7 Mayıs 2012 Pazartesi



ÖFKE YANGINININ ETTİĞİ (*)
Ali BULUNMAZ

Eğri oturup doğru konuşmak gerek; Philip Roth, adı Nobel Edebiyat Ödülü için geçen ama ondan da önemlisi, deyim yerindeyse rüştünü çok önceden ispat etmiş bir yazar. Kaleme aldığı hemen her yapıt ses getirdi ve övgüler aldı, tartışıldı. Bu nedenle nereden bakarsanız bakın Roth’un yazdıkları mutlaka dikkatle incelenmeli.

1950’lerde geçen Öfke de aynı dikkati hak ediyor. Romanın geçtiği döneme bakıldığında Amerika’daki hızlı anti-komünist hareket, yalnızca ülke sınırlarında kalmıyor, şu bilindik “demokrasi götürme” hikâyesi dünyanın dört bir yanına yayılıyor. Buralardan biri de Kore. Roth, romanı buradaki Amerikan işgali gölgesinde kurgulamış. Romanın kahramanı Marcus Messner, o sıralarda hayatına yön verme çabasında bir genç.

AHLAK KUMKUMALIĞINA KARŞI
Elbette o dönemin kibarlık budalası ve epey yapay duran davranış kurallarını atlamayalım; Roth, Marcus’un kendisini kimi zaman engellemesine neden olan, bazen başını döndüren arada bir de midesine kramplar tebelleş eden o adabımuaşeret kurallarını kahramanı üzerinden alaya alıyor.

Cici ailelerin cici çocukları ve hepsinin birden yaşadığı “sevimli” ortamların yer aldığı uzun tasvirler sayesinde yazar, dönemin Amerikası’nın ahlak kumkumalığını gözler önüne seriyor. Marcus’un aileden ayrılma çabası da o günlerin garip ortamıyla birleşiyor:

Her şeyi doğru yapmak istiyordum. Her şeyi doğru yaparsam babama Newark yerine Ohio’da üniversiteye giderek çıkardığım masrafın hesabını verebilirdim. Anneme, dükkânda tekrar tam zamanlı çalışmaya başlamasının boşa olmadığını gösterebilirdim. Çabalarımın odağında, yetişkin oğlunun esenliğine dair zaptı imkânsız endişelerin pençesinde kıvranmaya başlayan güçlü, duyarsız babamdan özgürleşme arzusu vardı. Hukuka hazırlık programına kayıt yaptırmış olmama rağmen avukatlık umurumda değildi. Bir avukatın tam olarak ne yaptığını bile bilmiyordum. Benim istediğim notlarımı yüksek tutmak, uykumu almak ve uzun, jilet gibi keskin bıçak ve satırları ustalıklı kullanışıyla çocukluğumun ilk kahramanı olan babamla kavga etmemekti.”

Marcus’un kampus hayatı o absürd kurallar silsilesi, Kore’ye yollanma korkusu ve tutkulu Olivia’yla tanışıp hoş vakit geçirişi arasında gidip gelir. Buraya bir parantez açmak gerekirse Roth, her zamanki gibi kendi yaşamı ve dünya görüşüyle ilgili kimi notları, Marcus ve onun diyalog kurduğu kişiler aracılığıyla okura sunuyor. Bazı anlarda Marcus’la Roth neredeyse yer değiştiriyor.

İYİ YAZARIN YAVAN ROMANI
Roth, Marcus’un dökülme halini resmediyor adeta; ailesi, sosyal çevresi, ilişkileri, özel hayatı ve kafasının içini ortalığa saçıyor kahramanımız. Bir de babasının mesleği olan ve küçüklüğünden bu yana onu hırpalayan kasaplıkla ilgili düşüncelerini:

Kan akıtma, itlaf etme: Babam bu şeylere alışıktı ama ben, her ne kadar belli etmemeye çalışsam da çok sarsılırdım. O zamanlar küçük bir çocuktum, altı-yedi yaşlarındaydım ama işimiz buydu ve kısa sürede bu işin pis bir iş olduğunu kabullendim.”

Aslında bu manidar bir hatırlama; Kore’de kasatura yaralarının verdiği acıdan kurtulması için damarlarına sürekli morfin zerk edilen Marcus’un, zihin perdesinin aralanışının simgelerinden sadece biri. Bilinçsiz ama her şeyi son nefesine dek anımsayan bir adam; neredeyse tüm yaşamını an be an… Anlamsız ve pervasız savaşın ya da annesinin de haykırdığı gibi “anlık bir öfkenin” kurbanlarından biri Marcus. Anlayacağınız Roth, romanın genelinde ve özellikle de sonunda, o çokça işlediği ölüm temasını yine şapkadan çıkarıp Marcus’un trajedisiyle bize veriyor.

Ancak ne inceden inceye sıraladığı ahlaki ve toplumsal eleştiri ne trajedi ne de dönem anlatımı, Öfke’yi Roth’un belli başlı romanlarındaki (örneğin Sokaktaki Adam veya Bir Komünisle Evlendim’deki) tada yaklaştırmıyor.

Kötü yazardan iyi roman çıkmasını beklemek ciddi, hatta takıntı derecesinde olumlu bir bakış açısı gerektirir. Ama iyi bir yazarın yavan roman kaleme alma hakkı hep var. Roth, Öfke’yle bunu kullanmış sanki…

Öfke/ Philip Roth/ Çeviren: Şeyda Öztürk/ Yapı Kredi Yayınları/ 140 s.

(*) Cumhuriyet Kitap, 26.04.2012

Hiç yorum yok: