14 Nisan 2011 Perşembe

YAŞLI BİR ADAMIN 'SIRADAN' HİKÂYESİ (*)
ALİ BULUNMAZ

“Hayatta en üzücü şey sıradanlıktır; her şeyi alt eden ölüm gerçeğini bize bir kez daha hatırlatır.”
Philip Roth

Küresel köyümüzün hayattaki en önemli yazarlarından biri Philip Roth. İkinci Dünya Savaşı’nın bitişinden bu yana Amerikan edebiyatının da hatırı sayılır ve nitelikli iş üreten kalemlerinden. Kazandığı ödüller ise ödüllü eften püften yazarlarınkine hiç benzemiyor: Pastoral Amerika adlı romanıyla 1997’de Pulitzer Ödülü’ne, 2002’de Amerikan Sanat ve Edebiyat Akademisi’nin kurmaca dalında verdiği altın madalyaya layık görüldü.

Ulusal Kitap Ödülü ve Ulusal Eleştirmenler Ödülü’yle ikişer kez onurlandırıldığını da hatırlatalım. PEN Faulkner Ödülü’nü üç kez kucaklayan, 2006’da PEN Nabokov ve hemen ertesi yıl PEN Saul Bellow Ödülü’nü kazanan Roth, Nobel Edebiyat Ödülü için bekleyenlerden. Hatta pek çok edebiyat eleştirmenine göre Nobel komitesi, ödülü Roth’a verme konusunda biraz da gecikmiş durumda.

VİTESİ GERİYE TAKMIŞ BİRİ
Biraz önce Roth’un PEN Faulkner Ödülü’nü üç kez kazandığından söz edilmişti. İşte bunlardan en sonuncusunu, Türkçeye Kaya Genç tarafından çevrilen Sokaktaki Adam’la aldı. Hayatının son günlerinde ölümün ayak seslerini işitmeye ve böylece geçmişin izini yeniden sürmeye başlayan birini anlatıyor Roth. Bir bakıma, romanın kahramanı “sokaktaki adam”, yaşamını başarı ve başarısızlık bağlamında tartıyor; hangisinin ağır bastığını anlamaya çalışıyor.

Roth, romanın kahramanını okura şöyle tanıtıyor: “Çoğu insanın onun dürüst biri olduğunu düşündüğüne inanıyordu. Kendisi de genç bir adamken dürüst biri olduğunu düşünürdü, o kadar basmakalıp ve maceracılıktan uzak biriydi ki güzel sanatlar okulundan sonra kendi başına resim yapıp tuhaf işlerden artık ne kadar para kazanırsa, o parayla geçinmek yerine, ki asıl gizli hevesi buydu, iyi bir çocuk olarak kendi arzularının yerine ebeveyninkilere uyarak evlenmiş, çocuk sahibi olmuş ve güvenli bir yaşam sürmek uğruna reklamcılık işine girmişti.”

“Sokaktaki adam”, başarılı iş hayatı, güzel yaşamı ve kendisine hayran olan kızıyla karşımıza çıkıyor. Ama gerçekte öyle mi? Ölümün sesini duyuşu onu panik ataktan mustarip bir adama dönüştürüyor sanki. Habire vitesi geriye takıyor bu yüzden; daha evvel tanıklık ettiği ve düşünmeyi ertelediği ne varsa, bu ruh halindeyken hepsi kapısını çalıyor ya da belki o kapıyı bizzat kendisi zorluyor. Elbette bunda tekleyen ve bu nedenle ameliyat edilen kalbinin etkisi büyük.

Bu dönemde kahramanımızın hemen yanı başında kızıyla beraber, her zaman güveniyle onu ayakta tutmak isteyen ağabeyi Howie’yi görüyoruz. Roth’un, Howie’ye söylettiği “annemle babamı kaybetmeyi kabullenmek zorundayım, seni kaybetmeyi ise asla kabullenemem” sözü, kardeşinin arkasında duruşunun kanıtı.

Ancak kahramanımızın ağabeyine karşı sinir bozucu bir öfke duyduğunu atlamamalı. Ne de olsa Howie, kendisine göre çok daha sağlam, başarılı ve “sanat eseri” bir adam; onu arsızca sevmesi ve bir o kadar da nefret etmesi bu yüzden: “Kendisinde olması gereken biyolojik yetenekleri yüzünden Howie’den nefret ediyordu.”

“SOKAKTAKİ ADAM” KİM?
Roth’un anlattığı hikâye ve oradaki kahraman “sokaktaki adam”ın ölümle düellosu, aslında hem geriye dönük hem de o günlerde içinde filizlenen hesaplaşmanın okura yansıması. Geri döndürülemeyen pişmanlıkların peşi sıra “başarılı” yaşamından cımbızladığı ve hayatını epey yoran başarısızlıklarla, ardına bakışlar eşliğinde yüzleşen bir adam var karşımızda.

İşin tuhaf yanı, küçüklüğünden beri ölüm korkusu taşıyan bu adamın, kalp hastalığı ve ameliyatına dek ertelediği o huzursuzluğunun, şiddetle ve dar zamana sıkıştırılmış biçimde belirmesi.

Aynı zamana rastlayan bir şey daha var: Romanda hayli önemli bir figür olan babasıyla kahramanımızın bazen kendini karşılaştırması bazen de kendisini onun yerine koyuşu. Babasının, aileye çalkantılı bir yaşam sürdürdüğünü de vurguluyor aralarda.

Romandaki irili ufaklı olayların içinde dikkati çeken bir başka konu da, kahramanımız için hem bir terapi hem özlem hem de belli süre sonra hayatında ağırlıklı yer kaplayan resim. Şunu da sormadan edemiyorsunuz: Acaba kahramanımız, hayatının son döneminde resme başlayan babasından ne kadar etkileniyor? Yanıtı okurun dikkati belirliyor burada.

Yazının sonunda bir ufak bilmece: 1933 doğumlu Philip Roth, Sokaktaki Adam’da kendini mi anlatıyor? Anlatıyorsa ne kadar? Bunu da okura bırakmalı, keza kitapta bilmecenin çözümüne dair tutamaklar var.

Sokaktaki Adam/ Philip Roth/ Çeviren: Kaya Genç/ Yapı Kredi Yayınları/ 108 s.

(*) Cumhuriyet Kitap, 14.04.2011

Hiç yorum yok: