10 Haziran 2008 Salı

“AYDINLAR ÜZERİNE(*)”Yİ OKUMAK
Ali BULUNMAZ

“Yüzey ile derinlik arasındaki nazik denge,
zamanımız insanlarının önündeki en büyük sorundur.”(
1)

Kimdir Aydın?
Tarih boyunca (gerçek) aydınları suçlamak, soruşturup kovuşturmak hatta yaşamlarına son vermek gibi kolaycı yollar hep tercih edilmiştir. Bunun yanında gerçek aydın, sahtelerinin aymaz tavrından dolayı, toptancı bir yaklaşımla dogmatik veya pasif olmakla da itham edilmiştir. Ancak Sartre’a göre “kültürün korunması, aktarılması ve zenginleştirilmesi için” aydınlara gereksinim duyulmaktadır (s. 10). Tam da burada, Sokrates’i anımsamamak mümkün mü? Atinalılar tarafından, “gençleri ayartıp onların zihnine zararlı düşünceler zerk ettiği” iddiasıyla mahkûm edilen Sokrates’in “asıl suçu”, o güne değin doğru kabul edilenleri sorgulamak ve eğriyi doğruyu göstermekti. Sartre da aydınların eleştirisine başlarken, aydını tanımlamakla yola koyuluyor: Aydın ona göre “kendisini ilgilendirmeyen şeylere burnunu sokan ve insanlık kavramı adına, kabullenilmiş ‘gerçeklerin’ ve bundan kaynaklanan davranışların tümünü sorgulama iddiasında olan biridir” (s.11). Buradan hareketle aydın, yaşamda olup biten her şeyi araştırma ve sorgulama yoluna gidebilmelidir. Çağının güzellikleri yanında, yıkıntıları arasında da gezinmeyi sorumluluk sayan bir kimliğin temsilsidir o. Bu anlamda eleştirel tavır ve analitik düşünme aydının olmazsa olmazıdır.

Einstein’ın dediği gibi “yüzeysel açıklamaların çekimine kapılmamak için güçlü zihinler gerekli”dir. Bu noktada gerçek aydının tavrı önem kazanmaktadır: Umberto Eco’ya göre bu tavır “varolanların ya da olayların eleştirel tarzda irdelenmesidir; aydın en başta kendisini sorgulamalı, beliren açmazlar ve hatalar karşısında sessizliği(ni) bozmalıdır, bir diğer deyişle ‘insanlık görevlisi’ olma sorumluluğunu unutmamalıdır” (2). Bu görüş, “üzerinde düşünülmeyen hayat, yaşanmaya değer bir hayat değildir” diyen Sokrates’in dünya tasavvuruyla eş değerdir. Çünkü yaşamı düşünmek, başka yaşamları da düşünmek anlamına gelir; bu da bizi tek tek insanlardan, insanlık kavramına ulaştırır.

Ancak Sartre 20. yüzyılda, insanlığa dönük ve onun korunup kollanmasına yönelik çalışmaların bitirilmeye çabalandığını belirtir. Onun yerine “insan mühendisliği” disiplininin geçtiğini vurgular (s. 20). Bunun için eğitilen ve gününün “değerlerine” uygun teknisyenler olarak yetiştirilenler, “egemen gücün / güçlerin yasalarını evrensel diye yutturmaya” eğilimlidir (s. 21). Gerçek aydın, Sartre’a göre tam bu noktada belirir; çünkü dünyadaki düzenin ana çizgisi hümanizm veya eşitlik değildir. Bunu kavramak, olanla bir çelişkiyi gündeme getirecektir. Aydın burada, kendisine verilenin dışına çıkmayı başarmasıyla aydın olacaktır. Bugün “evrensel” diye sunulan(lar) (örneğin küreselleşme) eşitlikleri değil, eşitsizlikleri belirginleştirmektedir; aydın ise bu çemberden sıyrılmak durumundadır.

Aydın, özgürlüğü ve özgüllüğü ile kendini ortaya koyabilir; özgürlük ise küresel gözetimin olabildiğince dışında konumlanmakla mümkündür. Aksi takdirde aydın, “belli bir grubun / belli grupların emrine girerek” özgürlüğünü kaybedecektir. Bu bağlamda Sartre’a göre aydın, “gerçekliğin araştırılmasıyla, kendisi ve iktidar arasındaki karşıtlığın bilincine varan insan”dır (s.30).

Aydın Ne İş Yapar?
Sartre, soruşturmaya burada “aydının işlevi”ne odaklanarak devam eder. Fikir tüccarlığının geçer akçe sayıldığı günümüz dünyası göz önüne alınırsa, aydın Sartre’a göre “kimse tarafından görevlendirilmemiş ve hiçbir otoriteye boyun eğmemiş olması sayesinde” özgür kalabilir (s. 33). O halde aydın, evrensel (:insanı insan kılan) değerleri savunması ve bunlarla ilgili duyarlık geliştirmesiyle kendini var edebilir ve bu aşamalardan geçerek özne olabilir. Kendisine güç odaklarınca (başta iktidarca) uygulanan baskıların üstesinden yalnız bu şekilde gelebilir. Bunun en önemli göstergesi de onun gerçeklerden ve doğrulardan yana tavır koymasıdır.

Sartre için “sözde aydın”, ayrımcılığın çekimine kapılmıştır. Onlar da gerçek bir aydın gibi işe koyulur, ilk adımı “sorgulamayla” atar; ancak bu sorgulama “düzmece”dir, bir başka deyişle pseudo (: sahte) aydın gerçek aydın gibi “hayır diyemez” (s. 40). Gerçek aydın “tedirgin eder” (s.42), kimse tarafından görevlendirilmediği için de “yalnız”dır (s.43).

Aydını aydın yapan bir diğer özellik de, onun yalnızca bilgiye ulaşması ve ulaştığı bilgiyi yayması değil; edindiği bilgiyle ve o bilginin filizlendiği koşulları göz önünde bulundurarak bir görü oluşturmasıdır. Bu görünün oluşumunu Sartre’a göre iki unsur besler: “Sürekli özeleştiri” ve “eylemde bulunmaya yönelik istenç” (s. 50-51). Aydın böylelikle “iktidarın baskısına direnebilir, evrensel bir kültürün oluşmasına katkıda bulunabilir, gerçeğe sahip çıkabilir, bağımsızlığını koruyabilir ve suskunluktan kurtulabilir” (s. 52-53-54). Diğer bir ifadeyle, aydının kendisini kölelikten ya da güce ilişmişlikten sıyırmasının yolu bu duraklardan geçmesini gerekli kılar. Onun elindeki yol haritasının en temel belirleyicisi de, sürekli sorgulama ile çıkar ilişkileri çarkının çemberini kırmaya yönelik çabadır.

Aydın ve Yazar
Salt bilgi veya yetkinliğin, aydın olmak için tek başına yeterli olmayacağını ifade eden Sartre, bir diğer sorunun peşinden gider: “Yazar aydın mıdır?” Yazarın yaratıcı yanına vurgu yapan Sartre, “onun sanatından başka uğraşacak bir işi olmadığı” kabulünü evetlemez, yazar yalnızca kendini ifade etmez; ona göre yazar ortak (evrensel) bir dil kullanır/kullanmalıdır ve bilgiden öte “insanlık durumunu” ortaya koyar/koymalıdır (s. 72). Yazar yapıtıyla / yapıtlarıyla “gerçeklik düzleminde kalarak”, varolan yıkıcılık karşısında “oluşun yeniden kurulmasını olanaklı kılar” (s. 81). Bu da yazarı, tam aydın haline getiren / getirecek en önemli etkinliktir.

İster yazar isterse bilim ve kültür insanı olsun aydın, siyasetten bilime kültürden ekonomiye kadar hemen her şeyin faydacı bir biçimde değerlendirildiği bir ortamda, etkin olan /olması gereken ve gerçeğin peşine düşen; küreselleşmenin birörnek neoliberal insan anlayışına karşı, insanı özne kılmaya dönük tavır içinde olan bireydir /birey olması gerekir. Diğer bir deyişle aydın, verileni (kendisine pazarlananı) kabullenen ve ona göre eyleyen değil; Sartre’ın ifadesiyle, durmaksızın sorgulayan “rahatsız bir bilinç”tir (s. 91). Buradan bakılınca gerçek aydın iktidarın, güç odaklarının ya da toptan veya perakende satılan “fikirlerin” etrafında yığılan yarı (sözde) aydından, kendini etkin özne olarak ortaya koymasıyla farklılaşmaktadır /farklılaşmalıdır. Sartre’ın aydınları eleştirisindeki nirengi noktasını da bu oluşturmaktadır: Yüzeyselliğin çekim alanından sıyrılmak; gerçek olan-olmayan, bilgi olan-olmayan ve küresel-evrensel ayrımını ortaya koyup, buna/bunlara yönelik uyarılarda bulunma cesaretini her türlü baskı ve engellemeye karşı gösterebilmek…

Aydın eylem insanıdır, onu tanımlayan temel tutamak; bilgi, fikir, temellendirme, bildiğini çözümleme (:eleştirme) ve savunma çizgisinde ilerleyen eylemdir. Diğer bir ifadeyle aydını aydın kılan öz nitelik, onun bitmez tükenmez öğrenme süreci ile eleştirel kimliğini korumasıyla ortaya çıkan mücadeleci yapısıdır. Bunun için gerekli olan başlıca şey ise, açık bir zihindir. Bu zihnin görevi de, elde edilen bilgiyi sınamasına ve fikir oluşturup, onu temellendirmesi ve nihayet fikrini savunabilmesine olanak tanımasıdır.

Sözü geçen süreç, ancak bu şekilde işlediğinde ve işleyen süreç sonunda, beliren sağlam temelli fikirler oluştuğunda (eline tutuşturulan pusulalarla hareket eden) kitsch (: sahte, kötü kopya) aydınlar ile gerçekleri arasındaki farklılıkları görmek kolaylaşacaktır. Bugüne kadar tarihin sayfalarında kalıcı izler bırakan ve gelecekte de bırakacak olan (değerler yaratan / değerleri koruyan ve hümanizme bağlı) aydın, bir anlamda tarihi yazan veya orada (eleştirel tavrıyla) etkin rol oynayan ve sorumluluk bilincine sahip bir birey (: özne) olarak karşımıza çıkmıştır / çıkacaktır.

***

Notlar:

(*) J.Paul Sartre, Aydınlar Üzerine, çev. Aysel Bora, 2.Basım, Can Yayınları, 2000, İstanbul.

(1) Aktaran: Abraham Moles, Belirsizin Bilimleri, çev. Nuri Bilgin, 2.Basım, Yapı Kredi Yayınları, 2001, İstanbul, s. 261.

(2) Umberto Eco, “Savaşı Düşünmek”, Beş Ahlak Yazısı, çev. Kemal Atakay, Can Yayınları,
1998, İstanbul, s.15-16.

Hiç yorum yok: