29 Nisan 2011 Cuma

PARMAĞINI SÜRSEN YAPIYA, RENGİNİ ANLARSIN (*)
ALİ BULUNMAZ

Fin mimar Juhani Pallasmaa, yalnızca çizimlerle ve inşaatla oturup kalkan biri değil. Onun ayrıksı özelliği, mimarlığın özüne ve daha da önemlisi bu disiplinin gittiği yön üzerine düşünmesi. Haliyle bu da onu, mimarlığın hatırı sayılır kuramcılardan birine dönüştürüyor. Yapmaya çalıştığı şey mimarlıkla, felsefe ve sanatı yan yana koşturmak. Zaten bu yüzden grafik tasarım, şehir planlama ve her türlü sergi etkinliğinde duyumsama, kimlik ve duyusal deneyimin yer kaplaması gerektiğini ısrarla vurguluyor.

UYDURUK DÜŞ DÜNYASI
Kitabın başlığına dikkatle bakınca, bir “gariplik” olduğunu kavramanız işten bile değil. “Tenin Gözleri” deyimi, Pallasmaa’nın çabasının en açık göstergesi: Bu amaç, “başat duyu görme ile bastırılmış duyu kipi dokunma arasında kavramsal kısa devre yaratmak” biçiminde açıklanabilir.

Pallasmaa’nın iddiası, daha doğru deyişle tezi, tüm duyuların dokunmanın uzantısı olduğuna dayanıyor. İşte tam da burada zihinsel görevi, barındırma ve bütünleştirme olan mimarlığın her duyuya seslenmesi gerektiği savı ortaya çıkıyor. Pallasmaa için mimarlığın rolü, dünyada olma, deneyimleri aktarma ile gerçeklik ve kendilik duygusunu güçlendirme anlamında belirginleşir.

Pallasmaa’nın (haklılık payı yüksek) eleştirilerinden biri, mimarlığın kalbi konumundaki çizimlerin bilgisayar programlarına teslim bayrağı çekişine ilişkin. Görsel manipülasyonun en ileri seviyesi olan böylesine bir yaratı süreci, çokduyulu yeteneğin körelmesine yol açar. Bunun sonunda ise çevresel görmeden doğan mekânla bütünleşme kaybolur ve kişi (ya da mimar), yalnızca izleyici haline gelir.

Görmeyi tu kaka etmekten yana olmayan Pallasmaa’nın derdi, gözmerkezci dünyanın (veya salt göz yanlılığının) eleştirisini yapmak; gözün egemenliğinin ve öbür duyuların bastırılışının insanı çevresine nasıl yabancılaştırdığını ortaya koyabilmek.

“Görme bizi dünyadan ayırır, diğer duyular dünyayla birleştirir” diyen Pallasmaa, sözü Grek mimarlığına getirir: “(…) Görmeye ayrıcalık tanınması diğer duyuların reddedilmesini gerektirmez; Grek mimarlığının dokunsal duyarlılığı, maddeselliği ve tumturaklı ağırlığı bunu kanıtlar; göz kassal ve dokunsal duyumları çağırır, uyarır. Görme duyusu başka duyu kiplerini içerebilir, hatta pekiştirebilir; tarihsel mimarlıkta, görmedeki bilinçdışı dokunsal öğe özellikle önemli ve yoğun biçimde mevcuttur ama çağımız mimarlığında, ne yazık ki ihmal edilmiştir.”

Pallasmaa’nın, görselin egemenliğine dönük eleştirilerinin temelinde “fotoğraf makinesinin aceleci gözü tarafından sabitlenen basılı görüntü sanatına” evrilen mimarlık anlayışı yer alıyor. Ona göre dokunsallığın kaybıyla mimarlık yapıtları “incitici biçimde düz, keskin kenarlı, maddesiz ve gerçekdışı bir şekle bürünür.” Bu anda “hastalığı” teşhis ediyor: İnsanın uyduruk düş dünyasında yaşatılması!

Pallasmaa’nın tercihi ise var olan yamukluğu ya da uçurumdan yuvarlanışı körükleyen mimarlığın yerine özgürleştirici mimarlık. Ancak mimarlığın, soyu tükenme tehlikesi altında bir sanat haline geldiği gerçeği de unutulmamalı.

KUŞAKLARLA EL SIKIŞMAK
Pallasmaa’nın mimarlık söylemini iki üç kelime ile özetlemek gerekirse, en işe yarar tanım duyusal mimarlık olur herhalde. Bu anlayış bedenin şehri, şehrin de bedeni tamamlaması; ikisinin birbirinde barınması gibi bir sonuç doğuruyor. Bunu yaratacak formül de belli: Birbiriyle etkileşen ve kaynaşan birçok duyusal deneyim alanı içerecek bir mimarlık; düşüncenin ve duyumsamanın geometrisinin açığa çıkışı sanki. Pallasmaa’nın bu formülüne ideal mimarlık diyebilir miyiz?

Yalnızca görme ve duyma değil, işitme hatta kokunun da mimaride ve yapılarda uyarıcı ve hatırlatıcı etki yaptığını, yapması gerektiğini inatla savunuyor yazarımız; bir tüneli, mahzeni, evi ve balıkçı barınağını işitip koklamanın deneyimine de dört elle sarılıyor.

Pallasmaa’nın dokunmaya yüklediği anlam “dokunma duyusu bizi zaman ve gelenekle bağlantıya geçirir, dokunma izlenimleri aracılığıyla sayısız kuşağın elini sıkarız” sözüyle ete kemiğe bürünür. Dolayısıyla, onun mimarlık kavrayışının bam teli eylemle açıklanabilir pekâlâ; “davranışı ile hareketi başlatan, yöneten ve örgütleyen bir eylem.”

Mimarlığı bir logos; düzenleyici bir eylem biçiminde gören Pallasmaa’nın bu edimle, insanın kendini tanımaya ve şekilsiz akışı yoluna koymaya çabaladığını söyler. Dolayısıyla onun için mimarlık, insanoğlunun duyuları aracılığıyla dünyayla uzlaşma sanatı her şeyden önce.

Tenin Gözleri: Mimarlık ve Duyular/ Juhani Pallasmaa/ Çeviren: Aziz Ufuk Kılıç/ YEM Yayın/ 90 s.

(*) Cumhuriyet Kitap, 28.04.2011

Hiç yorum yok: