28 Mayıs 2010 Cuma

DAİMA CESUR VE YENİ… (*)
ALİ BULUNMAZ


“İnsanının huzursuzluğu yüzünden bir ülkenin komünist olmasına seyirci kalamayız. Sorunlar, Şilili seçmenin kararına bırakılamayacak kadar önemlidir.”
(Henry Kissinger, ABD Başkanı Nixon’ın Ulusal Güvenlik Danışmanı ve daha sonra Dışişleri Bakanı)


11 Eylül 2001’de New York’ta yaşananlar, aynı güne denk düşen bir başka olayı örttü sanki. 1973’te, takvimler yine 11 Eylül’ü gösterdiğinde Şili, Salvador Allende’ye karşı girişilen ve taşeron Pinochet’yi 1990’a kadar iktidarda tutacak darbeye tanıklık etti.

ABD’nin, ateşi maşayla tuttuğu her darbede olduğu gibi ekonomik, siyasi ve sosyal gerekçelerin harmanlanıp birbiriyle maskelendiği hareketle bu kez de Şili’nin kaderi değiştiriliyordu.

Allende’nin, ABD şirketlerinin elinde olan bakır endüstrisini devletleştirmesi, kıtanın kuzeyinde büyük rahatsızlık uyandırmıştı. Hatta ABD Başkanı Nixon’ın Ulusal Güvenlik Danışmanı Henry Kissinger’ın, 5 Kasım 1970 tarihli raporunda Şili’yle ilgili aynen şu ifade yer alıyordu: “Allende’nin iktidara gelmesi Güney Amerika’da başımıza gelen en büyük sorunlardan biri.”

Üç yıl sonra ülkeyi açık hava işkencehanesine çevirecek darbe, işte o günlerde tasarlanır. Amerikan gizli servisinin Şilili yandaşları, Allende’yi devirmek amacıyla ülkede o güne kadar görülmemiş yoğunlukta bir çalışma başlatır. 16 Ekim 1970 tarihli CIA raporu da bunun en açık göstergesidir.

Nihayet, 11 Eylül 1973 günü Şili ordusu, ABD’den aldığı emirle harekete geçer; Allende öldürülür, Pinochet’nin kanlı ve baskıcı rejimi egemenliğini kurar. Pek çok muhalif tutuklanır ve işkenceden geçirilir; bu da yetmez, hızını alamayan faşist rejim sosyalist görüşlü kimi muhalifleri tren raylarına bağlayıp uçak ve helikopterlerden okyanusa atar. O dönem Şili’de kaybedilen yüzlerce insana ne olduğu bugün bile bilinmiyor.

Böyle bir ortamda, Şili’deki kanlı günlerin direniş simgesi haline gelen bir isim dikkat çeker: Victor Jara. Darbeyi izleyen günlerde İngiltere’ye göç etmek zorunda kalan Joan Jara, eşi Victor’u, onun müziğe, tiyatroya, ülkesine ve mücadelesine duyduğu büyük aşkı anlattığı Victor Jara: Yarım Kalan Şarkı ile bu önemli insanı yeniden gündeme getiriyor.

VİCTOR’UN DEVRİMCİ KİŞİLİĞİ
Geçtiğimiz aylarda bir “sanat” dergisinde, “Şili’de moda” teması etrafında şekillenen bir yazı yayımlandı. Yazının sahibi, hemen başlangıçta “Bu ülkeden Pablo Neruda dışında hiçbir sanatçı tanımıyorum” diye bir cümle kurmuş. Bu bile bir mesafe aslında. O kişiden veya pek çok insandan, Pinochet’nin güdümlü darbesine hasta yatağında kalbi dayanmayan Neruda’dan başkasını tanımasını beklemek bile fazla galiba.

Ama Victor Jara’yı atlamak, en az Neruda’yı tanımamak kadar korkunç. Jara, tarihsel bir kişilik; Şili’nin simge isimlerinden. Eşi Joan’nın, Victor Jara: Yarım Kalan Şarkı kitabı, hem Victor’un hem de Şili’nin tarihine ışık tutuyor desek yanlış olmaz.

Sözü uzatmayalım, Joan Jara, Victor’u anlatmaya koyulduğunda, evlendiği ve yaşadığı ülkeden, doğduğu topraklara (İngiltere’ye) mülteci olarak dönmek zorunda kalmış bir isim. Şili’yle ve Victor’la tanışmak, aynı zamanda başka bir kültürle de yüzleşmek demek onun için. Ayrı ayrı; önce kendisinden sonra Victor’dan bahseden Joan, ardından kesişen yolu okura sunuyor.

Kitaptan anlaşılıyor ki, Victor’un devrimciliği ve insancıllığının kökeninde, çocukluğunun ve ilk gençlik yıllarının büyük yeri var. Özellikle babası sayesinde ilişki kurduğu tarım emekçileri ve annesinin ağır koşullarda çalışması, daha o günlerden itibaren Victor’un hayata bakışını belirleyen önemli noktalar.

Hayatında çok büyük bir yer kaplayan annesinin ölümünü izleyen zamanlarda papaz okulunda aradığı sevgi ve sonrasında (Victor’un öldürülüşünü düşününce bir kara mizaha dönüşen) gururla gerçekleştirdiği askerlik görevi…

1950’li yılların sonu ise hem Şili hem de Victor için önemli atılımlara sahne olur. Victor, tiyatro ve sosyalizmle tanışırken Şili, yasaklanan Komünist Parti ve Allende ismini günden güne daha çok duymaya başlar. Joan Jara bu döneme; Victor’un tiyatrodaki yükselişine dair, gelecek yıllarla kıyaslandığında yine kara mizah hatta trajikomik bir yan barındıran şöyle bir not düşer: “(…) Sınıfına, muhtemelen doğaçlama yetenekleri yüzünden bitirme sınavı olarak Peter Ustinov’un Dört Albay’ın Aşkı adlı oyunu verilmiş. Victor bu oyunda Rus albay rolündeydi ki, çok iyi oynadığını hatırlıyorum.” O zaman, öğretmeni ve bitirme sınavında jüri üyesi olan yakın gelecekteki eşinin, düşündüğü ve ardından yazdığı satırlar bunlar.

TİYATRO VE MÜZİK
Tiyatro, Victor’a 1960’ların hemen başında Küba’daki devrimin öncüleriyle tanışma (özellikle Che Guavera ile) ve ileride eşi olacak Joan’la yakınlaşma imkânı verir, elbette Şili’nin sosyalist önderleriyle de.

Joan Jara bir şey daha söylüyor buna ilişkin: “Tuhaf bir tesadüf eseri Victor, her ikisi de tiyatroya ilgi duyan Şili tiyatro sezonunun açılış gecesine davetli Salvador Allende ve eşi Hortensia Bussi ile Uruguay yolculuğunda tanıştı. Açılış gecesinin ardından yaptığı konuşmada Allende, Victor’un adını anmış ve yeni nesil yönetmenlerin en yeteneklilerinden olduğunu söylemişti (1964).”

Bu arada, Joan’nın aktardıkları, Victor’un tiyatro ile müziği buluşturduğunu; o günlerde dünyaya egemen olan müziğe karşı, folk tınılarına yöneldiğini ve birkaç arkadaşıyla “Yeni Şarkı” akımını başlattığına işaret ediyor. Buradaki amaç çok açık; ayakları Şili topraklarına (ve daha geniş anlatımla, kendi kültürüne) basan müzikler yapmak. Bu çabanın en yalın hali, Victor’un ağzından dökülen şu sözcüklerde gizli: “(…) Sadece barış aramam yüzünden hüzün ve mutlulukla gitarımın tellerine ve ağacına, yüreği yara gibi delen dizelere, hepimizi kendi içimize baktıracak ve dünyayı yeni gözlerle görmemizi sağlayacak sözlere sarılıyorum.”

Her şeyi; Victor’un yaşamını, sonuyla ilişkilendirmek ne kadar doğru bilinmez ama onun önsezisi, yazdıklarına ve eylemlerine siner. Joan’ın hatırlattığı pek çok şey bunu gösteriyor. Örneğin Che’nin öldürülmesinin ardından yazdığı şarkıdaki (“El Soldado”- Asker) şu sözler, bunun kanıtı sanki: “Asker, vurma beni/ vurma beni, ey Asker/ kim taktı göğsüne madalyaları/ kaç yaşama mal oldu bunlar/ titriyor elin biliyorum/ vurma beni/ kardeşinim ben.”

“VENCEREMOS”-KAZANACAĞIZ!
1970’e gelindiğinde, Şili’de seçim rüzgârları eser. Victor, Halk Birliği’nin adayı Allende’nin yanı başındadır. Allende’yi destekleyenlerin dilinde ise o çok bilinen; sözlerini Victor’un yazdığı, Sergio Ortega’nın bestelediği marş vardır: “Venceremos”- Kazanacağız!

Allende’nin zaferi, ülkede yeni bir perde açar. Özellikle Joan ve Victor’un çalışmaları hızlanır. Victor, Allende’nin başa geçişiyle beraber, çok daha fazla aranan, dinlenen ve dikkat çeken bir müzisyen haline gelir. Halkın mahallelerde, üniversite ve sosyal yaşamdaki örgütlülüğü artar. Kısacası, daha önce görülmeyen bir dayanışma ortamı oluşur. Çatlak sesler, Allende muhalifleri ve işbirlikçiler yok mudur? Elbette vardır ama zaman, onların zamanı değildir. Zaman, Victor’un, Joan’ın, Allende’nin, Corvalán’ın, Intı-Illimani’nin ve Patricio Castillo’nun zamanıdır şimdi.

Şili’deki bakır madenlerinin millileştirildiği 11 Eylül 1971 günü (iki yıl sonrasına kadar!) “Ulusal Onur Günü” ilan edilir. Bu olay, ülkedeki coşkuyu ikiye katlar. Joan’a göre, Ekim 1970-Eylül 1973 arası, Şili’nin yükseliş dönemidir. Kapsamlı reformlar, demokratik ortam ve dayanışma havası, hem Joan’ın hem de Victor’un yaratıcılığını arttırır. Kimi zaman muhalefet ve işbirlikçilerin gösterileri küçük endişeler yaratsa da, Allende taraftarları ve halk buna iki üç katı kalabalıklarla yanıt verir. 1973’teki seçim, Allende’yi bir kez daha ve önceki dönemden güçlü biçimde başkanlığa taşıyınca muhalefet, onu demokratik yollarla iktidardan indiremeyeceğini anlar.

Kapıda bekleyen tehlikeye karşı herkes sesini yükseltir; Victor, Neruda ve Allende bunların başını çeker. Victor, düzenlemesini Inti-Illimani ile yaptığı ve yükselen faşizme karşı direnişi anlattığı şarkıyı da o günlerde yazar: “Bir kez daha istiyorlar lekelemek/ ülkemi emekçi halkın kanıyla/ özgürlükten dem vurup/ ellerinde suç damgası taşıyanlar/ (…) yaşamak istiyorum ben/ çocuğum ve kardeşlerimle/ günden güne inşa ettiğimiz/ hepimizin yeni dünyasında/ korkutmaz tehditleriniz beni/ ey siz sefalet ustaları/ umut yıldızı devam edecek/ bizim olmaya/ (…) böyle duyulacak şairin sesi/ kalbim atmayı kesene dek/ halkın yolunda/ şimdi ve sonsuza kadar.”

1973’te, ağustosun son günlerinde yazdığı şarkı ise, hem Victor’u anlatır hem de Joan’a göre vasiyet niteliğindedir: “(…) Şarkı söylerim/ çünkü gitarımın hem aklı var hem duygusu/ topraktandır yüreği/ ve güvercin kanatlıdır/ (…) gitarım zenginler için değil/ (…) şarkım merdivenidir/ yıldızlara ulaşmaya kurduğumuz/ (…) şarkım bu daracık ülke için/ toprağın ta derinlerinde/ orada dinlenir her şey/ ve orada başlar/ cesur şarkı dediğin/ hep yeni kalacaktır.”

“Marksizm kanserini yok etme” amacıyla düzenlenen darbe gerçekleştiğinde, günlerden 11 Eylül’dü. Ulusal Onur Günü, tarihin en kanlı anlarından birine ve etkisi on yıllar sürecek faşizme tanıklık ediyordu. Yıllarca konser verdiği ve şenliklere katıldığı; darbe sonrası “toplama kampı” diye anılan ve ileriki yıllarda Victor Jara’nın adının verildiği Ulusal Şili Stadyumu (Estadio Nacional de Chile), Victor’un öldürüldüğü yerdir. Ama düzenlenen darbenin korkunçluğunu simgelercesine, Victor’un 23 Eylül 1932 olan doğum gününün karşısına kesin bir ölüm (ya da öldürüm) tarihi yazılamaz.

Fakat stadyumda, Victor’la beraber tutuklu bulunan ve hayatta kalmayı başaran birkaç kişinin ezberleyerek dünyaya duyurduğu “Beş Bin Kişiyiz” adlı şiir, faşizme başkaldırının simgesi olarak pek çok yere kazınır.

İsmi, Şili ve dünya tarihine gururla yazılmış insanlar: Salvador Allende, Luis Corvalán, Pablo Neruda ve kitabın kahramanı Victor Jara… Joan Jara, Victor’u anlatırken onlara ve faşist darbe sonrası kaybolan ve katledilen, adı geçen ya da geçmeyen herkese bir saygı duruşunda bulunuyor.

Öldürülüşünden çok mücadelesi, ortaya koydukları ve dünyaya bıraktığı mirasla; çocuğu, şarkıları, şiirleri, öğrencileri, kişiliği, duruşu ve insancıllığıyla hatırlanması gereken Victor Jara… Joan Jara onu, anar ve anlatırken Victor’un hayatta olsun veya olmasın tüm devrimci dostlarına ve insancıllıkla yoğrulan; insan ve yaşamdan yana herkese selam gönderiyor aslında. Bir daha hiçbir güzel şey yarım kalmasın diye…


BEŞ BİN KİŞİYİZ

Beş bin kişiyiz burada
Bu ufacık yerinde kentin.
Beş bin kişiyiz.
Kim bilir kaç kişiyiz daha
Kentlerde ve ülkede?
Burada yapayalnız
On bin el, tohum eken
Ve fabrikaları çalıştıran.
İnsanlığın ne kadarı
Açlıkla, korkuyla, panikle, acıyla
Ahlâki baskıyla, terörle ve çılgınlıkla
Yüz yüze?
Altımız yitip gitti
Yıldızlı göğe gidercesine.
Biri öldü, bir diğeri dövüldü, aklıma
Gelmezdi bir insanın böyle dövülebileceği.
Diğer dördü bitirmek istedi yaşadıkları dehşeti
Biri hiçliğe attı kendisini
Bir başkası kafasını duvarlara vura vura
Ama ölüm hepsinin bakışlarında.
Ne dehşettir bu faşizmin yüzünün yarattığı!
Planlarını bıçak keskinliğinde yürütüyorlar.
Hiçbir şey umurlarında değil.
Onlar için kan demek madalya demek,
Kıyımsa kahramanlık.
Ah, Tanrım, bu mudur yarattığın dünya
Yedi günlük mucize ve emeğin sonunda?
Bu dört duvar arasında sadece tek numara var
Ki o da ilerlemiyor
Ki o da yavaşça daha fazla ölüm istiyor.
Ama birden uyanıyor vicdanım
Ve görüyorum ki bu akışın yüreği atmıyor
Tek atan makinelerin nabzı
Ve askerlerin ebe yüzlerini gösterişi
Tatlılıkla yüklü.
Haykırsın Meksika, Küba ve
Dünyanın kalanı bu vahşete karşı!
On bin eliz biz burada
Hiçbir şey üretemeyen.
Kaç kişiyiz ülkede?
Başkanımızın, yoldaşımızın kanı
Bombalardan ve makinelilerden daha sert vuracak!
Bizim ilk darbemiz de yeniden!

Ne zor şarkı söylemek
Dehşetin şarkısını söylemek zorunda kalınca.
Yaşadığım dehşetin
Ölmeye durduğum dehşetin.
Görmek kendimi bunca insanın ve
Bunca sonsuzluk anının arasında
Sessizlik ve çığlıkların
Şarkımın sonunu getirdiği.
Gördüğümü daha önce hiç görmemiştim
Önce ve şimdi hissettiklerim
Doğurtacak anı…

Estadio Nacional de Chile, Eylül 1973.


Victor Jara: Yarım Kalan Şarkı/ Joan Jara/ Çeviren: Algan Sezgintüredi/ Versus Kitap/ 310 s.

(*) Cumhuriyet Kitap, 27.05.2010

Hiç yorum yok: