3 Temmuz 2010 Cumartesi

HEP ANIMSAYALIM DİYE (*)
Ali BULUNMAZ


“Büyür sorular güneşler/ yarınki çocuklarla belki.”
Suat Taşer


“Zeytin ağacı kadar yaşayacağım.”
Suphi Taşhan


Bir kişiye yalnızca kendisi “şair” diyorsa, ondan az biraz uzak durmalı. Şiirin doğasına aykırı bu. Her şeyde olduğu gibi şairin de sahtesi var, işte “ben şairim” diyenler de o sahte ve sahtecilerden. Hem sahte hem de kötü “şair”lerden kısacası.

GERÇEKTE KAYIP KİM?
Dilin sigortasız işçisi şair, şiirini saçar etrafa, kendini değil. Geriye dizelerinden başka bir şeyi kalmaz, bazen birileri onu bulana dek kaybolur, yitik kalır. Şiir üzerine düşünen, yazan ama hepsinden önemlisi şiiri sevenler, kaybolan ve “ben şairim” diye ahkâm kesen sahtecilerin ötesinde konumlanan gerçek ustaları bulur elbet.

Sarı solgun; belki de anlamına uygun renkteki kâğıtlara basılmış dizelerde, belleklerin bir süre gerisine itilmiş ustalarla yüzleşiyoruz belli zamandan bu yana. Bizi onlarla buluşturan dizinin adı “Kayıp Şairler.” Aslında hiçbir yere gitmiş değiller, sadece günü geldiğinde yeniden ortaya çıkmak için beklemişler, o kadar.

Dizinin ilk bölümünde konuğumuz Halim Şefik ve Nevzat Üstün’dü. Şefik’in Otopsi ve Üstün’ün Ak Yeşil Kavak Ağaçları başlığıyla şiirseverlere sunulan “unutulmuş” ve “kayıp” dizeleri yeniden canlandı. Şimdi kapıda buyur edilmeyi bekleyen iki “yeni” isim ve iki kitap var: Suat Taşer’in Evrende Ellerimiz ile Suphi Taşhan’ın Kilometre Taşları. Her iki isim de 1940 kuşağından. İkisi de sürgünlüğü, soruşturma ve baskıları yaşamış. Zaman karıştırılırsa Taşhan’ı Yeni Edebiyat’ın sayfalarında bulmak mümkün. Aynı şekilde Taşer’i de.

Can Yücel “saf şiir olmaz, şiir mürekkeple yazılır” demişti ya, hem Taşhan hem de Taşer mürekkebi dibine kadar kullanıyor. Siyaset, şiir, tiyatro ve başka her şey; iki isim de yaşamın bütün alanlarını kapsıyor. Belki de bu yüzden Suphi Taşhan, yazabileceği her boşluğa şiir döktürüyor; makbuz, kesekâğıdı… “Steril şairlerin” anlayamayacağı bir durum olsa gerek bu. Büyük laf etmemeli ama yaşamdan çıkıp yaşama dönen şiirler çiziktiren Taşhan ve Taşer’in (ve aslında 1940 kuşağı şairleri ile öbür “kayıp şairlerin”), ne denli zor ve aynı zamanda mutlu bir yola saptığı da kavranabilir hayat öykülerinden.

Nâzım Engin ve Reşat Tarus takma adlarını da kullanan Suat Taşer’in Evrende Ellerimiz kitabı şairin yaşamdan çekip çıkardığı dizelerin toplamı. Aynı şekilde, Taşhan da Kilometre Taşları’ndan sesleniyor bugünün gerçekten kayıplardaki kimi şairlerine.

“KİTAPSIZ ŞAİR” SUPHİ TAŞHAN
Ahmet Oktay’ın deyişiyle “kitapsız şair” Suphi Taşhan’ın Kilometre Taşları adıyla yayımlanan kitabından hangi şiiri ya da şiirleri öne çıkarmalı? Ölüm, kalbini durdurana kadar, eline ne geçerse oraya dize sıkıştırmış; bizim, dizinin başlığından esinlenerek “kayıp şair” dediğimiz, Pembe Taşhan Candaner’in ise “kayıp baba” olarak nitelediği Suphi Taşhan. Pembe Taşhan Candaner’i dinleyelim:

“Babam, 39 yaşında öldüğü zaman sadece 2 yaşındaydım. İnsan hiç tanıma fırsatı bulamadığı bir babanın arkasından neler yazabilir ki? Avukat olduğu halde, şair kimliğiyle öne çıkan babam, arkasında sayısız anısını, sevenlerini, ideolojisini, umutlarını, şiirlerini ve genlerini bırakıp gitmişti. Hayatım boyunca ben de bu izleri sürerek onu tanıma yolculuğuna çıktım. Bu kitap da, bu serüvenin ürünüdür.”

Garip akımından etkilenen ama onunla beraber kendini ve şiirini de aşan mısralar sunar Taşhan. Onun şiir yolculuğunu, dizelerinin rengini gösteren ya da açık eden şiirlerinden biridir “Mısralarım”:

“Mısralarım/ altın başaklar üzerine yazıldı/ adamların tarlaların/ ve saltanatsız diyarların üstüne/ mısralarım/ güneşi düşürmek içindir topraklara/ ve can vermek içindir canı alınanlara/ hayat, aşk, ekmek çalışanlara/ mısralarım çalışanlar için yazıldı/ mısralarım/ belki de nakşedilmiyecektir/ tunç kapılarına sarayların/ zarar yok fakat ağlıyanların/ hınç dolu dudaklarında benim mısralarım/ yumun gözlerimi ey gün görmemiş eller/ ben mısralarımı altın başaklar için yazdım.”

Eleştirir, gerçekleri harmanlar, insandan yana tavrını koyar; ne de olsa “realist bir şair”dir Taşhan:

“Ben, yirminci asrın realist şairi/ seninle beraberim/ yegâne beşeri sistem: Büyük Demokrasi/ uçsuz bucaksız ve hürriyet kokan büyük demokrasi/ (…) / sen ey beşeriyetin hatası/ bizden kork/ biz, yani hürriyeti bilen/ ve her karış toprağında canımız saklı olan/ bu toprağın evlatları/ yirminci medeniyet asrını talan eden/ bizden kork/ (…) / mısralarımızda cıvıl cıvıl öten/ bir güneş vereceğiz/ tabiatın yarattığı bu güzel toprağa/ ve şuna ve buna ve her şeye/ gördüğün kehribar gözlü güzele.”

Dizelerinde yaşadığı dönemin etkilerine rastlıyoruz doğal olarak. Dönüp dolaşıp insana getiriyor sözü; onu, kendine bakmaya zorluyor ve sonunda şöyle diyor: “İnsan insan olduğunu anlayacak bir gün." Bunu derken, hem aşk hem isyan hem de geleceğe dair güçlü bir umut taşır içinde:

“(…) Yeniyi bizde bulacaksın/ tarihi tekâmülünde dünyanın/ yalnız bizim esamimiz okunur/ bizi arkadan vurmak ister/ gözlerimize bakmayan/ irili ufaklı, isimli isimsiz kalleş sürüleri/ bakamaz gözlerimize; güneşi biz taşıyoruz/ doğru ve hakikat bizde/ bir orospu oyunu yok sözlerimizde/ haklıyım, o siyah saçları ben bilirim/ ben bilirim bu perişan rüzgârı/ ben de perişanıyım bu sokakların/ ben de bilirim çilesini âtinin/ mafsal yerinden oynadı/ dünya yerine gelecek.”

Taşhan’ın binbir zahmetle toplanan şiirleri, soluk alıp verdiği günlerle yetinmez, kendisini de nerdeyse ilk gününden sonuna kadar anlatır. Kısa hayatının nasıl biteceğini, ölümün adımlarını sayarcasına bir kâğıda işler: “Göğsümde bir ağrı var/ kendi yüzümden/ belki üşüttüm, belki içmeden/ kendi yüzümden/ çoban ölmeyi istemezken/ ben de yokluğu düşünmüyorum/ içiyorum, üşüyorum.”

“BİLDİM, ÖLÜMLE HAYAT ARASINDA HİLE VAR”
Toplumcu şiirin “kayıp şair”lerinden Suat Taşer’in de, Suphi Taşhan’dan çok farklı bir yaşam öyküsü ve şiir yolculuğu yok. Köy yaşantısı, onu hayatın pek çok gerçeğiyle yüzleştiren bir manzara. Şiirine toplumculuğu katan da aynı dünya.

Tiyatroya uzanmasını, sanatla yoğrulmasını sağlayan da, hep o bir arada yaşama tutkusu. Şiir ve tiyatro, ufkunu genişleten, onu zenginleştiren bir uğraşı. Daha doğru deyişle, hayata bakış penceresi Taşer için. Yaşam savaşı şiirine, hayatına ve sanat anlayışına damga vurur hep.

Evrende Ellerimiz’in ilk yayımlanış yılı 1970. Yani 40 yıl geçmiş aradan. Bugün “Kayıp Şairler” dizisiyle yeniden buluştu o kitap bizlerle. Akan zamana inat, olduğu yerde onca ağırlığıyla durur gibi. “Zamanı Dinliyorum” şiiri de, Taşer’in tarihe en güzel armağanlarından biri:

“Uzayan sevincimizdir gerçek/ zamanın ve dünyanın damarlarında/ ama büyürmüş ihanetin çocukları çoğalırmış/ çoğalır karanlıkta yaldız umut insanda/ yazılmadık kitap atılmadık kurşun/ ölülerin elinde/ ve bir sabah telgrafın tellerinde/ uzayacak sevincimizdir gerçek/ gayri hiçbir ölüm öldüremez seni/ çatladı tohum/ özgürlük kanlı yiğit bir çiçek/ zamanı dinliyorum.”

Taşer’in dizelerinde hafif buğulu bir hava hâkim. Kimi zaman ölüm çalıyor kapıyı kimi zaman ayrılık. Bazen yalnızlık boğuyor bazen pişmanlık. Ama sonra olur olmaz bir güneş, bir pırıltı da kaplayabiliyor ortalığı:

“Görünmezin kapısında belki/ bir öpüşte var olan/ beklemeler/ gerilen yay üflenen ateş belki/ sen yeni doğumların muştusu/ eski ölümlerin içinden/ işte kalkıyorum/ kanlı zamanların mezarından usulca/ ben/ çekilmiş acıların çocuğu/ ilk umut ilk sevgi ışığıdır bu/ işte yakıyorum.”

Taşer’in mısralarında bazen naif bir aşk da demleniyor usul usul. İyi geliyor insana, ona geldiği gibi:

“Şimdi kapım çalınacak/ şimdi sen gireceksin içeri/ üzüntülerim duman olup uçacak/ herhal yeşil olsa gerek mutluluğun gözleri/ (…)/ seni düşünmek iyi/ seni görmek sana dokunmak hepsinden iyi/ ya vaktin köşesinde bir olmak/ bilmem ki.”

Alfabenin harfleri için şiirler de yazmış Taşer. Evrende Ellerimiz’e adını veren ve “kardeş, biz yaşamayı insanca bildik” diye noktalanan dizeler. Geçmişe bakan, dönüp dolaşıp pişmanlığın sularında yüzen şiirlerini de es geçmemeli: “Uğursuz böcekler uğur böcekleri/ fincanlar/ nasıl da beklemiştim geçmişteki gelecekleri/ bildim ölümle hayat arasında hile var.”

Peki, şu dizelere ne demeli: “Zaman geçmiyor kadınım ben geçiyorum/ kaçıyorum eski fotoğraflardan/ rakı kadehimden pişmanlıklarımı içiyorum/ tanıdık bir gül düşüyor duvardan.”

Geleceğe dair birkaç sözü de var Suat Taşer’in; “Şiirlerime Nasihat” adıyla sesleniyor o mısralar:

“Karıncalar ve örümcekler/ hallerinden memnundur/ biz insanlar öyle değiliz/ hele aramızdaki şairler/ canı sıkılan, sevgilisine hükmünü yürütemiyen/ hıncını bulutlardan, bahar rüzgârından ve yıldızlardan alır/ sanki bunlar şairlerin keyfi için yaratılmış/ veya şairler bunlara sataşmak için/ ey benim şiirlerim/ insanların peşini bırakmıyacaksınız/ dünyanın herhangi bir yerinde/ yalnız bir faniye ait olmaktan utanacaksınız/ hudutlar ve kanunlar/ haritalarda ve kitaplarda kalsın/ siz, hudutsuz ve kanunsuz yaşayacaksınız.”

“Kayıp Şairler” dizisinin bugüne dek kitabı yayımlanan dört ismi: Nevzat Üstün, Halim Şefik, Suat Taşer ve Suphi Taşhan. Adları ilk taramada zihinde canlanmıyor belki; biraz da yersiz yurtsuz isimler. Kısacası hem uzakta hem de yanı başımızdalar. Belki “kayıp” olarak adlandırılıyorlar ama kayıp kuşak şairlerden değiller hiç olmazsa.

“Kayıp” diyoruz ama öyle değil gerçekte. Sadece yakın geçmişin şiir çekmecelerinde kalmış ve sihirli dokunuşu bekleyen şairlerdi onlar. Hepsi bu. Aslında hepsi bu değil, bir şey daha var: Bir daha kaybolmasınlar ya da hep hatırlayalım diye başucumuzda duruyor “Kayıp Şairler”; Nevzat Üstün, Halim Şefik, Suat Taşer ve Suphi Taşhan. Eski dostları; yeni “kayıp şairleri” bekliyor, taze merhabalar için.

Kilometre Taşları/ Suphi Taşhan/ Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları/ 108 s.
Evrende Ellerimiz/ Suat Taşer/ Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları/ 92 s.

(*) Cumhuriyet Kitap, 01.07.2010

Hiç yorum yok: