13 Mart 2009 Cuma

DOĞUDAN BAKINCA (*)
Ali BULUNMAZ

Garbiyatçılık, Batı'yı nasıl görüyor? Bu bakış açısında eksik, yanlış ve sakat yönler var mı? Soruları tersine çevirmek de olanaklı: Şarkiyatçılık, Doğu'ya bakarken neleri eksik bırakıyor? Oryantalist (Şarkiyatçı) bakış açısına karşı Garbiyatçı (Oksidentalist) bakış açısının geliştirilmesinin altında yatan, sözü geçen eksik ve kalıplaşmış yargılardır belki de. Ama her iki görüş de bir noktadan sonra, sadece kendi dayatmalarını geçerli kılma adına çabalamıştır.

ŞARKİYATÇILIĞA KARŞI GARBİYATÇILIK
Edward Said'in eleştirileriyle gündeme oturan Oryantalizm (Şarkiyatçılık), kendince kurguladığı Doğu'yu “kurtarma”nın “meşru” zemine çekilmesine dayanır. Said'e ve belli başlı eleştirmenlere göre Batı, yarattığı Doğu üzerinden kendini tanımlamaktadır.

Said, Şarkiyatçılığın nesnel bir bilgi olmadığını; Batı sömürgeciliğinin Doğu üzerinde hegemonya geliştirmek amacıyla oluşturulduğunu vurgular. “Tüm olumlu değerlerin taşıyıcısı olan Batı” Şarkiyatçılar tarafından, olumsuzluklarla boğuşan Doğu'yu kurtaracak güç biçiminde tanımlanır.
Bir başka deyişle, “Doğu'yu adam etmek” en önde gelen amaçtır. Garbiyatçılık ise, Şarkiyatçılığın ortaya koyduğu önyargılı bakış açısına karşı, genel anlamda Batı'yı, ama özellikle Avrupa'yı eleştiren hatta bir yerden sonra kötüleyen ve basmakalıplara dayanan görüşler toplamına verilen addır.

Avrupa “eleştirisi”, rasyonalizm, bireyselcilik ve endüstrileşmeyi yermeye ve oradan da tüm bunlara karşı tavır takınmaya kadar ilerler. Batı sömürgeciliğinin çıkış noktası olarak alındığı Garbiyatçılık, hemen ardından Batı düşmanlığına dek vardırılır.

BATI'YLA SAVAŞMAK
Modernlik ile Batı'yı, özellikle de Avrupa'yı özdeşleştirip, bunun Doğu'nun manevi kültürünün parçalayıcısı olduğunu söylemek, Garbiyatçılığı ateşli biçimde savunan ve benimseyenlerin hemen girmeyi tercih ettiği yoldur. Buradaki tutamak “Batı pop kültürünü, küresel kapitalizmi, ABD dış politikasını, büyük şehirleri ya da cinsel serbestliği bahane ederek Batı'ya savaş açma arzusudur” (s. 12). Diğer bir deyişle, bunları kullanarak taraftar edinmek ve böylelikle kendi savaşımını güçlendirmek ana amaçtır.

Buruma ve Margalit, pek çok “izm” gibi Garbiyatçılığın (Oksidentalizmin) da Avrupa'da doğduğunu savunur. Bugün Garbiyatçılığın çağdaş biçimleri Amerika'ya yoğunlaştığından “anti-Amerikanizmin, belirli Amerikan politikalarının, İsrail ya da çokuluslu şirketler ile IMF ve küreselleşmenin doğal sonucu olarak” algılanmakta ve nitelenmektedir (s. 14).

Garbiyatçılık tüm bunlar göz önüne alındığında, tam anlamıyla anti-Amerikanizm midir? Buruma ve Margalit'in bu soruya yanıtı olumsuzdur. Garbiyatçılık, kendi karşıtı olan ve kendisini savunduğu Şarkiyatçılık gibi “insancıllığın içinden insanı silmiştir”; o da Şarkiyatçılık gibi “bağnaz ve indirgemecidir.” Kısacası arı bir ötekileştirmeyi kurar ve işletir; buradan güç kazanmaya çabalar.

Buruma ve Margalit'in “Garbiyatçılık damarı” dediği şey de böylece kendini açığa vurur. Bu “damar”, “köksüzlük imgesiyle (...) Şehire; bilim ve akılcılıkta kendini gösteren Batı düşüncesine, burjuvaya ve saf inanca dünyada yer açabilmek için kafası ezilmesi gereken kafirlere düşmanlık”tır (s. 16).

ŞEHİR
İşte 11 Eylül saldırıları da “Garbiyatçılığın damarı”ndan beslenen bir örnek ya da eylem olarak tanımlanabilir. Buruma ve Margalit, bunun “günah şehrinin yok edilmesi mitosuna işlev kazandırdığını” belirtir (s. 19).

Garbiyatçılık için Batı şehri pek de olumlu anlamlar taşımaz: “Şehir dev bir pazaryeri olarak algılandığından, her şey ve herkes satılıktır; oteller, genelevler ve büyük marketler iyi hayat düşleri satar. Para, insanlara içinde doğmuş oldukları bir hayat tarzıyla davranabilme olanağı verir. Şehirlilerin hepsi yalancı görüntüsü yansıtır.” Garbiyatçılar, şehir, kapitalizm ve Batılı makine uygarlığını “doymak bilmez bir otomat olan ruhsuz bir orospu” şeklinde tanımlar (s. 22).

11 Eylül'de “intikam alınan semboller de “böyle” bir şehirde bulunuyordu: “New York, Amerikan İmparatorluğu'nun başkentiydi; bütün ırk, millet ve inançların bir arada olduğu küresel kapitalizmin hizmetinde çalışanların doluştuğu İkiz Kuleler, 'kutsal savaşçıların' nefret ettiği en büyük modern İnsan Şehri'nin temsilcisiydi” (s. 24).

Şehir bir bakıma ayartıcı havanın hüküm sürdüğü yerdir ve iğrenç şehvetleri kolayca tetikleyebilir. Burada vurgulanan saldırganlığın doğal sonucu öç almadır ve kendisinden öç alınacak olan da şehir insanlarıdır. Şehir insanlarına insanca davranmamak gerekir, çünkü onlar ruhlarını kaybetmiştir. Buruma ve Margalit'e göre “politik ve dinsel ya da onların karışımı” pek çok yıkıcı “devrim”, “şehirden etkilenmemiş şehirlilerin fikri olarak şehirde doğmuştur” (s. 41).

SOMBART'IN KİTABI
Buruma ve Margalit, Garbiyatçılığın kökenlerini Avrupa ve Batı'da ararken, önemli bir kitabı, Alman sosyal bilimci Werner Sombart'ın, 1916'da yayımlanan Tacirler ve Kahramanlar isimli eseri kendileri için kaynak gösterir.

Sombart, kitabına “savaşı varoluşsal bir değerlendirme yaparak” başlar ve savaşın “yalnızca milletler arasında değil, kültürler ve dünya görüşleri arasında sürdüğünü” ifade eder (s. 46).

Sombart, hazzı, rahatlığı ve tacir mantığını eleştirir ve insanın ruhsal yanına gönderim yapar; Batılı tacirleri “para delisi” olmakla suçlar. Ona göre “tacirlerin idealleri yoktur ve tacir, her bakımdan yüzeyseldir; onlar “dünyanın yüksek ahlak anlayışının ve ideallere inanmanın dibine dinamit koyar, bireysel hazların tatmininden başka şeyle ilgilenmez” (s. 48).

Sombart'ın açtığı yol, uygarlığın, özgürlük ve barışın, bir halk, devlet ya da dinin yüceliğini yok etmeye yöneleceğinin söylenmesine de kapı aralar. Bu da, savaşacak hatta ölmeye hazır kahramanların yaratılmasını hızlandırır: Irkçılar, Kamikaze pilotları, intihar eylemcileri ve özel birlikler, hep bu ve benzeri söylemlerin ürünüdür.

Garbiyatçılığın buradan beslenen tehdit algılaması, dinci köktencilerin, rahip kralların, saflık ve yiğitlikle beraber kurtuluş arayanların “Batılı liberalizmin kahramanlık taşımayan, ütopik karakterlerden uzak haline karşı” düşmanlığa dönüşür (s. 61).

BATI'NIN DÜNYA GÖRÜŞÜ
Buruma ve Margalit, “Batı'ya saldırmanın aslında Batı'nın düşünce tarzına saldırmak” olduğunu vurguluyor ve Garbiyatçılığın, Batı düşüncesini “yüksek ahmaklık şeklinde betimlediğini” de ekliyor.

Garbiyatçılığa göre “Batı düşünce tarzıyla, büyük başarılar sağlanabilir, yüksek teknoloji geliştirilip sunulabilir ama bu düşünce, maneviyattan pay almamış ve insani acıları anlamaktan uzak olduğundan hayattaki çok önemli şeyleri kavrayamaz” (s. 63).

Garbiyatçılık, Batı'nın, “akılla kavranamayan düşünceyi anlamlandıramadığını” belirtir ve bu düşüncenin varlığını yadsıma utanmazlığı ve küstahlığı içine düşmüştüğünü” söyler (s. 64). Garbiyatçılar için Batı düşüncesi “doğruyu bulmada” yetersizdir. O sadece, belli bir hedefe ulaşmanın iyi bir yolunu bilebilir.

Garbiyatçıların büyük bölümü “Batı'nın burjuva düşüncesinin, bir hareketten; hiç olmazsa önem taşıyan bir eylemden kaçınma kusurlusu olduğuna dikkat çeker” (s. 75). Garbiyatçılık, “aklın üstünlüğüne dayalı Batı'nın saldırgan güç gösterisine acı bir kızgınlık ifadesini” merkezde tutar (s. 77). Garbiyatçılar bu bağlamda, yalnız Batı'yı değil, kendi toplumlarındaki Batı yanlılarını da düşman beller.

TANRI'YI KIZDIRMAK
Belirli bir devlet ya da ırk adına savaşanlar ile din veya politik inançlar için savaşanlar arasındaki fark, Buruma ve Margalit'e göre şudur: “İlki yabancıyı dışlar, kendini seçilmiş kişiler olarak görür. İkincisi, eylemini çoğunlukla evrensel kurtuluşla ilişkilendirir” (s. 81).

İslamcı ideolojinin Batı'yı “putperest barbar” biçiminde nitelemesi; Batı ve oradan da insanlığı “kurtuluşa” götürecek savaşlar yürütme çabası, Garbiyatçılığı da güçlendiren öğelerin başında gelir. Putperestlik ve kibirlilik, Garbiyatçı mitosta “Tanrı'nın gazabı” için yeterli koşulları sağlar. Bu nedenle böyle bir “cahilliye”den sıyrılmak zorunludur. Bugünün “şer ekseni” ya da yakın geçmişin “kötülük imparatorluğu” etiketleri de, aynı sınıflama içinde pekâlâ düşünülebilir.

Garbiyatçılar için “Batı maddeye tapar” ve “dini de maddiyattır” (s. 85). Bir başka deyişle “madde Batı'nın Tanrısı ve maddiyatçılık da dinidir” (s. 86). “Kötülük yayan Batı'ya” karşı savaşma fikri de aslında buradan türetilmiştir.

Garbiyatçılığı temele alan dincilere göre Batı, “yalancı ve tamamen çürümüş maddiyatçılık Tanrısının kölesidir” (s. 90). Bu söylem, yıkıcı dinciliğin (örneğin Vahabiliğin) doğuşunda etkin rol üstlenmiş, Garbiyatçılığın kendi topraklarına ürkünç biçimde dönüşünü imlemiştir.

VARILAN NOKTA
Batı sömürgeciliğine başkaldıranların çoğu ve onların yerel temsilcileri, Batı düşüncesinden yararlanmıştır. Buruma ve Margalit'e göre “hiçbir Garbiyatçı, en ateşli kutsal savaşçı bile, Garp'tan bütünüyle azade değildir” (s. 112).

Buruma ve Margalit, bir düşünsel tuzaktan kaçınılmasının önemine işaret eder: “Avrupa ve Amerika tarihleri her ne kadar kanla dolu olsa da bunun, eski kolonilerinde vahşetin egemenliğini körüklemesine kayıtsız kalınmamalıdır; diktatörlere, ABD yayılmacılığına, küreselleşmeye ve İsrail'in yaptıklarına karşı din savaşlarına ya da intihar eylemlerine karşı sessizlik bozulmalıdır”(s. 114).

Gerek Şarkiyatçılık gerekse ona “panzehir” olabilmesi için ortaya atılan Garbiyatçılığın olaylara, insanlara ve kültüre bakışta ne denli dar bir açıyı tercih ettiği son derece ortada. Buruma ve Margalit'in Garbiyatçılık adlı kitabı, kimi noktalardaki eksik ve yanlış değerlendirmelerine rağmen, konuyu özetleyip tartışması bakımından önemli bir kaynak olma özelliği taşıyor.

Garbiyatçılık/ Ian Buruma, Avishai Margalit/ Çeviren: Güven Turan/ Yapı Kredi Yayınları/ 122 s.

(*) Cumhuriyet Kitap, 12.03.2009

Hiç yorum yok: