5 Mayıs 2011 Perşembe

VONNEGUT KAPANI (*)
ALİ BULUNMAZ

Antropoloji alanında uzmanlaşmış bir bilim kurgu yazarı olarak nam salan Kurt Vonnegut, her ne kadar sonradan bundan vazgeçtiğini söylese de eserlerinin pek çoğunda o eski alışkanlığının izlerine bir şekilde rastlanır.

Vonnegut’un bir dikkat çeken yanı da konu sıkıntısına düşmemesi. Saçmanın mizahi yönüyle de ilgilendi, ahmakça siyasetin kuyruğuna takılanları da eşeledi. Gün geldi Kedi Beşiği’ni (Cat’s Cradle, 1963) yazdı ve gezegeni dondurmaya kalkışan bir atom bilginini; gün geldi Mezbaha No: 5’te (Slaughterhouse Five), hayatının akışını değiştiren Dresden bombardımanından esinlenerek yazdığı hikâyeyi anlattı.

Yirminci yüzyılın akıl dışılığı ya da çılgınlığının eleştirisi Şampiyonların Kahvaltısı’nda (Breakfast of Champions, 1973) Vonnegut, kitaba dahil olup kurmacanın yerinden oynamasını sağlayarak bir bakıma eserine iki imza çaktı. Başka özellikleri yok mu Vonnegut’un? Elbette var; say say bitmez…

Albert Camus için “çağının vicdanı” denmişti, Vonnegut için benzer bir ifade rahatlıkla kullanılabilir, hatta “ahlaki ses” de eklenebilir buna. Dave Eggers’ın, Ölümlüler Uyurken’e yazdığı önsüzde “ahlaklı ses” diye nitelediği Vonnegut’un ağır muhalif tavrı, insancıllığı ve dünyaya pek çok zamandaşının baktığı pencereden bakmaması; öykü ve romanlarında, açıklama ve eylemlerinde hep doğru bildiği o tehlikeli yoldan gitmesi, aynı tavırla beraber yürüyen edimler.

Vonnegut, perdeye yansıyan gölge oyununun kandırıcılığına kapılmayıp perdenin arkasında kuklaları oynatanlara yoğunlaşmayı seçerek “sakıncalı” hallerle karşımıza çıktı hayatı boyunca.

Özellikle öykülerindeki karakterler, kendilerinden ders almamızı sağlayacak türden. İkinci Dünya Savaşı ve Dresden Katliamı’nı yaşamış; oralardan sağ kurtulmuş biri olarak “ders verme” hakkını kazanan bir yazar Vonnegut. Dave Eggers önsözde, kitaptaki öyküleri hem bu yönden hem de kendi yapısı bağlamında değerlendiriyor:

“Vonnegut, Dresden’deki katliamı çoktan görmesine, binlerce sivilin yanmış cesetleri arasında yürümüş olmasına, bir Alman savaş esirleri kampında kalmasına rağmen, Ölümlüler Uyurken’deki öyküler dünyada işlerin nasıl yürüdüğünü daha yeni anlamaya başlamış bir delikanlının canlı ve net görüşüne sahip (…) Ladies’ Home Journal okurlarına hayat dersleri verirken bir yandan da ailesini geçindirmeye çalışan bir babaydı. Sonraları tekrar tekrar, dünyanın sonu hakkında yazacaktı elbette. Bazen ensest, sıkça da savaşın ne kadar aptalca, sanayilerin ve devletlerin ne kadar açgözlü ve yozlaşmış olduğu hakkında. Ama şimdilik, karşımızda genç ve hevesli bir fare kapancısı var ve bizler de onun gönüllü avlarıyız.”

YOLU AYDINLATAN YAZAR
Ölümlüler Uyurken’dekilerin Vonnegut’un çıraklık dönemi öyküleri olduğu söylenebilir. Kahramanlar da ilk bakışta uzak düşüyor gibi görünse de kurguya rağmen hepsinin hayatta bir karşılığı var; “sakın bir kadını ilahlaştırma” diye seslenen George da onlardan biri. Fazla tutkunun hayata iyi gelmediğini hatırlatan ve aşka vakti olmayan âşıklardan o.

Kahramanların hayattaki karşılığı yalnızca aşk konusunda değil elbette; yaşamak ya da yükselmek adına yanı başındakilerin gözlerini oymaya ve kuyusunu kazmaya hazır kişiler de girip çıkıyor sayfalara.

Arkadaşını “yanlış olan her şeyi temsil ettiği için” yere seren kahraman üzerinden yine bir ahlak dersi vermeyi deniyor Vonnegut: “Herkes bir şeylerin resimlerine önem veriyor, hiç kimse gerçek şeyleri önemsemiyor.”

Kitaptaki öykülerden hareketle, Vonnegut’u “yalın cümleler kuran ahlaklılığın yavan temsilcisi” diye eleştirenler çıkmış. Ama durup düşünelim: Laf kalabalığı yaratıp suyu bulandırmak her zaman tercih edilebilecek bir kolaycılık değil mi? Konuya bu tarafından da bakmalı.

Vonnegut’un burada izlediği yöntem hem manidar hem de rahat kavranabilir türden: O, insanların gözüne kör edici bir ışık tutmak yerine, elindeki feneri yolu aydınlatmak adına kullanmayı uygun buluyor. Böylelikle, insanın kendini anlaması ya da tartması biçiminde özetlenebilecek söyleminden ayrı düşmüyor, hatta onu güçlendiriyor.

Yaşı geçkin kadınların asla yerine konulamayacak bir bütünün kırık dökük parçalarını avucunda tutma çabası üzerinden hayata dokunan Vonnegut’un, kaybetme korkusunu ve hemen arkasından geriye dönüşlerle işlediği anıları tazeleme temasıyla da yüzleşiyoruz. Buna biraz akıl yitimi biraz da kalanı koruma telaşı demek mümkün. İşte o kadının tek avuntusu, içindeki ses; “dokunulması yasak olanlardan, temiz olmayan, hasta yabancılardan kaçmayan biri olduğunu” gururla fısıldayan ses.

Vonnegut’un öykülerinde bolca ayrıntı var. Bir sürü kişi de cabası. Onun sürükleyici biçemiyle birleşen bu gerçek, okura tehlikeli bir macera da sunuyor: Bir taraftan onun hikâyeyi nereye bağlayacağını sabırsızlıkla merak eden okur, öbür taraftan Dave Eggers’ın “fare kapanı” dediği tuzağa düşebiliyor:

“Fare kapanı bir öykü, okurunu oyuna getirmek ya da tuzağa düşürmek için vardır. Okuyucuyu, öykünün karmaşık (ama çok da karmaşık olmayan) mekanizması içinde ilerletir ve sonunda, yayın boşalmasıyla birlikte okur da tuzağa yakalanmış olur. Yani, bu tarz bir öyküde karakterler, arka plan ve olay örgüsünün hepsi sonuca ulaşmak için birer araçtır.”

MASUMİYET ÇAĞINDAN KALAMA KELAYNAKLAR (!)
Kitaptaki her öykünün, hem bir bütün olarak hem de tek tek incelendiğinde sararmış fotoğraf veya nostaljik kartpostallara benzediği görülür. Eski zamanın naifliğini ya da içtenliğini yansıtan pek çok öğe var satırlarda.

Şöyle de diyebiliriz: Vonnegut, o dönem kirlenen dünyaya karşın yeni yeni kir tutmaya başlayan insan ilişkilerinin anlatımını sırtlanıyor. Bir bakıma, geleceği görmüşçesine eldekilerin yitip gitmemesi için çırpınıyor.

“Tango” öyküsündeki değer tartışması da bunun göstergelerinden; öykünün kahramanı Robert soruyor: “Hepimiz gemiyi terk edersek, o zaman eski değerleri kim koruyacak?” Vonnegut’un burada Robert aracılığıyla okurun kulağına kar suyu kaçırdığı değerler “uygarlık”, öbürü de “liderlik.”

Vonnegut’un el verdiği kahramanlar masumiyet çağının hemen bitiminde arada sıkışıp kalmış. Mülayim, çekingen ve bağışlayıcı olmalarına rağmen yeni dünyanın “yükselen değerleriyle” de mücadele etmek durumunda kalan ve genellikle de ağır darbeler alan karakterler. Örneğin, yılların tenoru Gino Donnini; onun da kaygıları var: “Genç dostlarım birer birer gidiyor, ben nasıl genç kalacağım şimdi?”

Vonnegut aslında “Yılda 10.000 $, Çocuk Oyuncağı” adlı öyküde Gino’nunkinden daha derin bir endişeyi de dillendirir: “Bir başkası için çalışmanın, sürekli ‘peki’ demenin, yaltaklanmanın ruhu nasıl etkileyeceğini hayal edebilirsin.”

VONNEGUT’UN TUZAKLARI
Sade anlatımın yanında, Vonnegut’un tutturduklarından biri de öykülerin kimilerindeki çocuksu coşku. Bir çocuğun dilinden çıkan yalın cümleler, aynı zamanda bir çocuğa anlatır gibi sakin. Ölümlüler Uyurken’i Vonnegut’un öbür yapıtlarından biraz olsun ayıracaksak farklılık işte bu biçemde aranabilir.

“Şarlatanlar” öyküsünün ana karakterlerinden ve ressam kocasını “yeni Leonardo da Vinci” sanan sanattan pek anlamayan Cornelina da sözü geçen çocuksu coşkuya dahil. Kim ne derse desin, başarısız bir ressam olan kocasının, tuvalle birlikte insanların gözünü boyadığı da açık. Onun yeteneksizliğini şu satırlar destekliyor:

“Stedman, resme ne kadar soyut başlarsa başlasın, yaşamı boyunca yalama olmuş temalar tekrar tekrar ortaya çıkıp duruyordu. Bir küpün kulübeye, bir koninin zirvesi karla kaplı bir dağa, bir kürenin dolunaya dönüşmesini engelleyemiyordu.” Vonnegut’un, öykünün sonunda Stedman’ın maskesini düşürüp şarlatanlığını ortalığa saçması, kitabın genel haliyle örtüşüyor; yazarımız, yine ufaktan bir ders veriyor.

Vonnegut, öyküleriyle ilgilenen herkesi tuzağa düşürmeyi başarsa da hikâyelerinde mutlaka bir sonuca varacağı belli. Yani, yazar herkese uygun; seçip alabileceği hediyeler hazırlamış. Bu anlamda öyküleri, okuru bir yerde kıstırmasının yanında kıssadan hisse niteliğinde.

Sonuçta, Dave Eggers’ın “fare kapanı” biçiminde özetlediği öykü türü, Vonnegut’un elinde, onun anlatım şekli, dünya görüşü ve söylemi, kendine özgü tuzak ve yolları, başından geçenlerle harmanladığı konuları, gerçekler ve kurgularıyla beslenen bir Vonnegut kapanına dönüşüp onun yazdıklarıyla karşılaşanları sendeletiyor.

Ölümlüler Uyurken/ Kurt Vonnegut/ Çeviren: Kıvanç Güney/ April Yayıncılık/ 288 s.

(*) Cumhuriyet Kitap, 05.05.2011

Hiç yorum yok: