29 Kasım 2011 Salı

KARDEŞİNDEN KÜÇÜK AĞABEY (*)
ALi BULUNMAZ

İnsanın, tarihin çöplüğüne ya da bilinçaltına atmaya yeltendikçe hortlayan an ve anıları olmasa vicdan denen şey de metruk bir bina gibi karanlık ve tekinsiz dururdu. Suç ve suçluyla bir şekilde hesaplaşma; kilitli çekmecelerden çıkarılanların önümüze sürülmesi, hep o vicdanın körelmemesi adına bazı bazı unutuverdiğimiz insanca tavrın bir ürünü.

Bu tavır, çoğu zaman bizi incitici vargılara ulaştırabiliyor. Gerçeğin can sıkıcı olduğunu göz ardı etmeden yol almamızı da sağlıyor. O can sıkıntısı ara sıra en yakınlarımız sayesinde hemen dibimizde bitiveriyor. Uwe Timm, böylesine bir gerçekle yüzleşmiş; Kardeşimin Gölgesinde, yazarın Nazilere katılan ağabeyinin günlüğünden ve mektuplarından doğmuş. Ne kadar acı da olsa çekmece açılmış, sorgulama başlamış; hatırlananlar ve geriye kalanlar ortalığa saçılmış.

“CESUR ÇOCUK” İLE “TEKNE KAZINTISI”
Bellek dediğimiz şey bir acayip; insanın tüm gücünü alıp götürebiliyor veya tam tersi. Kazı yapmaya girişmek delilik diye nitelenebilir ama tortuyu silip süpürmek, yerinden sökmek veya bir başka yere kaldırmak için gerekli olur kimi zaman.

Timm’in ağabeyine ilişkin hatırladıkları sınırlı fakat cephede yazdığı günlük ve oradan yolladığı mektuplar, bugün ağabeyinden büyük bir kardeş için hayli önemli. Bahsedilen o tortunun akıbeti için en azından.

Timm’in ağabeyiyle ilgili sorularının ve kafasını kurcalayan şüphelerinin sürekli onu yakaladığını öğreniyoruz. Kapının açılması biraz zaman alıyor: “Ölüler huzur içinde yatmalı. Ağabeyi tanıyan son kişi olan abla da ölünce onun hakkında yazmak için özgür kaldım; özgürden kasıt, tüm soruları sorabilmek, hiçbir şeyi, hiç kimseyi dikkate almak zorunda kalmamak.”

Timm, “ağabey” diye andığı Karl-Heinz ya da nam-ı diğer Kurdel’le ilgili hemen her belirlemesi ve ona dair düşüncelerini cephe günlüğünden, geçmiş zaman aile fotoğraflarından ve “cesur çocuk” için söylenenlerden damıtıyor. “Tekne kazıntısı” Uwe, “ağabey”in karşısına dikilir ve onu yazarken aileyi, daha çok da babasını satırlara sürükler: “Ağabey, yalan söylemeyen, hep dürüst olan, ağlamayan, cesur olan, itaat eden oğlan oydu. Örnek çocuk. Ağabey hakkında yazmak, aynı zamanda baba hakkında yazmak demek. Ona olan benzerliğim, ağabeye olan benzerliğimden anlaşılabilir. Yazarak onlara yaklaşma, anılarda hatırlananları açığa çıkarma, kendini yeniden bulma denemesi.”

Günlüklerde, ağabeyin daha çok savaşı öne çıkardığını vurguluyor Timm. Adeta öldürmeye kurulu makine sürüsünün bir üyesi, cesur ve bir o kadar da duygularını açık etmemeyi başaran “ağabey.”

Karl-Heinz’ın günlükleri, mektup ve yaşadıklarının didiklenmesi, aslında sadece bugünden geçmişe bakan kardeşin merakını yansıtmıyor, Avrupa’nın bombalarla yanıp kavrulan ve her köşe başında insanlığı yok eden savaşın yıkıcılığını, hatta anlamsızlığını da su yüzüne çıkarıyor. Bireysel geçmiş tarihle bütünleşiyor kısacası; ırmaklar nehre kavuşup denize dökülüyor.

“NORMAL CİNAYETLER” İÇİNDE BİR AİLE
Timm’in, “ağabey”i merkeze alıp anlattıkları ailenin tarihi, ailenin tarihi ise önce Almanya’nın sonra da Avrupa’nın. Satırlardaki en önemli kahraman ağabeyin yanında ablası, annesi ve babası da hayli yer kaplıyor. Dolayısıyla Timm, ailenin öbür fertlerini gözleyen ve onların birbirine hangi pencereden baktığını aktaran bir film yönetmenine bürünüyor.

Babaya bir parantez açıyor: “Nazi olmadığını her seferinde vurgulayan baba, Müttefiklerin de suçlu olduğuna ilişkin savlar ileri sürerdi: İngilizler ve Amerikalılar, toplama kamplarına giden tren raylarını neden bombalamamıştı? Zira Müttefikler daha 1943’te durumdan haberdardı. Krematoryumları neden bombalamamışlardı? Yahudiler neden zamanında ABD ve İngiltere’ye alınmamıştı? Suçu ilişkilendirme, kendi suçluluğunu zafer kazananların üzerine yıkma, onları suç ortağı yapma çabası.”

Kitapta, kendini “ağabey”le tartan bir kardeş var. Daha doğrusu, özellikle babanın yaptığı bir karşılaştırma bu. Uwe’nin pek çok gurur verici hareketinin ardından, babanın “Karl-Heinz da böyle yapardı” deyişine benzer bir karşılaştırma. Timm’in, “cesur çocuk”la karşılaştırılmaktan duyduğu rahatsızlık da metinden sızıyor.

Kürk işiyle meşgul bir baba, “ağabey”in günlüklerinde kendine pek yer bulmamış abla ve aileyi çekip çeviren, savaş ve sonrasının acısını belki de en çok hisseden kişi olan anneyle beraber tüm bunları çocuk haliyle gözlemleyen Uwe: Gölgeler arasında bir dönem.

“Ağabey”in günlüklerinden ve mektuplarından çıkarılacak bir başka önemli sonuç, sivillerin öldürülüşünün bazı zamanlarda ve yerlerde “gündelik olay” bazen de “cinayet” şeklinde algılanması. Elbette Karl-Heinz’ın katıldığı SS grubu için “temizlik” veya Reich’ın “yaşam gücü” anlamına geliyor tüm öldürümler; “aşağı insanların”, savaşın “sıradan” ortamında “normal olarak” yok edilişi: “Öldürmeyi kolaylaştıran, öğrenilmiş dil: Hayatları kirli, düşkün, hayvanlaşmış olan alt insanlar, parazitler, zararlılar. Bunları gaz kullanarak yok etmek hijyenik bir önlem.”

İKİ NOT ARASI BOŞLUK
Timm’in anlattıkları bir ölçüde Almanya’nın suskunluk tarihinden örnekler de barındırıyor: “Yahudi komşular alınıp götürülürken ve öylece ortadan kaybolurken hemen hemen herkes görmezden gelip sustu, çoğunluk ise savaştan sonra, ortadan kaybolanların nereye kaybolduğunu öğrenince sustu (…) ‘Sözünü bile etmemek’, ‘biz bir şey bilmiyorduk’la özür dilemeye çalışanların bir sürü gereksiz ayrıntıyla dolu konuşmasından daha korkunçtu.”

Günlüğünde, suçlu ve mağdurları farkında olmaksızın gösteren Karl-Heinz’ın tanıklığı, yalnızca büyük savaşı değil, aynı zamanda insanın alçaklığını yansıtıyor. Üstelik kendisinin de parçası olduğu bir alçalış. Bunu, günlükteki son satırlar özetliyor: “Burada günlüğüme son veriyorum, çünkü bazen meydana gelen acımasızca olaylar hakkında defter tutmayı saçma buluyorum.”
O günlere dek “verilen emri yerine getirmekle” yükümlü birinin, en azından defterlerinde ilk kez çemberin dışına taştığını; küçük de olsa sorgulamaya giriştiğini gösteriyor bu cümle. Ama geç kalmış bir cümle…

Karl-Heinz’ın günlüğü, öbür arkadaşları gibi cephede pek çok insani durumdan soyutlandığını; adeta kimliğinden sıyrılıp teslim olduğunu gösteriyor. Ancak işin ironik tarafı, günlüğün kendisi bile o soyutlanmışlık içinde tek insani yön olarak bize bakıyor: Gün gün tutulmuş notlar, kıyasıya süren yok etme ritüelinin kaydı. Öte yandan adı konmasa da kıyımdan sıyrılma ve bu örselenmişliği bir yere boşaltma isteği.

Timm, “ağabey”in günlüğü aracılığıyla aslında “hayır” diyebilen az sayıda insanın yanında, onaylayan çoğunluğu vicdanlara sunuyor; sonradan zihni allak bullak eden sorular da bu gerçeği değiştirmiyor:

“Politikayla ilgilenmeyen anne, yine de kendisine suçlu olup olmadığını sorardı, kendine işkence edercesine değil ama yine de kendiliğinden sorardı: ‘Ne yapabilirdim, ne yapmalıydım? En azından sorup soruşturabilirdim’ derdi. Mahalledeki iki Yahudi aile nerelerdeydi? En azından bu soruyu insanın sadece kendisine değil, komşulara, daha doğrusu herkese sorması gerekirdi (…) Bu suskunluk dikkat çekmemeye, ‘birlik’ içinde kalmaya yönelik köklü ihtiyaçla açıklanabilir; mesleki dezavantajlardan, yükselme olasılıklarının azalmasından korkuluyordu, bunların arkasında da rejimin yarattığı teröre karşı duyulan korku vardı. Alışkanlık haline gelmiş korkaklık-tek kelime etmemek.”

Uwe Timm, doğrudan herhangi bir cümleyle “ağabey”in bu korkaklığı ve suskunluğu yaratanların emir komutasına girdiğini yazmamışsa da kitabın bütünü göz önüne alınınca Karl-Heinz’a dönük örtük bir suçlama pekâlâ sezilebilir. Hiç yoksa biraz önce bahsedilen vicdandan ötürü ya da geçmişin karanlık ve kilit altına alınan çarpıklığıyla hesaplaşma adına. “Ağabey”i anlamaya çalışmak hep en başta geliyor ama Uwe, Karl-Heinz’ın yürümeye uğraştığı bataklığın ve oradan yayılan kötü kokuların da sonuna kadar farkında.

Timm, Kardeşimin Gölgesinde’yi yazarken büyük oranda “ağabey”in son iki notu; “yola devam”la defter tutulamayacağına ilişkin karalama arasındaki boşluktan daha çok etkilenmiş. O boşluğun bir “hayır”a işaret etmiş olmasını diliyor. “Yontulmuş” ve “yetiştirilmiş ağabey”in geç kalsa da o son satırları yazdığı gün, yıkıcılığa hizmet etmesini sağlayan körlüğünün bir anlığına sonlanmış olmasını umuyor…


Kardeşimin Gölgesinde/ Uwe Timm/ Çeviren: Ayça Sabuncuoğlu/ Can Yayınları/ 138 s.

(*) Cumhuriyet Kitap, 17.11.2011

Hiç yorum yok: