22 Ocak 2009 Perşembe

ÖLÜME BAŞKALDIRI GÜNCESİ (*)
Ali BULUNMAZ

Ölüm, yaşama olaylarından biri değildir; ölüm yaşanmaz
(Ludwig Wittgenstein)

Hâlâ ölümden korkuyorsanız, en büyük acıyı yaşamamışsınız demektir
(Fethi Naci)

Susan Sontag, kansere ilişkin belirlemelerini Metafor Olarak Hastalık isimli kitabında okuyucularla paylaşmıştı. Kansere yakalananların çoğunlukla “öteki” veya “yabancı”ya dönüştürüldüğünü vurgulayan Sontag, kanserin “utanç duyulması gereken hastalık olarak nitelendiğinden” şikayet ediyordu.

KANSER EŞİTTİR ÖLÜM MÜ?
Kanserin ölümle özdeşleştirilmesini eleştiren Sontag'ın, kansere yakalanan biri olarak konuyu ne kadar yakından incelediği de göz ardı edilmemeli. David Rieff de, Ölüm Denizinde Yüzmek adlı kitabın ilk satırlarını bu doğrultuda oluşturuyor. Hastalığın tanı ve tedavi aşaması ile doktorlarla iletişim ve Sontag'ın kanser üzerine düşünmeye başlaması, Rieff'in günceye girişini meydana getiriyor.

Rieff, annesinin, doktoruyla arasında geçen konuşmaya tanık oluyor ve bunu okuyucuya aktarıyor ilkin. Doktoruna yönelttiği “bana söylediğiniz 'yapılacak bir şey yok” cümlesine doktorun sessiz kalışı (s. 9), Sontag'ın bu karamsarlığa tepki göstermesine neden oluyor.

Rieff burada, Canetti'nin oyunundaki bir sahneyi hatırlatıp, oyuncuların sahneye boyunlarında ölecekleri yılın yazılı olduğu madalyonlarla girişiyle annesinin durumu arasında bağ kuruyor: “Böyle bir bilgiyle yaşamak, hayat deneyimini insanın imha olacağı, ortadan kalkacağı anın bekleme odasına dönüştürür” (s. 10). Sontag'ın, Canetti'nin ölümle uzlaşmama ya da onu onaylamaması tavrına atıf yapar Rieff.

VAR OLMAK: “GELECEKTE YAŞAMAK”
Hastalığı ölümle özdeş saymayan, tedaviyi de savaş olarak görmekten kaçınan Sontag'ı, yaşadığı bu süreçte ayakta tutan en önemli dürtü arzudur; hemen her şeyi görmek, yapmak, denemek ve bilmek bağlamındaki arzu.

Rieff, bunu şöyle açıklıyor: “O, içine çekmeyi; yutmayı isterdi, yutulmayı değil; sonsuzluğun içine çekilmeyi kesinlikle istemezdi” (s. 13). Kısacası Sontag'ın tasavvuru var olmaktı. Yine bu yaklaşıma uygun biçimde Rieff, annesinin “kafasındakileri yazacak zamana duyduğu ihtiyaçtan” söz eder (s. 16). Daha çok roman için daha çok zaman: Sontag'ın hastalığı sırasında düşündüğü ana konu budur. Rieff bunu, “gelecekte yaşamak” biçiminde adlandırır.

Beri yandan da annnesinin ölümünün üzerinden geçen iki yılda kendisiyle hesaplaşır, kendine sorular yöneltir: “Doğru davrandım mı? Daha fazlasını yapabilir miydim? Ya da ona başka seçenek sunabilir miydim? Daha fazla destek verebilir miydim? Ölüm konusunu öne çıkarabilir miydim? Ya da bu konuyu gizleyebilir miydim?” (s. 17). Bu ve benzer sorular, hayatta ve arkada kalan kişinin, yanıtını bulmakta zorlandığı sorulardır bir yerden sonra.

Sontag, kötümserlikle gerçekçilik arasına ince bir çizgi çeker. Burada belirleyici unsur yalandır. Doktor, hastasına karamsarlık aşılamamalı, öte yandan hastalığı ile ilgili bilgi vermelidir.

YAŞAMAK YA DA ÖLÜMÜ UZAKTA TUTMAK
Rieff, hastalığının ilk ortaya çıktığı günlerde (1975), yattığı hastanenin doktor ve hemşirelerindeki karamsarlığı içinde, annesinin defterine şu satırları düştüğünü söylüyor: “Hayatımı kurtarmak mı? Hayır. Onu uzatmak” (s. 23).

Sontag'ın hastalığının sürdüğü dönemde, yaşamayı düşünmesi ve buna yoğunlaşması, aynı zamanda bir başkaldırıya da işaret ediyor. Rieff'e göre bu, “ölüm bir kez savuşturulduktan sonra duyulacak tatminlerin bulunması”dır (s. 29).

Sontag'ın, hastalığı ile ilgili bilgilenmeye çalışmasını “umudunu güçlendirme isteği” biçiminde niteleyen Rieff, annnesinin hastalığını kendi denetimi altına alma çabasına da dikkat çekiyor. Bunun yanı sıra hastalığına ilişkin el kitaplarının birinde “başarılı kök hücre transplantasyonundan sonra normal kan hücreleri oluşmaya başlayabilir” cümlesinin altını iki kez çizen Sontag'ı hatırlatıyor (s. 38).

Annesinin hep bir arayış halinde olduğunu belirten Rieff, bunun hastalığı sırasında da sürdüğünü vurguluyor. “Annem ne arıyordu?” diye soruyor ve bunu “ölüm mahkûmunun her zaman cezanın hafifletilmesi veya ertelenmesini umduğu” biçiminde yanıtlıyor (s. 45).

Rieff, annesinin hastalığına dair tanıklığında sorgulamalarını sürdürürken, “hastalanan kendiniz ya da sevdiğiniz biri değilse, başkalarının neden hastalandığı ve bazılarının neden öldüğü, pek azının da neden iyileştiği konularında Reich veya New Age fantezilerini kabullenmek kolaydır” diyor (s. 57). Gerçekten öyle değil midir?

Sontag'ın karamsarlık yerine “pozitif inkâr”ı geliştirdiğinden söz eden Rieff, annesinin böylece “kötü haberleri yok saydığını, hayatına devam ettiğini ve en önemlisi onu birey yapan yazma eylemini sürdürdüğünü” ekliyor (s. 67).

Rieff, annesi ile hemen hemen aynı hastalığa yakalanan Edward Said arasındaki benzerliğe dikkat çeker ve Said'in hayatta kalma arzusunu “daha yazması gereken çok şey olduğuna” dair inanca bağlar (s. 69).

Tüm bunlar olup biterken hastalığa yakalananın dışındakiler; hasta yakınları ne yapmalıdır? Rieff, annesinin hastalık evresinde yapması gerekeni; yapmış olduğunu veya kendisine düşeni şöyle özetliyor: “Annemin hayatta kalma mücadelesinde bana düşen en önemli rollerden birinin ona umut vermek, en azından yaşamasının ihtimal dahilinde bulunduğunu söylemekti” (s. 71).

Peki, ya sonra; sevilen, değer verilen ve hastalığı boyunca, rahatsızlığın her evresini izleyenler için, ölüm sonrası nasıl gelişir? Rieff'in buna da bir yanıtı var: “Sevdiğimiz birinin ölümünden sonra hiç suçluluk duymadan yaşayabilmek için, onun her istediğini tam anlamıyla yapmış olmanız gerekli” (s. 73).

Rieff, annesinin hastane ve tedavi sonrasında yapmak istediklerini sıralayışını umutsuzluğa kapılmamasıyla ilişkilendirir; Sontag için “gelecek her şeydi, yaşamak her şeydi, işe geri dönmek her şeydi” (s. 77). Sontag'ın ölmeye değil, daha fazla yaşamaya hazır hali, onun ölüme başkaldırısının göstergesidir. Rieff'in aktardığına göre, hastası için mümün olan her şeyi yapmaya kararlı bir tavır sergileyen doktor Stephen Nimer “meselenin, Susan'ın iyileşmesi ihtimalinin ona söylenmesi olmadığını” belirtir; çünkü Sontag'ın iyileşme ihtimali gerçekten vardır” (s. 86).

Sontag'ın hastalığı ile ilgili bilgi toplaması, hastalığını bilmesi Rieff'e göre onu şu çıkarıma götürmüştü: “Ne kadar fazla şey bilirsen, ölümden bir kez daha yakayı sıyırma şansın o kadar artar” (s. 92).

GELECEĞİ KOVALAMAK
Rieff, ölümünü izleyen birkaç ay içerisinde annesinin günlüklerini okumaya koyulduğunu söylüyor, burada geniş yer kaplayan mutsuzluğa rağmen Sontag'ın gelecekle ilgili tasarılar peşinde olduğunu ; yazacaklarından, okuyacaklarından, gezmek istediği yerlerden ve dinlemek istediği müziklerden bahsettiğine değiniyor. Rieff buradan hareketle annesinin günlüklerinden şu vargıya ulaşıyor: “Kendini ne denli yenilmiş, tuzağa düşmüş, muhalefete uğramış, yanlış anlaşılmış hissederse hissetsin mutlaka toparlanıyor, dosdoğru geleceğe, bir sonra gelecek olana odaklanıyordu” (s. 108).

Marks'ın “herkes kendi ihtiyacına göre davranır” sözünden yola çıkan Rieff, annesinin her şeye rağmen dünyaya aşk ile bağlı olduğunu söyler ve ekler: “Annemin benim hiçbir şekilde yapamadığım ve yapamayacağım biçimde dünyanın tadını çıkardığı ve onu kullandığı apaçık ortada” (s. 116).

Rieff, annesi Susan Sontag'ı Kierkegaard'ın şu sözleriyle uğurlamanın uygun düştüğüne inanıyor: “Hayat sadece geriye bakarak anlaşılabilirken, ancak ileriye bakarak yaşanabilir” (s. 129). Sontag'ın, hastalığı ve sağlığında da; “hüzün vadisinde kanatlarını açarken” de yaşamını özetleyen cümledir belki bu.

Tüm bu anlatılanların ardından, oğlu David Rieff'in kaleme aldığı Ölüm Denizinde Yüzmek başlıklı kitabın New York'ta adına bir vakıf (Susan Sontag Foundation) kurulan, ismiyle ödüller dağıtılan ve 20. yüzyılın en önemli yazarları arasında yerini alan Susan Sontag'ın, ölüme meydan okuyuşunu gözler önüne seren bir günce niteliği taşıdığı söylenebilir.

Ölüm Denizinde Yüzmek/ David Rieff/ Çeviren: Pınar Savaş/ Agora Kitaplığı/ 130 s.

(*) Cumhuriyet Kitap, 15.01.2009

Hiç yorum yok: