15 Haziran 2010 Salı

“SIRADAN” İNSANLAR, SIRA DIŞI YAŞAMLAR (*)

ALİ BULUNMAZ

Tarih yazımına Marksist pencereden bakan Eric Hobsbawm’ın tarihçiliğini anlatmaya gerek yok. Çünkü o, yazdıklarıyla, konuşma ve eleştirileriyle ne yapmaya çabaladığını, nerede durduğunu zaten belli ediyor.

Ürettiklerinin hâlâ okunuyor (ve aynı zamanda okutuluyor) olması, onun ağırlığını gösteriyor. Dolayısıyla 1950-1980 arası yazdığı makalelerden derlenen Sıra Dışı İnsanlar da aynı ağırlığa sahip. Kitabın alt başlığı “Direniş, İsyan ve Caz”; bu başlık bizi “sıradan” insanların sıra dışı yaşamlarıyla buluşturuyor.

“KÜÇÜK İNSANLAR”

Kitaptaki yazılar, Hobsbawm’ın yakın geçmişte kaleme aldığı 26 makaleden bir seçki. Ana tema, emek ve toplumsal hareketler. Makalelere başlık olan kimi “küçük insanlar”, son derece büyük. Önsözde Hobsbawm onlar için şu cümleyi kuruyor: “Bu kitapta adlarını, aileleri ve komşuları dışında kimsenin bilmediği, modern devletlerde doğumları, evlilikleri ve ölümleri kayda geçirilmiş insanlar anlatılıyor (…) Bazıları küçük ya da yerel sahnelerde rol aldı: Sokakta, köyde, kilisede, bir sendika şubesinde (…) Onlar, insan soyunun çoğunluğudur.”

O çoğunluktan biri, “özgürlüğün yolunu kesen şeyin ayrıcalıklar olduğuna” inanan ve bunun değişmesi için mücadele eden Thomas Paine. Yoksulluğu, çözülmesi gereken bir sorun biçiminde görenlerin gizli önderi Paine’den bahsediyor Hobsbawm; onun cesaretini kutluyor öte taraftan.

Aynı cesaretin bir başka örneği ise makine kırıcılarda (ludistlerde) görülüyor. Hobsbawm, “bir sendikalaşma yöntemi” dediği bu eylemi de kitabına almış. Söz konusu eylemin makine düşmanlığı değil, “örgütlenme ve dayanışma” anlamı taşıdığını da not ediyor. “Bırakınız yapsınlar”ı kırıp geçmek demek aynı zamanda bu.

On dokuzuncu yüzyılda siyasetçi ve felsefeci olarak anılan ayakkabıcıların politikaya ağırlığını koymaya başlaması, Hobsbawm’ın dikkatinden kaçmaz. Verdiği ayrıntılı bilgiler bizi, ayakkabıcıların diğer zanaatkârlara oranla daha aydın olduğu gerçeğine ulaştırır. Üstüne üstlük, bir “ayakkabıcı kültürünün” varlığı da aynı satırlarla iyice belirginleşir.

Hobsbawm’ın ele aldığı konular ve kişiler Britanya merkezli. İşçi sınıfı, emekçi kesimi ve onları oluşturan “sıradan” insanları meydana getiren bireylerin neredeyse tamamı Britanyalı. Buradan hareketle Hobsbawm’ın kendi topraklarından çıkıp, dünyayı dönüştüren hareketleri yaratan isimsiz kahramanlar aracılığıyla insanlığa seslendiği söylenebilir.

İşçi sınıfı bilincinin doğuşunun anlatıldığı satırlar, gelecek için adımların atılmaya başlandığı ve “başka bir dünya mümkün” deyişiyle süren mücadelenin filizlerini de gösteriyor. Burada anılan isim de kasketiyle ünlenen maden işçisi Herbert Smith. Barnsley Belediye Başkanlığı döneminde bile kasketini çıkartmaması, onun mücadeleyi ne denli içselleştirdiğini gözler önüne serer.

Hobsbawm, onu şöyle anlatır: “Milyonlarca kasketli insan arasında o, kesinlikle bir istisnaydı; ancak yalnızca, büyük bir ormandaki heybetli bir ağaç gibi. Onun imgesinde kendisini tanıyan daha az önemli, daha az siyasi, daha az etkin sayısız başkaları vardı ve bizim de onları ayrıca tanımamız gerekir.”

TARİHİN ÇOK BİLİNMEYEN İSİMLERİ

Hobsbawm’ın işçi sınıfı ve onun oluşumuna geniş yer ayırmasının önemli bir nedeni, belki de gerçekte tarihi onların yazdığına, gelecekte de yazacağına dair inancı veya öngörüsüydü. Hak aramanın, isyanın ve mücadelenin, baskın olduğu bir tarihin yanında durması, Britanya’daki işçi sınıfını uzun uzadıya irdeleyişini tetikliyor.

Burada kadınlara da ayrı bir parantez açıyor. Erkekler tarafından önder seçilen özgürleşmiş kadına ve bunun nasıl resimleştiğine değiniyor. Bahsedilen resimleştirmenin, sosyalist etkiyle eşzamanlı olduğunu belirtiyor. Soldaki imgeleştirmenin ayrıntılarını ifade ederken, kadının buradaki konumunun son derece önemli olduğunu da vurguluyor. Bedenin kullanımından çok, kadının özgür birey kimliğiyle ikonografilerde yer buluşunun üzerinde duruyor.

Ancak burada, Hobsbawm’ın da altını çizdiği bir şeye değinmek zorundayız: O, devrim ve sosyalist hareketlerdeki kimi erkek egemen eğilimlere yönelik eleştirilerini de esirgemiyor. Erkek işçi, erkek emekçi imgelerinin sıklıkla kullanılmasına karşı tavrını koyuyor.

Hobsbawm’ın kitaba kattığı bir başka isim, mitomanisiyle (yalancılık hastalığıyla) tanınan Harold Laski. Onun neden önemli olduğuna gelince: Hobsbawm’a göre Laski, Hitler’e karşı birleşmenin reddedilmesine ve 1940-45 arasında değişim olanağının görülmemesine ses çıkaran bir kişi. Yani solda bir şeyler yapmak için çırpınan ama sesini yeterince duyuramayan bir çığlık; “solun megafonu.”

Hobsbawm’ın, solun megafonlarının çoğaltılması adına ele aldığı bir başka kesim ve bu kesimin isimsiz kahramanları köylüler ile onların gerçekleştirdiği toprak işgalleri. Peru’da And Dağları çevresinde örgütlenen köylüler, ne yapabileceklerini sınadıkları eylemleriyle tarihe geçti; bu eylem başarısız olsa da önemli bir hareketlenme yarattı. İşte Hobsbawm onları da ele alarak geleceğe ve sonraki kuşaklara, bu eylemin dünya tarihinde nerede durduğunu gösteriyor.

Mario Puzo’nun Baba’sındaki Don Corleone karakteri tüm dünyada tanınsa da, Slvatore Giuliano’nun o kadar büyük bir hayran kitlesinin bulunduğu söylenemez. Hobsbawm’ın aktardığına göre, Giuliano’yu Giuliano yapan şey, onun “halkın haydutu” olması. Puzo’nun Corleone’sinden önce (1922-1950) yaşayan Giuliano, Sicilyalılar arasında, yoksulların yanında yer alması ve onlara yardım etmesi nedeniyle “Tanrı” olarak görülmüş. Ama diğer kimliği, eli kanlı bir katil; 430 kişiyi öldüren bir Robin Hood!

KÜLTÜR KAZISI

Hobsbawm’ın kitabının sonunda yer alan makalelerin neredeyse tamamı caza ayrılmış. Burada cazı rayına oturtan önemli isimlerle karşılaşıyoruz. Sidney Bechet, Duke Ellington, Count Basie… Hobsbawm, cazın kimliğine ilişkin bazı bilgiler aktararak yola koyuluyor:

“Caz, tüm diğer şeylerin yanı sıra, diaspora müziğidir. Tarihi, Eski Güney’in verdiği büyük göçün parçasıdır ve caz, psikolojik nedenlerin yanı sıra, ekonomik nedenlerden ötürü de, vakitlerinin çoğunu yollarda geçiren başıboş insanlarca yapılır. İnsanlar, ellerinde üflemeli çalgılarıyla cazı önceden bilinmediği yerlere somut olarak taşımasalardı, bu denli erken bir sürede ulusal Amerikan müziğine kesinlikle dönüşmezdi.”

Sonra yeniden isimler: Ticariliğe ve ırkçılığa karşı gelen müziğin etkin kahramanı Sidney Bechet; cazın bir sanat dalı olarak keşfinde en büyük rolü oynayan Count Basie; gizemli, konser bestecisi, kendini “Tanrı tarafından üstün yeteneklerle donatılmış” gören “işlenmemiş doğal yetenek” Duke Ellington…

Amerika’da doğup kök salan caz, Avrupa’ya (daha doğru deyişle Britanya’ya) nasıl adım attı? Hobsbawm burada şöyle bir belirleme yapıyor: “Caz, entelektüeller için müzik olarak değil, dans etmek ve özellikle Britanya orta ve üst sınıfların dönüştürülmüş, devrimcileştirilmiş toplumsal dansı ile hemen hemen eşzamanlı olarak Britanya işçi sınıfı dansı için bir müzik biçimi olarak gelişti ve zafer kazandı.”

Hobsbawm’ın incelemesi orada noktalanmıyor; cazın Britanya özelinde Avrupa’ya adım atışını anlatmasının ardından, 1960’lardan sonraki gelişim çizgisine yoğunlaşıyor. Burada hem Hobsbawm’ın hem de okurun karşısına çıkan şey, 60’ların müzik ortamının cazın gelişimini bir ölçüde geriye çektiği. Çünkü 50’lerin ortalarından başlayarak rock müziğinin atılım yapması, cazcıların büyük çoğunluğunun bu türe göz kırpmasına neden oluyor.

Hobsbawm’ın Sıra Dışı İnsanlar’da yapmaya çalıştığı bir bakıma kültür kazısı. Kitaptaki son makale bunu kanıtlar nitelikte. Yenidünyanın, Eskidünya’ya nüfuz etme sürecini kültürel açıdan ele aldığı bu yazıda Hobsbawm, Amerika’nın Avrupa’ya popüler kültürü ağır ağır nasıl yerleştirdiğini; popüler kültürün “evrensel kültür” haline nasıl geldiğini tartışıyor:

“Aslında, Yenidünya ile Eskidünya arasında gerçek bir ‘kültür çatışması’ varsa buradadır; ana gücü ve dinamizmi popüler nitelikte bir Yenidünya ile Yenidünya üzerindeki etkisi ezici bir yoğunlukla seçkinler ve yönetenler aracılığıyla yaratılmış Eskidünya arasında.”

Sıra Dışı İnsanlar’da, her ne kadar Hobsbawm’ın çeşitli yer ve zamanlarda yayımlanmış makaleleri bir araya getirilmişse de ortak olan, tarihin kimilerince pek önemsenmeyen ya da yeterince ele alınmayan kişi ve olaylarına değinilmesi. Hobsbawm, bunu yaparken başka olaylarla bağlantı kuruyor ve yer yer ayrıntılı bilgilerle kazıyı derinleştiriyor.

Sıra Dışı İnsanlar/ Eric Hobsbawm/ Çeviren: Işıtan Gündüz/ Yordam Kitap/ 352 s.

(*) Cumhuriyet Kitap, 10.06.2010

Hiç yorum yok: