Bir simgeler bütünü olan teknik görüntünün ilk şekli, “metinlere yeniden büyüsellik katma amacıyla geliştirilen” fotoğraftır (s. 15).

Flusser, aygıt tarafından üretilen teknik görüntü kavramını, bir başka noktaya taşır ve fotoğrafın işlev-üretim ikiliğinde nerede konumlandığını sorgular: “Fotoğrafik görüntü 'ayakkabı' veya 'elma' gibi bir tüketim nesnesi mi, yoksa bir 'makas' ya da 'iğne' gibi üretim aleti midir?” (s. 21).

Aletler nesnelerin biçimini değiştirir ve bu bir çalışmadır. Onlar aynı zamanda, insan uzuvlarının uzamış birer biçimidir. Alet makine olunca, insan ile ilişkisi tersine döner: “Sanayi Devrimi öncesi insan, aletlerle çevrelenmişken sonrasında, makineler insanlarca çevrelenir (...) Önceleri, aletler insanın bir işleviyken, sonraları insanlar makinelerin işlevi olarak çalışmaya başladı” (s. 22).

Fotoğraf makinesi, fotoğraf üretmek amacıyla tasarlanmıştır. Her fotoğraf da bu anlamda, programlanmış yeteneklerin somutlaşmasıdır. Fotoğrafçı da, makinesiyle yeteneklerinin tümünü ortaya çıkarmaya çabalar; makineyle dünyaya bakar ve yeni bir şey ortaya çıkarmak ister. Böylelikle fotoğrafçı, “oynayan insan (homo ludens)” haline gelir (s. 26).

Makineyi işletmek, simgelerle oynayıp onları bir araya getirmek demektir. Flusser'e göre fotoğraf makinesi “insanın oyun özgürlüğünü simgelerken, aynı zamanda sürecin robotlaşmasına da işaret eder” (s. 28).

AVCI FOTOĞRAFÇI
Fotoğraf makinesini eline alan kişi bir tür ava çıkmış gibidir. Fotoğrafçı kültürel nesneler ormanında iz sürer ve “kendini, içinde bulunduğu kültürel durumdan sıyrıp 'kayıtsızca' avını yakalamaya çalışır” (s. 34).

Fotoğrafçı her neyi çekiyorsa onu (bir bakıma “an”ı), duruma dönüştürmeli ve makineyi yönlendirmelidir. Bu yönlendirme bilimsel, sanatsal veya politik olabilir. Flusser'e göre bu noktada kavramların görüntüsü olan fotoğrafı yaratan kişi (fotoğrafçı), “sanat, bilim ve politika gibi kavramlara ne atfettiğini bimelidir” (s. 37).

Fotoğraflama davranışı, özünde biraz önce de belirtildiği gibi “fotoğrafçı ve makinenin bölünmez bir işlev haline geldiği avlanmadır” (s. 41). Bu davranışın doğal sonucu ise, insanı kuşatan fotoğraflardır. Kısacası fotoğraf, “yeşil” kavramını, “yeşil”in görüntüsüne dönüştürmek için programlanmıştır.

Flusser burada şunu sorar: “Fotoğrafçı kendi amaçları doğrultusunda makinesinden ne ölçüde ve hangi yöntemle yararlanmıştır? Makine, fotoğrafçının amaçlarını saptırmada hangi yöntemlerle, ne kadar başarılı olmuştur?” Yanıtı açık: “En başarılı fotoğraflar, fotoğrafçının kendi niyetleri doğrultusunda makine programının üstesinden geldiği, aygıtın insan niyetinin hükmüne boyun eğdiği fotoğraflardır” (s. 50).

Bir nesne veya şey olarak bakıldığında fotoğraf son derece değersizdir. Sunduğu bilgi de yüzeyseldir, bir yüzeyden diğerine aktarılabilir. Bu nedenle fotoğraf mülkiyet düşüncesinin çöküşünü simgeler: “Fotoğrafa sahip olan değil, fotoğraf üzerindeki bilgiyi üreten kişi daha güçlü konumdadır; bir başka deyişle, gücü elinde bulunduran bilginin programlayıcısıdır” (s. 56). Beri yandan fotoğraf, çok geniş programlı bir dağılım aygıtının “kitleselleştirme kanallarıyla yeniden sunularak dağıtılan sessiz yaprakçıklardır” (s. 61).

YENİ BİR DİSİPLİN
Flusser, kurmaya çabaladığı fotoğraf felsefesi disiplininin temel kavramlarını görüntü, aygıt, program ve bilişim biçiminde ortaya çıkıyor: “Bu dört kavramla, artık hiçbir şeyin kendini tekrarlamadığı ve her şeyin bir nedeni ile sonucu olduğu doğrusal tarihsel bağlamın dışında buluruz kendimizi. Artık içinde bulunduğumuz alan, neden açıklamalarından çok işlevsel açıklamalara gerek duymaktadır” (s. 88).

Flusser, fotoğraf çekme işi ve makinesinin bir oyun olduğunu belirtiyor: “Burada karşılaşılan kabaca özgürlük sorununun tekrar ele alınması esasıdır; fotoğraf felsefesinin de yönelmesi gereken doğrultu budur.” Burada yeni olan bir şey yoktur, çünkü “her felsefenin son aşamada uğraşması gereken konu özgürlüktür” (s. 90).

Flusser “fotoğrafı bilinç düzeyine çıkarmak için bir fotoğraf felsefesine ihtiyaç duyulduğunu” vurgulayıp, asıl söylemek istediklerine gelir: Fotoğraf felsefesinin amaçlarından biri, fotoğrafta insan özgürlüğü için bir yer kalmadığını; dolayısıyla otomatikleşmiş, programlayan ve programlanmış aygıt söz konusu olduğunda da insan özgürlüğü için alan bırakılmadığını göstermek olmalıdır” (s. 93).

Flusser hayatı anlamlandırmanın bir yolu olan fotoğrafı, tanık olunan son büyük devrim şeklinde niteliyor. Günümüzde yazılıdan çok görülür olanın öne geçtiği bir gerçek. Flusser'in bir aygıt kabul ettiği fotoğraf, tam da bu yüzden önemli; fotoğraf felsefesinin kuruluşu ve gelişmesi de onun için gerekli. Çünkü, Bir Fotoğraf Felsefesine Doğru adlı kitabının da omurgasını oluşturan insan ve aygıt arasındaki mücadelenin, fotoğraf anlamında ortaya çıkarılması ve bu karşıtlığa çözüm aranması hedefi, aynı zamanda fotoğraf felsefesinin bir diğer önemli amacını oluşturur.

Bir Fotoğraf Felsefesine Doğru/ Vilem Flusser/ Çeviren: İhsan Derman/ Hayalbaz Kitap/ 98 s.

(*) Cumhuriyet Kitap, 11.06.2009

Hiç yorum yok: